AĞABEYİM ( İktibas)
<div style="color: rgb(34, 34, 34); font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: small;">Daha küçük bir çocukken, bıkmadan her soruma sabırla cevap vererek ilk öğretmenim olan(rahmetli ablamla birlikte-mekanı cennet olsun),sonradan gerçekten tüm öğrencilerinin sevdiği bir öğretmen olan, kardeşi olmakla iftihar ettiğim, yazar-edebiyatçı değerli ağabeyim Mehmet Nuri Bingöl'ün kısa bir biyografisine rastlayınca, dostlarımla paylaşmak istedim.<br />
Kıymetli ağabeyim, hürmetle ellerinden öpüyorum. Bu arada, anam nisan diyorsa nisandır. Nüfus cüzdanı anamdan daha iyi bilecek değil ya! :)<br />
"SÜRGÜNDEKİ ÇEÇENYA”, “NUR ÜSTAD” (Kitap) “YOKUŞTA TIRMANIŞ”, “ SARP UFUKLAR”, “YOKUŞ” (Tefrika), “ Tarık Buğra’nın Romanları Üzerine”, “ “GÖNÜL .........” ( Yayınlanmamış eser) YAZARI M. Nuri Bingöl’ün Kısa Biyografisi<br />
<br />
Şanlıurfa- Birecik’te doğmaktan iftihar eden yazar, validesinin beyanına göre 1961 yılının bir Nisan ayında, nüfus cüzdanına göre ise 1961 yılının Ağustos 10’unda doğduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor:<br />
“ İlkokula 6. Yaşımda Dumlupınar ilkokulunda başladım. İlk öğretmenimin diğer arkadaşlarıma okuma-yazma öğretmek için ter dökerken ben bana verilen epeyce ileri sınıflar için olan bir hikaye kitabını okuduğumu hatırlarım. Çünkü okuma yazmayı okula başladığım yılın yazında öğrenmiştim ve âma olan dükkan komşumuza spor-toto tahminlerini rahatlıkla okuyordum. Babamın terzi dükkanı vardı ve hayat pencerelerimden biri de orası olmuştur. Beşinci sınıfa geçtiğim yıl babamın iş ve işçi bulma kurumundan Almanya’ya işçi olarak gidenlerin içinde adı çıkmıştı. Üç yıl sonra da annemi ve kardeşlerimi yanına aldırırken ben okumayı seçmiştim. Bu belki de hakiki manada okur-yazar olmamın da yolunu açmıştı; maddi yalnızlığı kitapların dostluğuna yaslanmakla silme yolunu açmıştı.”<br />
Ortaokul ve Lise’yi – o zamanlar her iki okul birdi- Birecik Lisesindel okuduğunu söylüyor. Okul üçüncülüğünü yarım puanla kaçırmıştı.Şimdi bile iftihar ettiği halin 1977 yılında Tübitak Kimya yarışmasında bölge II. Olan ekibin bir üyesi olmasıydı. Hedefini Lise 2’de iken seçmişti. Edebiyat okuyacaktı o. Bunda belki de aynı yılda bir “ulusal” gazetenin edebiyat ekinin yarışmasında 3. Olup eserinin de orada yayınlanmasının büyük rolü olmuştu. Psikolojik yanı ağır basan hikayenin müsveddesini –şimdi kaybettiğini diyor- okuyunca hazince gülümsediğini söylüyor. Daha sonra mezuniyetine kadar iki hikayesi ve birkaç çala-kalem şiiri de yayınlanınca kararı daha da pekişti.<br />
“ Hiç unutmam. Mezun olduğun 78’de yaptığım Üniversite tercihlerinin yedi tanesi Edebiyat fakültesiydi. En başa –eşantiyon nevinden- birkaç fenle alakalı bölümden sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi’nin Türkoloji Bölümünü tercih etmiştim. Giriş İmtihanından sonra Lise 2. olan arkadaşımla beraber Türkiye seyahatına çıktık. Önce Adana, sonra Ankara ve İzmir’den sonra İstanbul’a vardık. Sağolsunlar, hemşehriler bizi iyi ağırladılar. Onların rehberliğinde o şehirleri dolaştık. Ankara’da arkadaşım Veteriner Fakültesine gitti yalnıbaşına, bense İstanbul’da Edebiyat Fakültesine… İkimiz de ziyaret ettiğimiz bu okulları kazandık.”<br />
