İNSAN KENDİNE KÖRDÜR
İNSAN KENDİNE KÖRDÜR
Birey olarak kendimizin bir hakkı var üstümüzde; seçimlerimizle, davranışlarımızla, söylemlerimizle.
SAHİ KUL HAKKI NEYDİ?
En bilindik tabirle; Kul hakkı, ötekinin hakkını gözetmemektir.
Var olma mücadelesi ve bunun getirdiği hızlı yaşam, acelecilik ve kaygılar bizleri ötekinin hakkına geçirtebilir. Oysa bilinçli birey hayatı daha zarif yaşamak durumundadır. İş hayatında, aile hayatında, okulda, evde, arkadaş ortamında bu zerafeti korumalıdır. Ruhumuzu zerafete getirmeli ve insani davranışlarımızda bunu ortaya koymamız gerekmektedir.
Genel hayatta gerek kendimize gerek çevremize karşı böyle olduğumuzu iddia etmek güç olacaktır, genelde kaba yaşıyoruz.
Yaşam kaygısı, geçim sıkıntısı, kalabalık şehir hayatı vs mazeretlere sığınarak hak gözetmeyi bi kenara bırakabiliyor olsak da birincil vazifemizin hayatta tekâmül etmek olduğu bilinci unutulmamalıdır. Yetişkinlik göstergesi olarak bu misyonu bu görevi hayatının merkezine koyup koymadığımız ile hak konusundaki tutarlılığımız ölçebiliriz.
Ufak veya büyük hakka girmek öteki için olunca dışarıdan fark edilebiliyor. Fakat birey, kendi tekâmülünü engelleyecek her şey ile kendi hakkına girer bu pek görülmek istenmez. Bu tür arızalarda olan şey şudur; başkalarına faydalı olmak adına kendinden ortaya koyduğu ekstra fedakârlık, kendi avantajını, kendi hakkına olanı görmezden geliyor veya önemsemiyor demektir.
Örneğin bazı bireyler, cömertlik namına kendinde eksiltme olacak kadar paylaşırlar. Oysa kaynaklarını çarçur etmek kendi kul hakkına girmektir.
Zamanı, parası, emeği nasıl kullandığımız çok önemli. Bireyin kendisini önce beslemesi, her şeyi önce kendisinde halletmesi ondan sonra dışarıya açılması en doğru olandır.
Kendisiyle, değerlilik duygusuyla ilgili bir çatışması olan kişi, işin kolayına kaçar, önce ötekine vermeye başlar. Önce öteki gelir onun dünyasında. Herkes ondan önce gelir.
Anadolu’da kültürümüzde bu dengeyi kurmak adına; “Eve lazım olan, camiye haramdır.” denmiştir. Sert bir ifade olsa da özü itibariyle çok net bir yere işaret eder. Birey önce kendi temizliği, sağlığı, dinlenmesi, kendine ayıracağı vakti zamanı, emeği çarçur edip ötekine harcadığında kendinden bir kaçışa yönelerek kendi hakkına girmiş olmaktadır.
Kendisini motive edici ifadelerle kendisini ikna etse de, kendi hakkına girmekten kurtulamaz birey. Bu davranışın altında birçok sebep yatabilir:
Aferin alsa da bunun altında bir değersizlik duygusundan, kendinden kaçmadan, dışardan onaylanma ihtiyacından, içeride yaşanan bir suçluluğu dışarıda kapama çabasından yaptığı değerlendirilebilir. Zira insanın her davranışı muhakkak bir sebebe dayanmaktadır. Her davranışın arkasında bir motivasyon, bir sebep yatmaktadır. Dolayısıyla iç dünyasında yaşadığı psikolojik sebeplerle dış dünyada kendisine bir davranış seti ayarlar ve ona göre davranır. Her şey iyi niyetle ifade edilemez. Burada niyeti ve o niyeti tetikleyen etkenleri sorgulamakta fayda vardır. Bu sorgulama bizi bize tanıtır. İyileşmek, kendisine şefkat göstermek için bireye sunulan güzel bir fırsattır aslında.
