TEPETAKLAYDI İÇİM...
<p>Rahmete liyakat kesp etmek bunca mı zor?</p>
<p>Bir ses doğup içime ağdı.</p>
<p>“Kendin ettin…” Camları zangırdatan mâna yüreğimdeki dalgakıran misaliydi. Cümleyi tamamlamalıydım; öyle de yaptım. “Kendin buldun.”</p>
<p>Dün gibiydi zaman, yırtınıyordu adam; kızgınlıktan kendi yakasını çekiştirerek:</p>
<p>“Bana denecek söz mü?” Hele ona, hele ona bile…<br />
Belki de o vakti süslemek...<br />
“… Olmayacak duaya amin” mi demek?..<br />
*</p>
<p>Yağmurda bahar kokuları vardı. Pencerelere, damlara; yürek ve bileklere sağanak sağanak sızarken, patlamaya hazırlanan “göz”leri daha bir şişiriyordu. Uzaklardan bakarken bizlere, belki de müteşekkirdin, tebessümdeydin.</p>
<p>Birden düşündüm; idrâke düştüm.<br />
Esefliydin belki de, kimimize kızgındın.<br />
Sen ne demiştin, biz ne anlamış, ne eylemiştik? </p>
<p>“İlk bahar, nev-bahar, nevruz-u sultanî…” diye işaretlemiştin. Biz –aha- sonbahara sarılmış, sonbaharla sarınmıştık.</p>
<p>Hiç unutmam. O tepedeki türbedeydik , kalabalıklarla iç içe… Ama “yalnız” kubbedeydik; güzelim yapının önündeki düzlükte “sizi” dinliyorduk.</p>
<p>“Anladım ki…” diyordunuz…<br />
Demek ki “anlamak” bir büyük kapı; mâna sarayının eşiği… O saraya layık olmaya çalışmak az şey miydi?</p>
<p>Yağmur pek dineceğe benzemiyordu. Sanayide idiler. Bir tornacının önünde oturmuş, inceliklerden birer demet saçıyorlardı havaya. <br />
*</p>
<p>Henüz başlamamıştı sağanak. Devrile devrile gelen bulutlarda, öyle bir kül renklilik vardı ki ürpermeden edemedik. Hem kül rengi, hem de kırmızı felhan, iç içe… Tıpkı günümüz, ya da “gününüz” gibi…<br />
“Ne olacak halimiz?” dedi biri.<br />
“Herkes böyle diye diye…” düşünürken, ne hâl kalırdı, ne âlem…<br />
“Bu sene havalar da yağdı çok şükür…” diye söylendi diğeri.<br />
“Halbuki geçen yıllar…”<br />
“Rahmet’e liyakat artıyor demek ki…”<br />
“O zaman…”<br />
“Vakit …” dedi öteki. “Vakt-i merhun da demiş birileri.”</p>
<p>Yağmur yemeden aşınmış, oksitlenmiş, kurumuş balçıkla sıvanmış beşli pulluk, tornacının önünde ağır başlılık taslıyordu. Epey yorgun olduğu fehmediliyordu; demek ki “ziraat” yapılan bir toprağı eşeleyip durmuştur.</p>
<p>Niceden beri “eğlendiğim” yerden çıkmalıydım artık; “bahar kokusu” vardı ya yağmurda. Vestiyerdeki montumu alıp indim. Yağmur sakinlemişti ama hala “sin sin” yağıyordu.</p>
<p>"Ahmak ıslatan…” dense de yörede, bu yağmur altında “teferrüc”e çıkmayı, gezinmeyi pek severdim. Hele tahsil yaptığım o büyük şehirde?.. Eğer bahar istila etmeye başladıysa parklarını, bahçelerini, yalılarını, erguvan, akasya ve at kestanesi ağaçlarını… </p>
<p>Fakirhanemizden dışarıya acele ile yollanmamın sebebini, birlikte kaldığımız “dost”ların başka bir saike yormamış olmalarını ummaktan gayrı yapacak ne vardı elde?..</p>
<p>“Mümin – alameti çıkmamış- her hal için “hüsn-ü zanna” memur “ değil miydi?</p>
Ekleme
Tarihi: 28 Kasım 2020 - Cumartesi
TEPETAKLAYDI İÇİM...