İstanbul’da hem okuyor, hem de bir edebiyat dergisinin yazıişlerinde gönüllü olarak çalışıyordu. Fakülte 2 ve 3. Sınıflarda ise dergiyi Ahmet Çetin isimli bir dostuyla beraber, dergiyi çıkaran ekibin yazıişlerine bakmaya başladı. Bu sırada “ulusal” bir gazetede hikaye ve makaleler yayınlıyordu. Fakülte 4. Sınıfının son sömestrinde Hocası Mehmed Kaplan’la “ Tarık Buğra’nın Romanları üzerine Bir Tahlil Denemesi” başlıklı tezini çalışırken şu makaleyi yazmıştı.<br />
“Bir Portre: Prof. Dr. Mehmet Kaplan<br />
“O devre ait bütün vesikalar apaçık olarak gösterir ki İstiklâl Savaşı’nın kazanılmasında milli istiklâl fikri kadar, dinin de büyük rolü olmuştur. Türk halkı bazı sathi aydınlara rağmen, bu gün de ŞEHADETLERİ DİNİN TEMELİ OLAN ezanın ebedi olarak inlemesini candan istemektedir. Şundan hiç şüphe etmemek lazımdır: Türkiye’de dini yıkan Türk milletini de yıkar. Dini anlayan ve yücelten, onu - Türk milletini ve devletini- ebediyete kadar yaşatır.” Edebiyatın İçinden adlı eserindeki İstiklâl Marşı’nı tahlil eden makalesinde Rahmetlik Prof. Dr. Mehmet KAPLAN bu ifadeleri kullanırken, hem gönlündeki değerler silsilesini açığa vuruyor, hem de BAZI SATHİ AYDINLARA rağmen büyük bir gerçeğe parmak basıyor.<br />
Edebiyat Fakültesi son sınıfa kadar Kaplan Hoca ile meslek ve imtihanlar için derslerini dinlemenin, edebi tahlil ve kıymetlendirmelerini okumanın dışında ünsiyetim yoktu. Okulu bitireceğim yıl, edebiyatımızda yer edinmiş, “kıymet-i harbiyesi” görülmüş herhangi bir romancıyı inceleme arzumu öğrenince, asistanı Dr. İnci Enginün ile, bana Tarık BUĞRA’nın romanlarını tahlil edip etmek istemediğimi sordurtmuştu. Kabul edince, muhterem KAPLAN Hoca ile iki sömestr sürecek bir çalışma zemini bulmuştum. Bu sayede hem onun, hem de onun BUĞRA üzerindeki aydınlatıcı etkisini kavrama imkânına kavuştum.<br />
Edebi meselelerde Avrupa’yı mutlaka bilmemiz gerektiğini belirtmekle birlikte, edebiyatımızda asıl ve öz olarak kendi milletimizin, iç içe yaşadığımız halkın, memleketimizin, hatta yöremizin ele alınmasını, kendimi milletimize özgü hayatımız üzerinde düşünülmesi lüzumunu her zaman vurgulardı. Bu çeşit fikirlerini bazen ders verirken şifahi olarak, bazen de makalelerinde yazılı olarak dile getirirdi. Eğer - günün birinde- bir milli edebiyat görünecekse kültür dünyamızda, bunun yolunun halkımızın kendi motifleriyle süslenmiş kilimleri gibi olan hususi hayatını kavramak ve bunu edebi eserlerde nakış nakış işlemek olacağını ısrarla savunurdu.<br />
Bitirme tezi çalışmamda ele aldığım ilk roman, Buğra’nın “Siyah Kehribar”ıydı. Söz konusu eserdeki olay 1940’ların İtalya’sında geçiyordu. Temel kişiliğin dışındaki bütün şahsiyetler İtalyan’dı. Eserde bulunan bütün yerler İtalya’ya aitti. Eseri “ tahlil metoduna göre” inceleyerek hazırladığım metni Kaplan Hoca’ya götürüp kitapların ve el yazma nüshaların üst üste yığıldığı Fakülte’deki odasında ona okuduğumda, yazısından başını kaldırıp gözlüklerinin üzerinden bana bakmış ve:<br />
“Yazında romanın eksik yanlarını hiç tenkit etmemişsin.” demişti. “Nuri, tıpkı bende olduğu gibi, romanı okuyunca sende de tuhaf bir yabancılık hissi doğmadı mı?”<br />
“Evet efendim,”dedim; “bunu duydum ama yazara hürmetimden dolayı yazımda belirtmedim.”<br />
Gülümseyip karşılık verdi:<br />
“Bu romanı Tarık’ın elinden alıp okuduğumda, eserde BİZE ait hiçbir desen bulamamış, milletçe hissettiğimiz ortak duygulara rastlayamamıştım. Bunu hem Tarık’ın kendisine, hem de kitabı tenkit eden bir makalemde de bütün edebiyat dünyasına izah etmiştim. Bence Türk edebiyatçılarının yapmaları gereken ilk davranış, en başta bizi ve çevremizi anlatmaktır; insanımızın yapısını, hayat tarzı ve telakkisini, memleketimizin şart ve zaruretlerini göz ardı etmemektir. Bu meseleler üzerinde düşünmeye alışmak, milli bir edebiyatın teşkili için zaruridir.”<br />