Birey, yaşamın kendisine verdiklerini önce kendi bedeni, sağlığı, ruhu, tekâmülü, derinleşmesi, yükselmesi için önce kendisine kullanmalı, kendisinden arttırdıklarını da çevresi ile paylaşmalıdır. Kendisinden arttırmalı ki berekette oradadır, cömertlikte.
Zaten birey iyi olursa mutlaka çevresine de bir faydası olacaktır. Birey iyi olmadan çevresine kattığı her şey kendi kul hakkına girmektir.
Bu sadece maddi konularla ölçülmemeli, değerlendirilmemelidir. Kendisiyle barışık olmayan, kendisini sevmeyen, pozitif yaşamı kendisine yakıştıramayan bireyin dışarıya bu yönlerde katkıda bulunması derinlerde yatan rahatsızlıkların sinyali olabilir.
Toplumumuzda bazı ebevynlerin hayatlarını çocuklarına adadıklarına, hayatı kendilerine çok ciddi kısıtlayıp her şeyini çocuklarına dağıtarak güzel bir şey yaptıklarını zannettiklerine şahit olabiliyoruz. Ondan sonra çocukları ile arasında borçluluk duygusu oluşuyor, sonra da o fedakârlığı (!) çocuklarından bekliyor. Çocukları kendi bilinçaltı süreçlerinde, o hayatı yaşamayı hak etmediğini düşünüp hayatı kendisine zindan edebiliyor. Anne babasının ilerleyen yıllarda hayatında geri çekildiğini gören çocuklar, anne babasının boşalttığı yeri doldurmaya çalışarak kendi haklarına giren bireyler silsilesini devam ettiriyor.
Tekâmülü öncelememiş bireyler, bu çarpık ilişkinin arasında kalıp kendisini anne babanın yerinde hisseder. İlk yetişkinlik döneminde olgun çocuk olarak gördüğümüz birçok birey bu çarpık ilişkinin kurbanıdır. Arkadaşlık, eş, iş ilişkilerinde bu durum kendisini karşıya verilen ekstra fedakârlık yükü altında yorar.
Yaptığımız fedakârlıklarda kendimizden aldığımız ne var, onu bulmak lazım. Uçakta duyduğumuz bir anons bize bir kez daha bu hakikati hatırlatmaz mı? Olası bir durumda önce kendi güvenliğimiz sonra çocuğumuz.. Gereksiz hiçbir eşya dahi alınmaması tavsiye edilir.
Özetle, önce birey kendisine yatırım yapacak, kendisini geliştirecek, kendisini dinlendirecek, kendi ihtiyaçlarını karşılayacak…
Kendisi öncelikle iyi olacak ki yaşamda dengeli bir yere gelsin. Aldığını iyi bir şeye dönüştürüp ondan sonra arttırdıklarını mutlulukla paylaşsın. Böylece borçluluk duygusu oluşmaz, herkes kendi yerini korur, kul hakkı ve bütün denge yerinde olmuş olur ve paylaşılanın ecri, faydası bereketi daha fazla olur.
Bu konu bencilliğe bağlanmamalı, zira bencillik kendisinden artanı vermemektir. Zekât ihtiyaçtan arta kalanı vermek değil midir?
Sınırların belli olduğu, insanlarının kendi potansiyellerine sahip çıktığı, kendisini biraz öncelediği durumlarda dış dünyanın; bencil, egoist, narsist gibi yaftalamalarını üzerine almadan yola revan olmak en tutarlı olanıdır.
İnziva, bireyin kendisini tanımaya, kendiyle barışık olmaya, sorguladığı hayatta kendini sevmeye yol açar. Kendi hakkına girmeden hayata katkı sunanlara selam olsun.
Cevâhir / Küçük Dünyam
Samsung Galaxy akıllı telefonumdan gönderildi.
