Yolumuz, Hz. Adem’le başlayan Resullerin yoludur. Bu bize yüklenen emanetin sorumluluğudur. Tevhit bayrağı devrede ede bize kadar gelmiştir ve Allah'ın vahyin de ve sünnetinde bir değişiklik olmamıştır ve kıyamete kadar da olmayacaktır.
Bu kutlu yolun yolcuları, ateşlerden geçmiş, esir pazarlarında satılmış, zindanlara atılmıştır. Testereyle kesilmiş, bir Musa doğmasın diye, binlerce Musa katledilmiş, havarilerinin ihanetine uğrayan Hz. İsa, çarmıha gerilmiştir.
Bu yol çileli ve meşakkatli bir yoldur. Bu yolun temsilcileri; tarihin her döneminde Firavunla, Karunla ve Bel'amla mücadele etmiştir.
Tarihin bu ikindi vaktinde de, eskiden olduğu gibi, Firavun aynı Firavun, Karun aynı Karun, Bel'am aynı Bel'am. İddialarını ve değerlerini terk eden biziz.
Her seferinde mücadeleye büyük bir heyecanla başlamak ve ne yazık ki her seferinde menzile varmadan yolda dağılıp kaybolmak. Bu bir kader mıdır, bilmiyorum? Her seferinde tökezlemek ve her seferinde aynı tuzaklarla karşılaşmak; bir imtihan olsa gerek. Sınanmak, imtihan edilmek ve imtihanı kaybetmek; bize emanet edilen sorumluluğu taşıyamamak, temsil edememek. Yola çıkıp yolda kaybolmak. Ne olursa olsun, yine de bu yol yürünecek ve hedefe varılmasa bile düşe kalka yol alınacaktır. Kimisi yolda kaybolacak, kimisinin nefesi yetmeyecek, kimisi bu yolda bir iz bırakmanın bahtiyarlığına erecektir.
Şu an da bir yol kavşağındayız. Tarihin bize yüklediği ve sorumlu kıldığı bir dönemin arifesindeyiz. Ya yolu doğru koyup, ilahi işaretlere dikkat edip, sırat-ı müstakim üzre menzile doğru yol alacağız; veyahut işaretleri dikkate almayıp, yolda kaybolup kurda kuşa, Firavunlara, Karunlara, Belamlara yem olacağız.
Müslümanlar olarak iyi bir sınav veremedik. İslamı bütün kurum ve kurallarıyla yaşayıp, yaşatamadık. Bize ait olmayan sistemlerin, bize ait olmayan hayatların tutsağı olduk. Müslümanca bir hayatı, mümince bir hayatı kurgulayamadık. Müslüman gibi düşünen, hristiyanlar gibi yaşayan insanlar haline dönüştük. Karşı çıktıklarımız ve kıyasıya eleştirdiklerimizle aynileştik. Aşındık. Çizgiyi bir kere geçince her şeyi yapmak mubah hale geliyor. Bu bir yol kazası değil, bir savrulma ve yolda yürürken yolu kaybetme. Belki bilinçli bir tercih değil, şeytanın parıltılarına, parıltılarının cazibesine kapılma ve gayeden uzaklaşma hali.
Her tarafımız tuzaklarla dolu. Âdem de bu parıltıların tuzağına kapılmıştı. Parıltıların cazibesine kapılarak, dokunulmayacağa dokundu ve toprağa reddedildi. Küfür Sistemlerinin albenisi de Müslümanları nefislerinden yakaladı ve mağlup etti.
Şeytan, Havva’dan, Adem'e yaklaşmıştı. Günümüz kapitalist şeytanı da aynı yolu takip ediyor. Sizi dışlayarak, ötekileştirerek yok edemeyenler, sizi içine alarak, ideallerinizden, ilkelerinizden uzaklaştırıyor. Bulvar gazeteleri ve sosyal medya bu uzaklaşmanın fotoğraflarıyla dolu. Moda defileleriniz, sünnet düğünleriniz bin bir gece masallarını aratmayacak cinsten. Derin sosyetenin derinliklerinde kaybolmak üzereler. Merasimleriniz şatafatlı, ilişkileriniz yapmacık, sindirilmemiş servetler, kariyerler, kompleksli hayatlar, doymak bilmez iştihalar; estetikten, sanattan, incelikten, hassasiyetten, anlamayan tipler. Dışlanmanın acısını, hoyratça, kabaca çıkarmaya çalışan dünün İslamcısı, bugünün "muhafazakâr" insancıkları...