Daha sonra Buğra’nın düzyazı eserlerini incelerken bir yazısında, KÜÇÜK AĞA romanındaki yerli atmosferin, Prof. Mehmet Kaplan’ın bu tenkidinin etkisi ile meydana geldiğinin itirafını bulmuştum. Öyle ki bu eleştiriden sonra tam üç yıl hiçbir romana başlayamamış Buğra. (Düşman Kazanmak Sanatı)<br />
Kaplan Hoca roman ve hikâye türlerinde olayın, meydana geldiği şartlardan “mücerret” olarak işlenmesini devamlı tenkit eder, olayı devir ve hadiselerin temel dinamiklerinden kopuk olarak ele almanın bir yığın sakıncasından bahsederdi; bunları, o hadiseleri yaşayan kişilerin “ ferdi” (bireysel) duygu, karakter, mizaç, maddi ve manevi “ saikler”ini (güdülenmelerini) unutmadan anlatılmasını çok uygun bulurdu. Ona birkaç hikâye denememi gösterdiğimde, yine bir takım görüşlerini öğrenme fırsatına kavuşmuştum. “ Kölelik Duvarı Örülürken” başlıklı uzun hikâyemi bana okutunca (kendisi de bir yandan el yazması bir nüshayı Latin asıllı harf sistemine çeviriyordu) şunları söylediğini hep hatırlarım:<br />
“Bu güzel yapıyı ve üslubu devam ettirmekle birlikte, uzun konuşmayı bırakıp, daha geniş mânalı kelimeler seçip, hikâye denemenin daha özlü olmasını ne çok isterdim.</div>
<div style="color: rgb(34, 34, 34); font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: small;"> </div>
<div style="color: rgb(34, 34, 34); font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: small;">Mehmet Nuri BİNGÖL </div>
Ekleme
Tarihi: 17 Haziran 2020 - Çarşamba
AĞABEYİM ( İktibas)
<div style="color: rgb(34, 34, 34); font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: small;">Daha küçük bir çocukken, bıkmadan her soruma sabırla cevap vererek ilk öğretmenim olan(rahmetli ablamla birlikte-mekanı cennet olsun),sonradan gerçekten tüm öğrencilerinin sevdiği bir öğretmen olan, kardeşi olmakla iftihar ettiğim, yazar-edebiyatçı değerli ağabeyim Mehmet Nuri Bingöl'ün kısa bir biyografisine rastlayınca, dostlarımla paylaşmak istedim.<br />
Kıymetli ağabeyim, hürmetle ellerinden öpüyorum. Bu arada, anam nisan diyorsa nisandır. Nüfus cüzdanı anamdan daha iyi bilecek değil ya! :)<br />
"SÜRGÜNDEKİ ÇEÇENYA”, “NUR ÜSTAD” (Kitap) “YOKUŞTA TIRMANIŞ”, “ SARP UFUKLAR”, “YOKUŞ” (Tefrika), “ Tarık Buğra’nın Romanları Üzerine”, “ “GÖNÜL .........” ( Yayınlanmamış eser) YAZARI M. Nuri Bingöl’ün Kısa Biyografisi<br />
<br />
Şanlıurfa- Birecik’te doğmaktan iftihar eden yazar, validesinin beyanına göre 1961 yılının bir Nisan ayında, nüfus cüzdanına göre ise 1961 yılının Ağustos 10’unda doğduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor:<br />
“ İlkokula 6. Yaşımda Dumlupınar ilkokulunda başladım. İlk öğretmenimin diğer arkadaşlarıma okuma-yazma öğretmek için ter dökerken ben bana verilen epeyce ileri sınıflar için olan bir hikaye kitabını okuduğumu hatırlarım. Çünkü okuma yazmayı okula başladığım yılın yazında öğrenmiştim ve âma olan dükkan komşumuza spor-toto tahminlerini rahatlıkla okuyordum. Babamın terzi dükkanı vardı ve hayat pencerelerimden biri de orası olmuştur. Beşinci sınıfa geçtiğim yıl babamın iş ve işçi bulma kurumundan Almanya’ya işçi olarak gidenlerin içinde adı çıkmıştı. Üç yıl sonra da annemi ve kardeşlerimi yanına aldırırken ben okumayı seçmiştim. Bu belki de hakiki manada okur-yazar olmamın da yolunu açmıştı; maddi yalnızlığı kitapların dostluğuna yaslanmakla silme yolunu açmıştı.”<br />