Ekleme
Tarihi: 05 Haziran 2021 - Cumartesi
İNSAN KENDİNE KÖRDÜR
İNSAN KENDİNE KÖRDÜR
Birey olarak kendimizin bir hakkı var üstümüzde; seçimlerimizle, davranışlarımızla, söylemlerimizle.
SAHİ KUL HAKKI NEYDİ?
En bilindik tabirle; Kul hakkı, ötekinin hakkını gözetmemektir.
Var olma mücadelesi ve bunun getirdiği hızlı yaşam, acelecilik ve kaygılar bizleri ötekinin hakkına geçirtebilir. Oysa bilinçli birey hayatı daha zarif yaşamak durumundadır. İş hayatında, aile hayatında, okulda, evde, arkadaş ortamında bu zerafeti korumalıdır. Ruhumuzu zerafete getirmeli ve insani davranışlarımızda bunu ortaya koymamız gerekmektedir.
Genel hayatta gerek kendimize gerek çevremize karşı böyle olduğumuzu iddia etmek güç olacaktır, genelde kaba yaşıyoruz.
Yaşam kaygısı, geçim sıkıntısı, kalabalık şehir hayatı vs mazeretlere sığınarak hak gözetmeyi bi kenara bırakabiliyor olsak da birincil vazifemizin hayatta tekâmül etmek olduğu bilinci unutulmamalıdır. Yetişkinlik göstergesi olarak bu misyonu bu görevi hayatının merkezine koyup koymadığımız ile hak konusundaki tutarlılığımız ölçebiliriz.
Ufak veya büyük hakka girmek öteki için olunca dışarıdan fark edilebiliyor. Fakat birey, kendi tekâmülünü engelleyecek her şey ile kendi hakkına girer bu pek görülmek istenmez. Bu tür arızalarda olan şey şudur; başkalarına faydalı olmak adına kendinden ortaya koyduğu ekstra fedakârlık, kendi avantajını, kendi hakkına olanı görmezden geliyor veya önemsemiyor demektir.
Örneğin bazı bireyler, cömertlik namına kendinde eksiltme olacak kadar paylaşırlar. Oysa kaynaklarını çarçur etmek kendi kul hakkına girmektir.
Zamanı, parası, emeği nasıl kullandığımız çok önemli. Bireyin kendisini önce beslemesi, her şeyi önce kendisinde halletmesi ondan sonra dışarıya açılması en doğru olandır.
Kendisiyle, değerlilik duygusuyla ilgili bir çatışması olan kişi, işin kolayına kaçar, önce ötekine vermeye başlar. Önce öteki gelir onun dünyasında. Herkes ondan önce gelir.
Anadolu’da kültürümüzde bu dengeyi kurmak adına; “Eve lazım olan, camiye haramdır.” denmiştir. Sert bir ifade olsa da özü itibariyle çok net bir yere işaret eder. Birey önce kendi temizliği, sağlığı, dinlenmesi, kendine ayıracağı vakti zamanı, emeği çarçur edip ötekine harcadığında kendinden bir kaçışa yönelerek kendi hakkına girmiş olmaktadır.
Kendisini motive edici ifadelerle kendisini ikna etse de, kendi hakkına girmekten kurtulamaz birey. Bu davranışın altında birçok sebep yatabilir:
Aferin alsa da bunun altında bir değersizlik duygusundan, kendinden kaçmadan, dışardan onaylanma ihtiyacından, içeride yaşanan bir suçluluğu dışarıda kapama çabasından yaptığı değerlendirilebilir. Zira insanın her davranışı muhakkak bir sebebe dayanmaktadır. Her davranışın arkasında bir motivasyon, bir sebep yatmaktadır. Dolayısıyla iç dünyasında yaşadığı psikolojik sebeplerle dış dünyada kendisine bir davranış seti ayarlar ve ona göre davranır. Her şey iyi niyetle ifade edilemez. Burada niyeti ve o niyeti tetikleyen etkenleri sorgulamakta fayda vardır. Bu sorgulama bizi bize tanıtır. İyileşmek, kendisine şefkat göstermek için bireye sunulan güzel bir fırsattır aslında.