Siz İslamı da, misyonumuzu da, ideallerimizi de, elli yıllık çabamızı da yerle bir ettiniz ve hayallerimizi, İslamı, imanı modernizmin çukuruna gömdünüz. "Mene, tekel, feres." Tartıldınız, eksik bulundunuz, imtihanı kaybettiniz. Kaybeden sizsiniz, İslam asla kaybetmez.
İslam, Hz. Adem'den beri var ve kıyamete kadar da devam edecektir. Bu kutsal Dine inananlar, asaletlerini, güçlerini ondan alırlar ve ona bağlılıkları nispetinde yücelirler yüceltirler ve ülkeleri, kıtaları, gönülleri fethederler.
Onlar, bu aziz İslam için kılıçlarını keskinleştirip fisebilillah mücadele ederken, onların çocukları ve torunları, bu muhteşem mirasın altında ezilerek, kendi elleriyle aziz İslam'ı kurumlarından uzaklaştırıp sürgün eylediler.
Sistemle, inançlarımızı uzlaştırma çılgınlığına düştük. Her uzlaşma, kendinden uzaklaşmayı getirdi.
Sistemin içine girdikçe, bütün iddialarımızı kaybettik ve Kemalizm’in yeşil boyasına boyandık.
Dünyanın hazineleri, mevki, makam, serveti uğruna ruhumuzu sisteme sattık.
Problemin nasıl yaşandığı değil, niçin yaşandığıdır? Her birimiz, nasıl bir tarihi süreçten geçip geldiğimizi biliyoruz. Önemli olan, bize biçilen bu rolü tersine çevirmek ve düştüğümüz bu çukurdan doğrulmasını bilmektir.
Ali İzzet Begoviç; "varoluşumuza anlam veren şey şerdir. Şer olmasaydı hayr da olmazdı. İyi ve kötü olmasa her şey mekaniğe, dolayısıyla yoluna indirgenir." diyor. Bizde her şerden bir hayr çıkarmasını bilmeliyiz.,
"Milletler tarihsel hamlelerini kendi değerlerinden alırlar. Bu hamleyi Fransızlar dil ve kültürün ocağından, Almanlar ırk davasından, İngilizler ekonomi hırsından almışlardı. Biz bu kuvvet iradesini fertte var olmak iradesinin karşılığı bu yapıcı aşkı, İslam dininden, onun aleme yayılma idealinden aldık. Milli tarihimizi bu topraklara eken, bütün gazilerin kılıçlarının kabzasında kazılı "Allah" adı ve Millet şehitlerimizin son nefesinde yazılı "Şehadet kelimesi idi. Hepsi kafirlere cihat açtılar ve harp sancaklarının gölgesinde iki rekât namaz kılarak gaza meydanına atıldılar."
Alparslan’dan Selahaddin Eyyubi'ye, Fatihten Yavuz Sultan Selim'e kadar İslam milletimizin velisi olan bu büyük ruhlar, Allah davası için yaşadılar, savaştılar ve âleme Allah emri saçtılar.
Şunu artık görmeliyiz ki, Batı önce değerlerimizi tahrip etti, sonra coğrafyasını parçaladı. Batı taklitçiliği, irfan kalemize sokulan Truva atıydı. Bizim olmayan bir vücut, bizim olan bir ruhun yerine geçti ve bizim ruhumuzu, bize düşman bir vücut kemirdi yok etti. Bakış açımız değişti, önceliklerimiz değişti, kavramlarımız değişti.
Din devlete götüren yol olduğu zamanlarda tarihimizin son asırların da bütün süfli ihtiraslar, yükselme ümidini dindar gözükmede aradılar. Milletimiz yükselmekte iken devlet, din yolu idi. Yıkılışla beraber din, devlet yolu oldu ve işte bu gaye ile vasıta arasındaki yer değiştirmeler, yıkılışımızın sebebi olmuştur. Şayet dini, devlet yolu yaparsanız, Dine saldıran bütün süfli ihtiraslar, ulema- yı İslam kesileceklerelerdir.