Ortaokul ve Lise’yi – o zamanlar her iki okul birdi- Birecik Lisesindel okuduğunu söylüyor. Okul üçüncülüğünü yarım puanla kaçırmıştı.Şimdi bile iftihar ettiği halin 1977 yılında Tübitak Kimya yarışmasında bölge II. Olan ekibin bir üyesi olmasıydı. Hedefini Lise 2’de iken seçmişti. Edebiyat okuyacaktı o. Bunda belki de aynı yılda bir “ulusal” gazetenin edebiyat ekinin yarışmasında 3. Olup eserinin de orada yayınlanmasının büyük rolü olmuştu. Psikolojik yanı ağır basan hikayenin müsveddesini –şimdi kaybettiğini diyor- okuyunca hazince gülümsediğini söylüyor. Daha sonra mezuniyetine kadar iki hikayesi ve birkaç çala-kalem şiiri de yayınlanınca kararı daha da pekişti.<br />
“ Hiç unutmam. Mezun olduğun 78’de yaptığım Üniversite tercihlerinin yedi tanesi Edebiyat fakültesiydi. En başa –eşantiyon nevinden- birkaç fenle alakalı bölümden sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi’nin Türkoloji Bölümünü tercih etmiştim. Giriş İmtihanından sonra Lise 2. olan arkadaşımla beraber Türkiye seyahatına çıktık. Önce Adana, sonra Ankara ve İzmir’den sonra İstanbul’a vardık. Sağolsunlar, hemşehriler bizi iyi ağırladılar. Onların rehberliğinde o şehirleri dolaştık. Ankara’da arkadaşım Veteriner Fakültesine gitti yalnıbaşına, bense İstanbul’da Edebiyat Fakültesine… İkimiz de ziyaret ettiğimiz bu okulları kazandık.”<br />
İstanbul’da hem okuyor, hem de bir edebiyat dergisinin yazıişlerinde gönüllü olarak çalışıyordu. Fakülte 2 ve 3. Sınıflarda ise dergiyi Ahmet Çetin isimli bir dostuyla beraber, dergiyi çıkaran ekibin yazıişlerine bakmaya başladı. Bu sırada “ulusal” bir gazetede hikaye ve makaleler yayınlıyordu. Fakülte 4. Sınıfının son sömestrinde Hocası Mehmed Kaplan’la “ Tarık Buğra’nın Romanları üzerine Bir Tahlil Denemesi” başlıklı tezini çalışırken şu makaleyi yazmıştı.<br />
“Bir Portre: Prof. Dr. Mehmet Kaplan<br />
“O devre ait bütün vesikalar apaçık olarak gösterir ki İstiklâl Savaşı’nın kazanılmasında milli istiklâl fikri kadar, dinin de büyük rolü olmuştur. Türk halkı bazı sathi aydınlara rağmen, bu gün de ŞEHADETLERİ DİNİN TEMELİ OLAN ezanın ebedi olarak inlemesini candan istemektedir. Şundan hiç şüphe etmemek lazımdır: Türkiye’de dini yıkan Türk milletini de yıkar. Dini anlayan ve yücelten, onu - Türk milletini ve devletini- ebediyete kadar yaşatır.” Edebiyatın İçinden adlı eserindeki İstiklâl Marşı’nı tahlil eden makalesinde Rahmetlik Prof. Dr. Mehmet KAPLAN bu ifadeleri kullanırken, hem gönlündeki değerler silsilesini açığa vuruyor, hem de BAZI SATHİ AYDINLARA rağmen büyük bir gerçeğe parmak basıyor.<br />
Edebiyat Fakültesi son sınıfa kadar Kaplan Hoca ile meslek ve imtihanlar için derslerini dinlemenin, edebi tahlil ve kıymetlendirmelerini okumanın dışında ünsiyetim yoktu. Okulu bitireceğim yıl, edebiyatımızda yer edinmiş, “kıymet-i harbiyesi” görülmüş herhangi bir romancıyı inceleme arzumu öğrenince, asistanı Dr. İnci Enginün ile, bana Tarık BUĞRA’nın romanlarını tahlil edip etmek istemediğimi sordurtmuştu. Kabul edince, muhterem KAPLAN Hoca ile iki sömestr sürecek bir çalışma zemini bulmuştum. Bu sayede hem onun, hem de onun BUĞRA üzerindeki aydınlatıcı etkisini kavrama imkânına kavuştum.<br />
