Tahassür
<div style="color: rgb(34, 34, 34); font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: small;">
<div class="m_4884357305759742617entry" style="padding: 0px; margin: 0px; outline: none; list-style: none; border: 0px none; box-sizing: border-box; color: rgb(51, 51, 51); font-family: "Droid Sans", Arial, Verdana, sans-serif; font-size: 13px;">
<p><span style="font-size:20px">Mazi ile müstakbel arasındaki köprülerin bazen doğrudan, bazen de “sağ gösterip sol vurmak” türünden vesilelerle atılması, sosyal hayatımızın müşkül “yokuş”larda tekliyor olması, tecrübeli ve güngörmüş beyinlerin zonklaması, genç nesillerin “geleceklere” kuşku ile bakması ne de ibret vericidir…</span></p>
<p><span style="font-size:20px"><em>“Rabıta-yı Mevt”</em> diyor Bediüzzaman Hazretleri, İmam-ı Rabbani ise sadece <em>“rabıta”.</em></span></p>
<p><span style="font-size:20px">“Biz dünyadan gider olduk” hakikatı veya emrivakisi, Yahya Kemal’de aksini şöyle bulur: <em>“Biz ölüleriyle iç içe yaşayan bir milletiz.”</em> Bu idrakte bulunmayan ve yaşamayan insanlardan ne beklenir “ciddi iş” olarak?</span></p>
<p><span style="font-size:20px">Milletçe, cemiyetçe, camiaca <em>“Biz dünyadan gider olduk”</em>diyemeyişimiz değil midir ki “çer çöp” halindeyiz aynı zamanda.</span></p>
<p><span style="font-size:20px">Bu halimiz, hangi <em>“makus”</em>zamandan başladı sahiden? Elbette ki Kanunnamelerden, Islahat Fermanları’ndan, daha yakını Tanzimat’tan, çok daha yakını “Hürriyet İnkılabı”ndan- 2. Meşrutiyet’ten. İş bu günlere kadar geliverir nihayet.</span></p>
<p><span style="font-size:20px">Yıllar boyu, Bediüzzaman’ın ifadesiyle <em>“bin yıldan beri”,</em> Necip Fazıl’a göre <em>“Yeniçeri ihanetinden beri”,</em> “teraküm” ettirilen meseleler, <em>“ Eski hal muhal; ya yeni hal, ya izmihlal…” </em>bakış açısıyla hem Osmanlı’nın, hem diğer İslam coğrafyalarının, “esas ve umdelere” ters düşmeyecek tanzimlere, tadilata gitmesi zaruriydi; bunu “<em>hakkıyla, temel taşının sağlamlaştırılması</em>” manasında bir tecdid de lazımdı. Ve bu tecdidin de sadece ruhi, sadece itikadi, sadece harsi olarak değil, her sahada saltanatını kurması beklenmeliydi. Keşke böyle olsaydı! Her şey bahane; her işin başı <em>“İnsan zulmeder, kader adalet eder.” </em>meselesiydi elbet.</span></p>
<p><span style="font-size:20px">Az önce “ tadilat” mı dedik? Pek çok “kaynak”ta geçen kelimeyi, bugünün yoz anlayışıyla “onarımlar” şeklinde anlamak hamakattan öte cehalet. Kelime “adl” kökünden müştak; en basit ve asli manası “adalete getirmek”. Istılahi manasının ne olduğu çoklarınca bedihi; “haklıya hakkını vermek.” Yani bir meselenin “haddi ve hakkı” ne ise, o aslyete münasip vaziyete getirmek, ifratkâr anlayışları aslına çevirmek.</span></p>
<p><span style="font-size:20px">İşte bu “tadilat”, çeşitli endişelerin ve evhamların tazyiki ile, “tesirat-ı hariciye” de geniş dış baskıların tesiriyle yapılamadı; eldeki “yaz” mevsiminin muhafazası bir yana, iklimin sonbahardan sonra kışa kaymasına mani olunamadı. Daha doğrusu “etvar”ımızla o fetva verdirilmedi Kader’e. “cemaat üzerinde” olduğu buyurulan (Hadis) “rahmet” celbedilemedi; bazen çok lüzumlu olan, “ehl-i sünnet ve’l-cemaatın ekseriyetinin halis duası” fiilen de yapılamadığı için, Mustafa Armağan’ın dediği “Osmanlı Hinterland’ı” bir küçücük Anadolu’ya hapsedildi.</span></p>