Bu hastalıklı bünyeyi nasıl tedavi edip ayağı kaldıracaksınız? Nasıl bir yol, metot uygulayacaksınız, bir çıkış yolu var mıdır, işe nereden başlamak lazım? Diye, kendi kültürümüzü, kimliğimizi, varoluş değerlerimizi besleyecek ve zenginleştirip yoğuracak olan okulun kapısına koşuyorsunuz, heyhat! okul size ait olan ne varsa dışlamış, size düşman bir medeniyetin değerleri olan, pozitivizme, materyalizme sizi mahkûm ve mecbur etmiş ve batıya dost, kendi değerlerine düşman nesiller yetiştirmekle meşgul. Okul tam bir asırdır, bir delinin peşinde, posttaki derinin kıllarını saymakla meşgul; eğitmiyor, çıldırtıyor, kendi değerlerinden, kendi geçmişinden uzaklaştırıyor, kendi toprağıyla göbek münasebetini kesiyor.
Okuldan ümidinizi kesip mabedin kapısına koşuyorsunuz, mabet suskun, mabet, dini dekorun kostümlü oyuncularıyla dolmuş. Ruhu yok, samimiyeti yok, kuru bir görev anlayışının dışında bir işlevi kalmamış. Bir sürü tegannici, mabet artisti, sesinden başka bir sermayesi olmayan, "ses sanatkârlığı ile Kur'an ticareti yapan, duası huzurlara hakaret, ibadeti kupkuru, ruhsuz, bir mecburiyeti yerine getirmeye çalışan pek çok din adamı" bu mukaddes davayı yarınlara taşıyacak iradeden ve sorumluluktan mahrumdur.
Peki politika bu yollardan biri olabilir mi? Makyavel'in "politika beyaz eldivenle oynanmaz" teşhisinden beri en aldatıcı olanıdır.
Peki, ne yapacağız; yok oluşumuzu mu seyredeceğiz? Elbette ki hayır. O halde, çare nedir?
Çare; öncelikle bu ataletten, bu vurdum duymazlıktan, nefsimizin hava ve hevesinden, kendi kendimizi kapattığımız zindanımız dan, debdebeden, gösterişten kurtulmamız ve yepyeni bir diriliş için yol haritasını çizip, hedef belirlememiz lazım.
Bu kutlu yolun öncülerini, önden gidecek olanlarını yetiştirmekle işe başlamamız gerekir.
Bu çağda yaşayan insanın, ruhi yapısından düşünce hareketlerinden haberdar olacak çağdaş uygarlığın, dinlerin ve kültürlerin mahiyetini bilen inanmış aydınlar yetiştirmekle işe başlamalıyız. Onlar olmakta olanı görecekler ve bütün bu dejenerasyona, alinasyona, adaletsizliğe, yok saymaya, entekrizme başkaldıracaklardır.
Bu aydınlar tabanı şekillendirecek ve yeni nesilleri yetiştirecek sorumlu bir hareket oluşturacaklardır.
Bu aydınlar, öncelikle kendi köklerine, geçmişlerindeki kültür ve tarihi mirasa yaslanarak ve bu mirası hurefalardan ayıklayarak işe başlayacaklardır. Kur'an ve sünnet çizgisinde tevhidin verdiği sorumluluk bilinciyle izleyeceği yolu bulur. Batının dalındaki salmış, vahşi, barbar, ilkel ve korkunçlu, büyüleyiciliği, her taraftan bombardımana tabi tutmuş tavrı karşısında, yeteneklerini geliştirerek, İslam’ın Ekonomi- politiğiyle donatarak daha kolayca ve rahatlıkla mücadele verebilir. Bu yolla yıkılmış benliğini, kültürel ve manevi hayatını yenileyerek ayakları üstünde yürümeye başlayabilir ve gerçek dini bu yolla tebliğ edebilir.
Gericilik zincirleri, dinden kaynaklanıyor gibi görünen, donukluk ve hareketsizlikten, batıya bağımlı ruhsal kölelikten, donukluktan, taklitten, nesli kurtarmak ve harekete geçirmek gereklidir. Bozulma ve cehaletin kalın tabakaları altında saklanan İslamı, ilerici ve harekete geçirici yönüyle gündeme getirmek büyük imani harekete dönüştürmek lazımdır.
