Mesai Arkadaşım Bir Hikâyeci
Mesai Arkadaşım Bir Hikâyeci / M. Nuri BİNGÖL
Hususi bir kanaldan bana ulaşan bir zat-ı muhteremin, “Biraz molla gibi konuşuyorsun.” beyanını duyunca, nedense aklıma -ne münasebetse- Nef’i’nin şu mısraları geldi:
“Tâhir Efendi bana kelb demiş
İltifâtı bu sözde zâhirdir
Mâlikî benim mezhebim zîrâ
Itikádımca kelb tâhirdir”
Üslubumun benzetildiği hususa hamdetmedim desem yalan olur. Demek ki maksat hasıl oluyor ve hedeflediğim nokta vuruluyor.
Benzetmek için demiyorum. Emirdağ Lahikası, 1. cildinde şu satırlar var:
“Risale-i Nur Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın taht-ı tasarrufunda olduğundan, ona uzanan, ilişmek isteyen her el kırılır ve her dil kurur. Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın (Vemâ Erselnâ Min Resûlin İllâ Bilisâni Kavmihî) kavl-i şerifinin îma ve işaratından şu devrede Türk lisanının sadmeler geçirmesine bakılırsa, ‘Risale-i Nur’, Türkçe’de, lisan üzerinde de imam olacağına; yani yarın HÂLİS TÜRKÇE olan Risale-i Nur’un kesb-i imtiyaz edip diğerlerini terk edeceklerine dair işaret-i Kur’aniyedendir demiş olsam hata etmemiş olurum zannederim.” (EL. C:1, shf:99)
Merhum Halil İbrahim Bey’in satırları olsa da, Üstad Bediüzzaman tarafından tasdik edilip lahikaya konduğundan mühim bulduğum ifadeyi, mümkün olduğunca yazılarımda ve hikâye çalışmalarımda devam ettirmeye çalışıyorum.
Kimileri dilimi yadırgarmış, “eleştirmen” adı verilen “mütercim” efendiler beğenmezmiş, ‘ufak tefek tavizler olsa da- kalem çalışmalarımda, Yahya Kemal’in “ağzımda annemin halis sütü” dediği güzel, asil ve halis Türkçe ile yazmaya çalışıyorum.
Yok eğer o tenkit sahibi muhtevası dini izahlı yazılarımı kast ediyorsa, o noktada şu mazeretim var.
Kabul ediyorum, dini tahsil almış ehliyetli biri değil, edebiyatçı ve araştırmacıyım. Belli bir yıldan beri Risale-i Nur kültürü aldığımdan, belli bir bakış zaviyesine sahibim zannediyorum.
Temas ettiğim dini meseleler, – hocalarımızın kulakları çınlasın- millete anlatmada zorlanılan veya eksik bırakılan mevzular. Neylersin, asıl “yetkili”ler -bazen- sus pus olunca, o sahada kalem oynatmak bize kalıyor. Bunlara belki camiamız dışında temas da ediliyor ama bazen bizde geçiştirilebiliyoruz camia olarak. Bunun neticesi de -mazide- “münasip olmayan” yapılara BİR MÜDDET sempati beslemek şeklinde görülebildi ki bunun en büyük zararı da itikad ve mesleğimizeydi.
Kimi vakit mayınlı arazide dolaşma sebebim budur, diye biliyorum.
***
Ahmed Karacan yeni ve genç bir hikâyecimiz.
Kitabının adı “Kırlangıç İncinince”…
Neşreden yayınevi editörü Fahri Tuna, yazar hakkında şunları kaleme almış:
“İnce, Derinden, Sessizce…
Güneydoğu’yu kapsayan bir öykü yarışması düzenlediğimde keşfettiğim birkaç üst düzey kalemden birisidir Ahmet Karacan.
‘İnce, derinden, sessizce” yazan bir kalemdir Ahmet Karacan; Güneydoğu insanının genişliği ve derinliğiyle Batı’nın titizliği ve disiplinini birleştirmiş bir kalemdir onun kalemi.
Öykülerinde, Birecik’ten yola çıkarak Anadolu’yu, İstanbul’u, Türkiye’yi, dünyayı, hayatı ilmek ilmek nasıl ördüğüne tanıklık edeceksiniz.
Onu ‘rugan ayakkabıları’ ayağında, ‘yalnızlığını notere tasdik ettirip’ sırtına ‘kare parçalı bir hayat’ı geçirmiş; ‘beyaz sesler’ içinde, ‘mum ışığı’ bakışlarıyla ‘fırça bıyıksız İstanbul’un” sokaklarında ‘karnı aç simitçi’yle ‘kırlangıçları incitmeden’ dolaşırken görecek; aslında Ahmet Karacan’ın öyküsünü okuyacaksınız bu kitapta.
Ve nice kitaplarında.
Tadına doya doya /doyamadan…”
Edebiyat dünyamıza hoş geldin ahmet karacan.” (kırlangıç incinince, Fahri Tuna, shf:7)
Mesai arkadaşlığı da yaptığım Karacan’ın kitapta dikkatimi çeken “Beyaz Sesler” öyküsünü derince “tahlil” etmeyi isterdim. “Beni Asfer”le 40 yıl sürüp Osmanlı Hilafet Devleti’nin doğu sınırlarında Çar Ordusunu oyalayan er oğlu erleri anlatan “uzun soluklu” bir çalışmaya vakit ayırmak için kitabı neşreden yayınevinin adresini vermekle yetineceğim:
“Değişim Yayınları, Çatalçeşme sk. 52/2 İstanbul. Tel: 02125142971”
Ekleme
Tarihi: 21 Eylül 2021 - Salı
Mesai Arkadaşım Bir Hikâyeci
Mesai Arkadaşım Bir Hikâyeci / M. Nuri BİNGÖL
Hususi bir kanaldan bana ulaşan bir zat-ı muhteremin, “Biraz molla gibi konuşuyorsun.” beyanını duyunca, nedense aklıma -ne münasebetse- Nef’i’nin şu mısraları geldi:
“Tâhir Efendi bana kelb demiş
İltifâtı bu sözde zâhirdir
Mâlikî benim mezhebim zîrâ
Itikádımca kelb tâhirdir”
Üslubumun benzetildiği hususa hamdetmedim desem yalan olur. Demek ki maksat hasıl oluyor ve hedeflediğim nokta vuruluyor.