<p><span style="font-size:20px">Asıl sebep her zaman aynı; “Zaaf-ı diyanet.” Yani “rabıta-yı mevt” yapamayan insanların “çer çöp gibi” olması, vücudumuzun “ekseriyet”lerinin bir eme yaramaması. Dün olduğu gibi bugün de devam eden ve bünyemizin ihtilaçlar içinde çırpındıran haleti, meyusiyet ve dünyevileşme –yani ebedi yaşama zannı ve hırsı- “illeti”; topyekun bir “zaaf-ı diyanet” sari marazının –ya da domuz gribinin!- yakamızdan düşmesi için çalışanlara vurulacak damgalar da hazırdı üstelik; “300 kişilik derin dünya devleti” –zındıka komitesi- tarafından. Bir kısmını biliyorsunuz; bazen halife düşmanı, bazen mürteci, bazen şöhret mecnunu, bazen sadaketsiz- dönek, bazen adem-i merkeziyetçi, bazen de “unsuriyetperver.” Listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz.</span></p>
<p><span style="font-size:20px">Tesbit yığınla, denilecekler pek çok, derya geniş, kovamız dar ama… Meselenin bakiyesini zihinlere havale edişin bir sebebi de, <em>“sözün güzelliği kısalığından” </em>hikmetiyle kendimi bağlı göremdir. “Biz dünyadan gider olduk” selamını aleme yayamayışımız değil midir ki manevi iklimler böyle silik ve İstanbul dönmeye iştahlı? “Yetkililer” ders alıp gereğini yapmazsa elbet…</span></p>
<p><span style="font-size:20px">Yunus olmaya azimli ve Yunus’ça seslenmeye amade ruhlara selam olsun! “Ceride-i Seyyare” olan Bediüzzaman’ı da unutmadan. En iyisi toplu selam vermek ama en değerlisi tarihin selam durması, selam çakması.</span></p>
<p><span style="font-size:20px">“Ne olur, hakkınızı helal ediniz</span></p>
<div> </div>
</div>
</div>
Ekleme
Tarihi: 07 Eylül 2019 - Cumartesi
Tahassür
<div style="color: rgb(34, 34, 34); font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: small;">
<div class="m_4884357305759742617entry" style="padding: 0px; margin: 0px; outline: none; list-style: none; border: 0px none; box-sizing: border-box; color: rgb(51, 51, 51); font-family: "Droid Sans", Arial, Verdana, sans-serif; font-size: 13px;">
<p><span style="font-size:20px">Mazi ile müstakbel arasındaki köprülerin bazen doğrudan, bazen de “sağ gösterip sol vurmak” türünden vesilelerle atılması, sosyal hayatımızın müşkül “yokuş”larda tekliyor olması, tecrübeli ve güngörmüş beyinlerin zonklaması, genç nesillerin “geleceklere” kuşku ile bakması ne de ibret vericidir…</span></p>
<p><span style="font-size:20px"><em>“Rabıta-yı Mevt”</em> diyor Bediüzzaman Hazretleri, İmam-ı Rabbani ise sadece <em>“rabıta”.</em></span></p>
<p><span style="font-size:20px">“Biz dünyadan gider olduk” hakikatı veya emrivakisi, Yahya Kemal’de aksini şöyle bulur: <em>“Biz ölüleriyle iç içe yaşayan bir milletiz.”</em> Bu idrakte bulunmayan ve yaşamayan insanlardan ne beklenir “ciddi iş” olarak?</span></p>
<p><span style="font-size:20px">Milletçe, cemiyetçe, camiaca <em>“Biz dünyadan gider olduk”</em>diyemeyişimiz değil midir ki “çer çöp” halindeyiz aynı zamanda.</span></p>
<p><span style="font-size:20px">Bu halimiz, hangi <em>“makus”</em>zamandan başladı sahiden? Elbette ki Kanunnamelerden, Islahat Fermanları’ndan, daha yakını Tanzimat’tan, çok daha yakını “Hürriyet İnkılabı”ndan- 2. Meşrutiyet’ten. İş bu günlere kadar geliverir nihayet.</span></p>