Edebi meselelerde Avrupa’yı mutlaka bilmemiz gerektiğini belirtmekle birlikte, edebiyatımızda asıl ve öz olarak kendi milletimizin, iç içe yaşadığımız halkın, memleketimizin, hatta yöremizin ele alınmasını, kendimi milletimize özgü hayatımız üzerinde düşünülmesi lüzumunu her zaman vurgulardı. Bu çeşit fikirlerini bazen ders verirken şifahi olarak, bazen de makalelerinde yazılı olarak dile getirirdi. Eğer - günün birinde- bir milli edebiyat görünecekse kültür dünyamızda, bunun yolunun halkımızın kendi motifleriyle süslenmiş kilimleri gibi olan hususi hayatını kavramak ve bunu edebi eserlerde nakış nakış işlemek olacağını ısrarla savunurdu.<br />
Bitirme tezi çalışmamda ele aldığım ilk roman, Buğra’nın “Siyah Kehribar”ıydı. Söz konusu eserdeki olay 1940’ların İtalya’sında geçiyordu. Temel kişiliğin dışındaki bütün şahsiyetler İtalyan’dı. Eserde bulunan bütün yerler İtalya’ya aitti. Eseri “ tahlil metoduna göre” inceleyerek hazırladığım metni Kaplan Hoca’ya götürüp kitapların ve el yazma nüshaların üst üste yığıldığı Fakülte’deki odasında ona okuduğumda, yazısından başını kaldırıp gözlüklerinin üzerinden bana bakmış ve:<br />
“Yazında romanın eksik yanlarını hiç tenkit etmemişsin.” demişti. “Nuri, tıpkı bende olduğu gibi, romanı okuyunca sende de tuhaf bir yabancılık hissi doğmadı mı?”<br />
“Evet efendim,”dedim; “bunu duydum ama yazara hürmetimden dolayı yazımda belirtmedim.”<br />
Gülümseyip karşılık verdi:<br />
“Bu romanı Tarık’ın elinden alıp okuduğumda, eserde BİZE ait hiçbir desen bulamamış, milletçe hissettiğimiz ortak duygulara rastlayamamıştım. Bunu hem Tarık’ın kendisine, hem de kitabı tenkit eden bir makalemde de bütün edebiyat dünyasına izah etmiştim. Bence Türk edebiyatçılarının yapmaları gereken ilk davranış, en başta bizi ve çevremizi anlatmaktır; insanımızın yapısını, hayat tarzı ve telakkisini, memleketimizin şart ve zaruretlerini göz ardı etmemektir. Bu meseleler üzerinde düşünmeye alışmak, milli bir edebiyatın teşkili için zaruridir.”<br />
Daha sonra Buğra’nın düzyazı eserlerini incelerken bir yazısında, KÜÇÜK AĞA romanındaki yerli atmosferin, Prof. Mehmet Kaplan’ın bu tenkidinin etkisi ile meydana geldiğinin itirafını bulmuştum. Öyle ki bu eleştiriden sonra tam üç yıl hiçbir romana başlayamamış Buğra. (Düşman Kazanmak Sanatı)<br />
Kaplan Hoca roman ve hikâye türlerinde olayın, meydana geldiği şartlardan “mücerret” olarak işlenmesini devamlı tenkit eder, olayı devir ve hadiselerin temel dinamiklerinden kopuk olarak ele almanın bir yığın sakıncasından bahsederdi; bunları, o hadiseleri yaşayan kişilerin “ ferdi” (bireysel) duygu, karakter, mizaç, maddi ve manevi “ saikler”ini (güdülenmelerini) unutmadan anlatılmasını çok uygun bulurdu. Ona birkaç hikâye denememi gösterdiğimde, yine bir takım görüşlerini öğrenme fırsatına kavuşmuştum. “ Kölelik Duvarı Örülürken” başlıklı uzun hikâyemi bana okutunca (kendisi de bir yandan el yazması bir nüshayı Latin asıllı harf sistemine çeviriyordu) şunları söylediğini hep hatırlarım:<br />
“Bu güzel yapıyı ve üslubu devam ettirmekle birlikte, uzun konuşmayı bırakıp, daha geniş mânalı kelimeler seçip, hikâye denemenin daha özlü olmasını ne çok isterdim.</div>
<div style="color: rgb(34, 34, 34); font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: small;"> </div>
<div style="color: rgb(34, 34, 34); font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: small;">Mehmet Nuri BİNGÖL </div>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.