Eğitim ve öğretim kurumları, basın dünyası, sanatçılar, şairler, yazarlar, bilim otoritelerimiz Batının zevk, ahlak ve düşünce artıklarını kullanan ve bu kültürü içselleştiren, Batının yeniçerilerinin saldırıları karşısında; bu aydınlar, toplumun dindarlarını ve özgürlük taraftarlarını bir araya getirecekler ve insanın ve İslam’ın soyluluğunu birleştireceklerdir.
Halkı bu batıcı aydınların tuzaklarından, hurafelere bürünmüş dindar görünenlerin etkisinden nesilleri kurtaracak ve yeni bir diriliş şafağının müjdecisi olacaklardır.
Bunlar, batı tarafından teslimi alınmış okulun yerine, her evi, coğrafyanın her metrekaresini onlar, okula dönüştüreceklerdir. Tıpkı Ashab-ı Suffa gibi. Herkes birbirinin hocası ve herkes birbirinin talebesi olacaktır. Varsın okul, çağdaş hurafelerine inat, bu aydınlar araştırma ekipleri ve tebliğ ekipleri oluşturacaklarıdır; ekonomi, felsefe, siyasal, fıkıh, mimari, estetik;
1.İslamı tanıma grubu
2.Tarih grubu
3.İslami bilim ve kültür grubu
4. Sosyal bilimler grubu
5. İslam ve edebiyat grubu
Eğitim Ekibi
İslamı tanıma
Kur'an’ı tanıma
Tebliğ ekibi
Sanat-edebiyat
Oluşturulan bu gruplar, aynı zamanda Batının düşünce fatihlerini de okuyarak; "her sahteye düşman, her değere dost" parolası ile hareket edeceklerdir.
Hummalı bir çalışmaya, devrimci Bir İslamı yeniden hâkim kılmaya var mısınız? Bu grupların diploma derdi, kariyer derdi, atanma derdi olmayacak. Tek dertleri İnsan ve İslam olacaktır.
Yeni bir dünya ve yeni bir insanlık için yola çıkacaklara selam olsun.
"YOLUMUZ, HALİMİZ, ÇAREMİZ."
Yolumuz, Hz. Adem’le başlayan Resullerin yoludur. Bu bize yüklenen emanetin sorumluluğudur. Tevhit bayrağı devrede ede bize kadar gelmiştir ve Allah'ın vahyin de ve sünnetinde bir değişiklik olmamıştır ve kıyamete kadar da olmayacaktır.
Bu kutlu yolun yolcuları, ateşlerden geçmiş, esir pazarlarında satılmış, zindanlara atılmıştır. Testereyle kesilmiş, bir Musa doğmasın diye, binlerce Musa katledilmiş, havarilerinin ihanetine uğrayan Hz. İsa, çarmıha gerilmiştir.
Bu yol çileli ve meşakkatli bir yoldur. Bu yolun temsilcileri; tarihin her döneminde Firavunla, Karunla ve Bel'amla mücadele etmiştir.
Tarihin bu ikindi vaktinde de, eskiden olduğu gibi, Firavun aynı Firavun, Karun aynı Karun, Bel'am aynı Bel'am. İddialarını ve değerlerini terk eden biziz.
Her seferinde mücadeleye büyük bir heyecanla başlamak ve ne yazık ki her seferinde menzile varmadan yolda dağılıp kaybolmak. Bu bir kader mıdır, bilmiyorum? Her seferinde tökezlemek ve her seferinde aynı tuzaklarla karşılaşmak; bir imtihan olsa gerek. Sınanmak, imtihan edilmek ve imtihanı kaybetmek; bize emanet edilen sorumluluğu taşıyamamak, temsil edememek. Yola çıkıp yolda kaybolmak. Ne olursa olsun, yine de bu yol yürünecek ve hedefe varılmasa bile düşe kalka yol alınacaktır. Kimisi yolda kaybolacak, kimisinin nefesi yetmeyecek, kimisi bu yolda bir iz bırakmanın bahtiyarlığına erecektir.
Şu an da bir yol kavşağındayız. Tarihin bize yüklediği ve sorumlu kıldığı bir dönemin arifesindeyiz. Ya yolu doğru koyup, ilahi işaretlere dikkat edip, sırat-ı müstakim üzre menzile doğru yol alacağız; veyahut işaretleri dikkate almayıp, yolda kaybolup kurda kuşa, Firavunlara, Karunlara, Belamlara yem olacağız.