Benzetmek için demiyorum. Emirdağ Lahikası, 1. cildinde şu satırlar var:
“Risale-i Nur Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın taht-ı tasarrufunda olduğundan, ona uzanan, ilişmek isteyen her el kırılır ve her dil kurur. Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın (Vemâ Erselnâ Min Resûlin İllâ Bilisâni Kavmihî) kavl-i şerifinin îma ve işaratından şu devrede Türk lisanının sadmeler geçirmesine bakılırsa, ‘Risale-i Nur’, Türkçe’de, lisan üzerinde de imam olacağına; yani yarın HÂLİS TÜRKÇE olan Risale-i Nur’un kesb-i imtiyaz edip diğerlerini terk edeceklerine dair işaret-i Kur’aniyedendir demiş olsam hata etmemiş olurum zannederim.” (EL. C:1, shf:99)
Merhum Halil İbrahim Bey’in satırları olsa da, Üstad Bediüzzaman tarafından tasdik edilip lahikaya konduğundan mühim bulduğum ifadeyi, mümkün olduğunca yazılarımda ve hikâye çalışmalarımda devam ettirmeye çalışıyorum.
Kimileri dilimi yadırgarmış, “eleştirmen” adı verilen “mütercim” efendiler beğenmezmiş, ‘ufak tefek tavizler olsa da- kalem çalışmalarımda, Yahya Kemal’in “ağzımda annemin halis sütü” dediği güzel, asil ve halis Türkçe ile yazmaya çalışıyorum.
Yok eğer o tenkit sahibi muhtevası dini izahlı yazılarımı kast ediyorsa, o noktada şu mazeretim var.
Kabul ediyorum, dini tahsil almış ehliyetli biri değil, edebiyatçı ve araştırmacıyım. Belli bir yıldan beri Risale-i Nur kültürü aldığımdan, belli bir bakış zaviyesine sahibim zannediyorum.
Temas ettiğim dini meseleler, – hocalarımızın kulakları çınlasın- millete anlatmada zorlanılan veya eksik bırakılan mevzular. Neylersin, asıl “yetkili”ler -bazen- sus pus olunca, o sahada kalem oynatmak bize kalıyor. Bunlara belki camiamız dışında temas da ediliyor ama bazen bizde geçiştirilebiliyoruz camia olarak. Bunun neticesi de -mazide- “münasip olmayan” yapılara BİR MÜDDET sempati beslemek şeklinde görülebildi ki bunun en büyük zararı da itikad ve mesleğimizeydi.
Kimi vakit mayınlı arazide dolaşma sebebim budur, diye biliyorum.
***
Ahmed Karacan yeni ve genç bir hikâyecimiz.
Kitabının adı “Kırlangıç İncinince”…
Neşreden yayınevi editörü Fahri Tuna, yazar hakkında şunları kaleme almış:
“İnce, Derinden, Sessizce…
Güneydoğu’yu kapsayan bir öykü yarışması düzenlediğimde keşfettiğim birkaç üst düzey kalemden birisidir Ahmet Karacan.
‘İnce, derinden, sessizce” yazan bir kalemdir Ahmet Karacan; Güneydoğu insanının genişliği ve derinliğiyle Batı’nın titizliği ve disiplinini birleştirmiş bir kalemdir onun kalemi.
Öykülerinde, Birecik’ten yola çıkarak Anadolu’yu, İstanbul’u, Türkiye’yi, dünyayı, hayatı ilmek ilmek nasıl ördüğüne tanıklık edeceksiniz.
Onu ‘rugan ayakkabıları’ ayağında, ‘yalnızlığını notere tasdik ettirip’ sırtına ‘kare parçalı bir hayat’ı geçirmiş; ‘beyaz sesler’ içinde, ‘mum ışığı’ bakışlarıyla ‘fırça bıyıksız İstanbul’un” sokaklarında ‘karnı aç simitçi’yle ‘kırlangıçları incitmeden’ dolaşırken görecek; aslında Ahmet Karacan’ın öyküsünü okuyacaksınız bu kitapta.
Ve nice kitaplarında.
Tadına doya doya /doyamadan…”
Edebiyat dünyamıza hoş geldin ahmet karacan.” (kırlangıç incinince, Fahri Tuna, shf:7)
Mesai arkadaşlığı da yaptığım Karacan’ın kitapta dikkatimi çeken “Beyaz Sesler” öyküsünü derince “tahlil” etmeyi isterdim. “Beni Asfer”le 40 yıl sürüp Osmanlı Hilafet Devleti’nin doğu sınırlarında Çar Ordusunu oyalayan er oğlu erleri anlatan “uzun soluklu” bir çalışmaya vakit ayırmak için kitabı neşreden yayınevinin adresini vermekle yetineceğim:
“Değişim Yayınları, Çatalçeşme sk. 52/2 İstanbul. Tel: 02125142971”
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.