<p><span style="font-size:20px">Yıllar boyu, Bediüzzaman’ın ifadesiyle <em>“bin yıldan beri”,</em> Necip Fazıl’a göre <em>“Yeniçeri ihanetinden beri”,</em> “teraküm” ettirilen meseleler, <em>“ Eski hal muhal; ya yeni hal, ya izmihlal…” </em>bakış açısıyla hem Osmanlı’nın, hem diğer İslam coğrafyalarının, “esas ve umdelere” ters düşmeyecek tanzimlere, tadilata gitmesi zaruriydi; bunu “<em>hakkıyla, temel taşının sağlamlaştırılması</em>” manasında bir tecdid de lazımdı. Ve bu tecdidin de sadece ruhi, sadece itikadi, sadece harsi olarak değil, her sahada saltanatını kurması beklenmeliydi. Keşke böyle olsaydı! Her şey bahane; her işin başı <em>“İnsan zulmeder, kader adalet eder.” </em>meselesiydi elbet.</span></p>
<p><span style="font-size:20px">Az önce “ tadilat” mı dedik? Pek çok “kaynak”ta geçen kelimeyi, bugünün yoz anlayışıyla “onarımlar” şeklinde anlamak hamakattan öte cehalet. Kelime “adl” kökünden müştak; en basit ve asli manası “adalete getirmek”. Istılahi manasının ne olduğu çoklarınca bedihi; “haklıya hakkını vermek.” Yani bir meselenin “haddi ve hakkı” ne ise, o aslyete münasip vaziyete getirmek, ifratkâr anlayışları aslına çevirmek.</span></p>
<p><span style="font-size:20px">İşte bu “tadilat”, çeşitli endişelerin ve evhamların tazyiki ile, “tesirat-ı hariciye” de geniş dış baskıların tesiriyle yapılamadı; eldeki “yaz” mevsiminin muhafazası bir yana, iklimin sonbahardan sonra kışa kaymasına mani olunamadı. Daha doğrusu “etvar”ımızla o fetva verdirilmedi Kader’e. “cemaat üzerinde” olduğu buyurulan (Hadis) “rahmet” celbedilemedi; bazen çok lüzumlu olan, “ehl-i sünnet ve’l-cemaatın ekseriyetinin halis duası” fiilen de yapılamadığı için, Mustafa Armağan’ın dediği “Osmanlı Hinterland’ı” bir küçücük Anadolu’ya hapsedildi.</span></p>
<p><span style="font-size:20px">Asıl sebep her zaman aynı; “Zaaf-ı diyanet.” Yani “rabıta-yı mevt” yapamayan insanların “çer çöp gibi” olması, vücudumuzun “ekseriyet”lerinin bir eme yaramaması. Dün olduğu gibi bugün de devam eden ve bünyemizin ihtilaçlar içinde çırpındıran haleti, meyusiyet ve dünyevileşme –yani ebedi yaşama zannı ve hırsı- “illeti”; topyekun bir “zaaf-ı diyanet” sari marazının –ya da domuz gribinin!- yakamızdan düşmesi için çalışanlara vurulacak damgalar da hazırdı üstelik; “300 kişilik derin dünya devleti” –zındıka komitesi- tarafından. Bir kısmını biliyorsunuz; bazen halife düşmanı, bazen mürteci, bazen şöhret mecnunu, bazen sadaketsiz- dönek, bazen adem-i merkeziyetçi, bazen de “unsuriyetperver.” Listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz.</span></p>
<p><span style="font-size:20px">Tesbit yığınla, denilecekler pek çok, derya geniş, kovamız dar ama… Meselenin bakiyesini zihinlere havale edişin bir sebebi de, <em>“sözün güzelliği kısalığından” </em>hikmetiyle kendimi bağlı göremdir. “Biz dünyadan gider olduk” selamını aleme yayamayışımız değil midir ki manevi iklimler böyle silik ve İstanbul dönmeye iştahlı? “Yetkililer” ders alıp gereğini yapmazsa elbet…</span></p>
<p><span style="font-size:20px">Yunus olmaya azimli ve Yunus’ça seslenmeye amade ruhlara selam olsun! “Ceride-i Seyyare” olan Bediüzzaman’ı da unutmadan. En iyisi toplu selam vermek ama en değerlisi tarihin selam durması, selam çakması.</span></p>
<p><span style="font-size:20px">“Ne olur, hakkınızı helal ediniz</span></p>
<div> </div>
</div>
</div>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.