<p>Rahmete liyakat kesp etmek bunca mı zor?</p>
<p>Bir ses doğup içime ağdı.</p>
<p>“Kendin ettin…” Camları zangırdatan mâna yüreğimdeki dalgakıran misaliydi. Cümleyi tamamlamalıydım; öyle de yaptım. “Kendin buldun.”</p>
<p>Dün gibiydi zaman, yırtınıyordu adam; kızgınlıktan kendi yakasını çekiştirerek:</p>
<p>“Bana denecek söz mü?” Hele ona, hele ona bile…<br />
Belki de o vakti süslemek...<br />
“… Olmayacak duaya amin” mi demek?..<br />
*</p>
<p>Yağmurda bahar kokuları vardı. Pencerelere, damlara; yürek ve bileklere sağanak sağanak sızarken, patlamaya hazırlanan “göz”leri daha bir şişiriyordu. Uzaklardan bakarken bizlere, belki de müteşekkirdin, tebessümdeydin.</p>
<p>Birden düşündüm; idrâke düştüm.<br />
Esefliydin belki de, kimimize kızgındın.<br />
Sen ne demiştin, biz ne anlamış, ne eylemiştik? </p>
<p>“İlk bahar, nev-bahar, nevruz-u sultanî…” diye işaretlemiştin. Biz –aha- sonbahara sarılmış, sonbaharla sarınmıştık.</p>
<p>Hiç unutmam. O tepedeki türbedeydik , kalabalıklarla iç içe… Ama “yalnız” kubbedeydik; güzelim yapının önündeki düzlükte “sizi” dinliyorduk.</p>
<p>“Anladım ki…” diyordunuz…<br />
Demek ki “anlamak” bir büyük kapı; mâna sarayının eşiği… O saraya layık olmaya çalışmak az şey miydi?</p>
<p>Yağmur pek dineceğe benzemiyordu. Sanayide idiler. Bir tornacının önünde oturmuş, inceliklerden birer demet saçıyorlardı havaya. <br />
*</p>
<p>Henüz başlamamıştı sağanak. Devrile devrile gelen bulutlarda, öyle bir kül renklilik vardı ki ürpermeden edemedik. Hem kül rengi, hem de kırmızı felhan, iç içe… Tıpkı günümüz, ya da “gününüz” gibi…<br />
“Ne olacak halimiz?” dedi biri.<br />
“Herkes böyle diye diye…” düşünürken, ne hâl kalırdı, ne âlem…<br />
“Bu sene havalar da yağdı çok şükür…” diye söylendi diğeri.<br />
“Halbuki geçen yıllar…”<br />
“Rahmet’e liyakat artıyor demek ki…”<br />
“O zaman…”<br />
“Vakit …” dedi öteki. “Vakt-i merhun da demiş birileri.”</p>
<p>Yağmur yemeden aşınmış, oksitlenmiş, kurumuş balçıkla sıvanmış beşli pulluk, tornacının önünde ağır başlılık taslıyordu. Epey yorgun olduğu fehmediliyordu; demek ki “ziraat” yapılan bir toprağı eşeleyip durmuştur.</p>
<p>Niceden beri “eğlendiğim” yerden çıkmalıydım artık; “bahar kokusu” vardı ya yağmurda. Vestiyerdeki montumu alıp indim. Yağmur sakinlemişti ama hala “sin sin” yağıyordu.</p>
<p>"Ahmak ıslatan…” dense de yörede, bu yağmur altında “teferrüc”e çıkmayı, gezinmeyi pek severdim. Hele tahsil yaptığım o büyük şehirde?.. Eğer bahar istila etmeye başladıysa parklarını, bahçelerini, yalılarını, erguvan, akasya ve at kestanesi ağaçlarını… </p>
<p>Fakirhanemizden dışarıya acele ile yollanmamın sebebini, birlikte kaldığımız “dost”ların başka bir saike yormamış olmalarını ummaktan gayrı yapacak ne vardı elde?..</p>
<p>“Mümin – alameti çıkmamış- her hal için “hüsn-ü zanna” memur “ değil miydi?</p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.