Müslümanlar olarak iyi bir sınav veremedik. İslamı bütün kurum ve kurallarıyla yaşayıp, yaşatamadık. Bize ait olmayan sistemlerin, bize ait olmayan hayatların tutsağı olduk. Müslümanca bir hayatı, mümince bir hayatı kurgulayamadık. Müslüman gibi düşünen, hristiyanlar gibi yaşayan insanlar haline dönüştük. Karşı çıktıklarımız ve kıyasıya eleştirdiklerimizle aynileştik. Aşındık. Çizgiyi bir kere geçince her şeyi yapmak mubah hale geliyor. Bu bir yol kazası değil, bir savrulma ve yolda yürürken yolu kaybetme. Belki bilinçli bir tercih değil, şeytanın parıltılarına, parıltılarının cazibesine kapılma ve gayeden uzaklaşma hali.
Her tarafımız tuzaklarla dolu. Âdem de bu parıltıların tuzağına kapılmıştı. Parıltıların cazibesine kapılarak, dokunulmayacağa dokundu ve toprağa reddedildi. Küfür Sistemlerinin albenisi de Müslümanları nefislerinden yakaladı ve mağlup etti.
Şeytan, Havva’dan, Adem'e yaklaşmıştı. Günümüz kapitalist şeytanı da aynı yolu takip ediyor. Sizi dışlayarak, ötekileştirerek yok edemeyenler, sizi içine alarak, ideallerinizden, ilkelerinizden uzaklaştırıyor. Bulvar gazeteleri ve sosyal medya bu uzaklaşmanın fotoğraflarıyla dolu. Moda defileleriniz, sünnet düğünleriniz bin bir gece masallarını aratmayacak cinsten. Derin sosyetenin derinliklerinde kaybolmak üzereler. Merasimleriniz şatafatlı, ilişkileriniz yapmacık, sindirilmemiş servetler, kariyerler, kompleksli hayatlar, doymak bilmez iştihalar; estetikten, sanattan, incelikten, hassasiyetten, anlamayan tipler. Dışlanmanın acısını, hoyratça, kabaca çıkarmaya çalışan dünün İslamcısı, bugünün "muhafazakâr" insancıkları...
Siz İslamı da, misyonumuzu da, ideallerimizi de, elli yıllık çabamızı da yerle bir ettiniz ve hayallerimizi, İslamı, imanı modernizmin çukuruna gömdünüz. "Mene, tekel, feres." Tartıldınız, eksik bulundunuz, imtihanı kaybettiniz. Kaybeden sizsiniz, İslam asla kaybetmez.
İslam, Hz. Adem'den beri var ve kıyamete kadar da devam edecektir. Bu kutsal Dine inananlar, asaletlerini, güçlerini ondan alırlar ve ona bağlılıkları nispetinde yücelirler yüceltirler ve ülkeleri, kıtaları, gönülleri fethederler.
Onlar, bu aziz İslam için kılıçlarını keskinleştirip fisebilillah mücadele ederken, onların çocukları ve torunları, bu muhteşem mirasın altında ezilerek, kendi elleriyle aziz İslam'ı kurumlarından uzaklaştırıp sürgün eylediler.
Sistemle, inançlarımızı uzlaştırma çılgınlığına düştük. Her uzlaşma, kendinden uzaklaşmayı getirdi.
Sistemin içine girdikçe, bütün iddialarımızı kaybettik ve Kemalizm’in yeşil boyasına boyandık.
Dünyanın hazineleri, mevki, makam, serveti uğruna ruhumuzu sisteme sattık.
Problemin nasıl yaşandığı değil, niçin yaşandığıdır? Her birimiz, nasıl bir tarihi süreçten geçip geldiğimizi biliyoruz. Önemli olan, bize biçilen bu rolü tersine çevirmek ve düştüğümüz bu çukurdan doğrulmasını bilmektir.