Birey, yaşamın kendisine verdiklerini önce kendi bedeni, sağlığı, ruhu, tekâmülü, derinleşmesi, yükselmesi için önce kendisine kullanmalı, kendisinden arttırdıklarını da çevresi ile paylaşmalıdır. Kendisinden arttırmalı ki berekette oradadır, cömertlikte.
Zaten birey iyi olursa mutlaka çevresine de bir faydası olacaktır. Birey iyi olmadan çevresine kattığı her şey kendi kul hakkına girmektir.
Bu sadece maddi konularla ölçülmemeli, değerlendirilmemelidir. Kendisiyle barışık olmayan, kendisini sevmeyen, pozitif yaşamı kendisine yakıştıramayan bireyin dışarıya bu yönlerde katkıda bulunması derinlerde yatan rahatsızlıkların sinyali olabilir.
Toplumumuzda bazı ebevynlerin hayatlarını çocuklarına adadıklarına, hayatı kendilerine çok ciddi kısıtlayıp her şeyini çocuklarına dağıtarak güzel bir şey yaptıklarını zannettiklerine şahit olabiliyoruz. Ondan sonra çocukları ile arasında borçluluk duygusu oluşuyor, sonra da o fedakârlığı (!) çocuklarından bekliyor. Çocukları kendi bilinçaltı süreçlerinde, o hayatı yaşamayı hak etmediğini düşünüp hayatı kendisine zindan edebiliyor. Anne babasının ilerleyen yıllarda hayatında geri çekildiğini gören çocuklar, anne babasının boşalttığı yeri doldurmaya çalışarak kendi haklarına giren bireyler silsilesini devam ettiriyor.
Tekâmülü öncelememiş bireyler, bu çarpık ilişkinin arasında kalıp kendisini anne babanın yerinde hisseder. İlk yetişkinlik döneminde olgun çocuk olarak gördüğümüz birçok birey bu çarpık ilişkinin kurbanıdır. Arkadaşlık, eş, iş ilişkilerinde bu durum kendisini karşıya verilen ekstra fedakârlık yükü altında yorar.
Yaptığımız fedakârlıklarda kendimizden aldığımız ne var, onu bulmak lazım. Uçakta duyduğumuz bir anons bize bir kez daha bu hakikati hatırlatmaz mı? Olası bir durumda önce kendi güvenliğimiz sonra çocuğumuz.. Gereksiz hiçbir eşya dahi alınmaması tavsiye edilir.
Özetle, önce birey kendisine yatırım yapacak, kendisini geliştirecek, kendisini dinlendirecek, kendi ihtiyaçlarını karşılayacak…
Kendisi öncelikle iyi olacak ki yaşamda dengeli bir yere gelsin. Aldığını iyi bir şeye dönüştürüp ondan sonra arttırdıklarını mutlulukla paylaşsın. Böylece borçluluk duygusu oluşmaz, herkes kendi yerini korur, kul hakkı ve bütün denge yerinde olmuş olur ve paylaşılanın ecri, faydası bereketi daha fazla olur.
Bu konu bencilliğe bağlanmamalı, zira bencillik kendisinden artanı vermemektir. Zekât ihtiyaçtan arta kalanı vermek değil midir?
Sınırların belli olduğu, insanlarının kendi potansiyellerine sahip çıktığı, kendisini biraz öncelediği durumlarda dış dünyanın; bencil, egoist, narsist gibi yaftalamalarını üzerine almadan yola revan olmak en tutarlı olanıdır.
İnziva, bireyin kendisini tanımaya, kendiyle barışık olmaya, sorguladığı hayatta kendini sevmeye yol açar. Kendi hakkına girmeden hayata katkı sunanlara selam olsun.
Cevâhir / Küçük Dünyam
Samsung Galaxy akıllı telefonumdan gönderildi.
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.