Ali İzzet Begoviç; "varoluşumuza anlam veren şey şerdir. Şer olmasaydı hayr da olmazdı. İyi ve kötü olmasa her şey mekaniğe, dolayısıyla yoluna indirgenir." diyor. Bizde her şerden bir hayr çıkarmasını bilmeliyiz.,
"Milletler tarihsel hamlelerini kendi değerlerinden alırlar. Bu hamleyi Fransızlar dil ve kültürün ocağından, Almanlar ırk davasından, İngilizler ekonomi hırsından almışlardı. Biz bu kuvvet iradesini fertte var olmak iradesinin karşılığı bu yapıcı aşkı, İslam dininden, onun aleme yayılma idealinden aldık. Milli tarihimizi bu topraklara eken, bütün gazilerin kılıçlarının kabzasında kazılı "Allah" adı ve Millet şehitlerimizin son nefesinde yazılı "Şehadet kelimesi idi. Hepsi kafirlere cihat açtılar ve harp sancaklarının gölgesinde iki rekât namaz kılarak gaza meydanına atıldılar."
Alparslan’dan Selahaddin Eyyubi'ye, Fatihten Yavuz Sultan Selim'e kadar İslam milletimizin velisi olan bu büyük ruhlar, Allah davası için yaşadılar, savaştılar ve âleme Allah emri saçtılar.
Şunu artık görmeliyiz ki, Batı önce değerlerimizi tahrip etti, sonra coğrafyasını parçaladı. Batı taklitçiliği, irfan kalemize sokulan Truva atıydı. Bizim olmayan bir vücut, bizim olan bir ruhun yerine geçti ve bizim ruhumuzu, bize düşman bir vücut kemirdi yok etti. Bakış açımız değişti, önceliklerimiz değişti, kavramlarımız değişti.
Din devlete götüren yol olduğu zamanlarda tarihimizin son asırların da bütün süfli ihtiraslar, yükselme ümidini dindar gözükmede aradılar. Milletimiz yükselmekte iken devlet, din yolu idi. Yıkılışla beraber din, devlet yolu oldu ve işte bu gaye ile vasıta arasındaki yer değiştirmeler, yıkılışımızın sebebi olmuştur. Şayet dini, devlet yolu yaparsanız, Dine saldıran bütün süfli ihtiraslar, ulema- yı İslam kesileceklerelerdir.
Bu hastalıklı bünyeyi nasıl tedavi edip ayağı kaldıracaksınız? Nasıl bir yol, metot uygulayacaksınız, bir çıkış yolu var mıdır, işe nereden başlamak lazım? Diye, kendi kültürümüzü, kimliğimizi, varoluş değerlerimizi besleyecek ve zenginleştirip yoğuracak olan okulun kapısına koşuyorsunuz, heyhat! okul size ait olan ne varsa dışlamış, size düşman bir medeniyetin değerleri olan, pozitivizme, materyalizme sizi mahkûm ve mecbur etmiş ve batıya dost, kendi değerlerine düşman nesiller yetiştirmekle meşgul. Okul tam bir asırdır, bir delinin peşinde, posttaki derinin kıllarını saymakla meşgul; eğitmiyor, çıldırtıyor, kendi değerlerinden, kendi geçmişinden uzaklaştırıyor, kendi toprağıyla göbek münasebetini kesiyor.
Okuldan ümidinizi kesip mabedin kapısına koşuyorsunuz, mabet suskun, mabet, dini dekorun kostümlü oyuncularıyla dolmuş. Ruhu yok, samimiyeti yok, kuru bir görev anlayışının dışında bir işlevi kalmamış. Bir sürü tegannici, mabet artisti, sesinden başka bir sermayesi olmayan, "ses sanatkârlığı ile Kur'an ticareti yapan, duası huzurlara hakaret, ibadeti kupkuru, ruhsuz, bir mecburiyeti yerine getirmeye çalışan pek çok din adamı" bu mukaddes davayı yarınlara taşıyacak iradeden ve sorumluluktan mahrumdur.
Peki politika bu yollardan biri olabilir mi? Makyavel'in "politika beyaz eldivenle oynanmaz" teşhisinden beri en aldatıcı olanıdır.
Peki, ne yapacağız; yok oluşumuzu mu seyredeceğiz? Elbette ki hayır. O halde, çare nedir?
Çare; öncelikle bu ataletten, bu vurdum duymazlıktan, nefsimizin hava ve hevesinden, kendi kendimizi kapattığımız zindanımız dan, debdebeden, gösterişten kurtulmamız ve yepyeni bir diriliş için yol haritasını çizip, hedef belirlememiz lazım.
Bu kutlu yolun öncülerini, önden gidecek olanlarını yetiştirmekle işe başlamamız gerekir.
Bu çağda yaşayan insanın, ruhi yapısından düşünce hareketlerinden haberdar olacak çağdaş uygarlığın, dinlerin ve kültürlerin mahiyetini bilen inanmış aydınlar yetiştirmekle işe başlamalıyız. Onlar olmakta olanı görecekler ve bütün bu dejenerasyona, alinasyona, adaletsizliğe, yok saymaya, entekrizme başkaldıracaklardır.
Bu aydınlar tabanı şekillendirecek ve yeni nesilleri yetiştirecek sorumlu bir hareket oluşturacaklardır.
Bu aydınlar, öncelikle kendi köklerine, geçmişlerindeki kültür ve tarihi mirasa yaslanarak ve bu mirası hurefalardan ayıklayarak işe başlayacaklardır. Kur'an ve sünnet çizgisinde tevhidin verdiği sorumluluk bilinciyle izleyeceği yolu bulur. Batının dalındaki salmış, vahşi, barbar, ilkel ve korkunçlu, büyüleyiciliği, her taraftan bombardımana tabi tutmuş tavrı karşısında, yeteneklerini geliştirerek, İslam’ın Ekonomi- politiğiyle donatarak daha kolayca ve rahatlıkla mücadele verebilir. Bu yolla yıkılmış benliğini, kültürel ve manevi hayatını yenileyerek ayakları üstünde yürümeye başlayabilir ve gerçek dini bu yolla tebliğ edebilir.
Gericilik zincirleri, dinden kaynaklanıyor gibi görünen, donukluk ve hareketsizlikten, batıya bağımlı ruhsal kölelikten, donukluktan, taklitten, nesli kurtarmak ve harekete geçirmek gereklidir. Bozulma ve cehaletin kalın tabakaları altında saklanan İslamı, ilerici ve harekete geçirici yönüyle gündeme getirmek büyük imani harekete dönüştürmek lazımdır.
Eğitim ve öğretim kurumları, basın dünyası, sanatçılar, şairler, yazarlar, bilim otoritelerimiz Batının zevk, ahlak ve düşünce artıklarını kullanan ve bu kültürü içselleştiren, Batının yeniçerilerinin saldırıları karşısında; bu aydınlar, toplumun dindarlarını ve özgürlük taraftarlarını bir araya getirecekler ve insanın ve İslam’ın soyluluğunu birleştireceklerdir.
Halkı bu batıcı aydınların tuzaklarından, hurafelere bürünmüş dindar görünenlerin etkisinden nesilleri kurtaracak ve yeni bir diriliş şafağının müjdecisi olacaklardır.
Bunlar, batı tarafından teslimi alınmış okulun yerine, her evi, coğrafyanın her metrekaresini onlar, okula dönüştüreceklerdir. Tıpkı Ashab-ı Suffa gibi. Herkes birbirinin hocası ve herkes birbirinin talebesi olacaktır. Varsın okul, çağdaş hurafelerine inat, bu aydınlar araştırma ekipleri ve tebliğ ekipleri oluşturacaklarıdır; ekonomi, felsefe, siyasal, fıkıh, mimari, estetik;
1.İslamı tanıma grubu
2.Tarih grubu
3.İslami bilim ve kültür grubu
4. Sosyal bilimler grubu
5. İslam ve edebiyat grubu
Eğitim Ekibi
İslamı tanıma
Kur'an’ı tanıma
Tebliğ ekibi
Sanat-edebiyat
Oluşturulan bu gruplar, aynı zamanda Batının düşünce fatihlerini de okuyarak; "her sahteye düşman, her değere dost" parolası ile hareket edeceklerdir.
Hummalı bir çalışmaya, devrimci Bir İslamı yeniden hâkim kılmaya var mısınız? Bu grupların diploma derdi, kariyer derdi, atanma derdi olmayacak. Tek dertleri İnsan ve İslam olacaktır.
Yeni bir dünya ve yeni bir insanlık için yola çıkacaklara selam olsun.
Ekleme
Tarihi: 14 Ocak 2024 - Pazar
"YOLUMUZ, HALİMİZ, ÇAREMİZ."
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.