Bülent ERTEKİN
Köşe Yazarı
Bülent ERTEKİN
 

YOK İKEN VERMEK HER KİŞİNİN DEĞİL,...

YOK İKEN VERMEK HER KİŞİNİN DEĞİL,... Ben, Mardin'de dokuz çocuklu bir ailenin evlatlarından biriyim. Hakikaten maddi durumumuz kötüydü. Yine böyle mübarek bir Ramazan-ı Şerif'te, o zamanlar medresede eğitim görüyordum, medresemizde İslami ilimler tahsil ediyordum. Camiden çıktık, bir teravih namazından... Bir yaşlı amcanın sağa sola bakındığını, bir öyle gittiğini, bir böyle gittiğini görünce yanına gittim. Ben de gencecik bir delikanlıyım. Dedim ki: – Amca, zannediyorum bir şey arıyorsunuz, bir derdiniz var. Belki ben yardımcı olabilirim. Amca dedi ki: – Benim telefon etmem lazım. – Hadi o zaman gidelim, ben sizi götüreyim telefon kulübesine. Jeton aldık, bir avuç aldırdı bana. "Ancak bu kadar lazım olacak." dedi. Geçti ankesörlü telefonun başına, telefon görüşmesi yapıyor, jetonları art arda atıyor. Kimle ne konuştuğunu bilmiyorum, sadece şu cümleyi duydum amcadan: – Kızım, bizim uçağımız iptal edildi, beni bugün beklemeyin. Bizi bir otelde konaklatıyorlar, yarın ilk uçakla geleceğim. Hepsi bu. Sonra bana çay ısmarladı. Bir yere geçtik, çay içtik. Amca benim ayakkabıma, çoraplarıma, kıyafetime baktı. Halimi görünce düşünceli bir hâl aldı. Hakikaten, öyle böyle değil, fena bir fakirliğin içindeydim. Sonrasında, amca ayrılmadan önce elini cebine attı ve bana yüklü sayılabilecek bir miktarda para verdi. Benim bir aylık maaşım 10 liraysa, bu amca çıkarttı 40 lira verdi. – Hayır, olmaz, alamam amca. dememe rağmen, ellerimi sıkı sıkı tuttu ve dedi ki: – Oğlum, Allah bana verdi. Benim malım, mülküm var. Almanya’da zengin bir adamım. Al bu parayı. Bir kâğıda da adresini yazdı. Almanca anlamadığım kelimeler vardı. Sonra, ben o adamı hayatımın sonuna kadar hiç görmedim. Sonrasında... Medreseyi bitirdim, üniversiteyi kazandım. İstanbul'da öyle bir fakirlik içindeydim ki, bir saatlik yolu 1 lira vermemek için her gün yürüyordum. Bir saat gidiş, bir saat dönüş... Ayrıca bir işte çalışıyordum. Anca harçlık, kitap, okul masraflarını denkleştirmeye çalışıyordum. Zordu, gerçekten çok zordu. Artık okulu bırakma noktasına gelmiştim. Ne yapacağımı bilemediğim bir anda, elime bir kâğıt ilişti. Tekrar amcaya bir mektup yazdım: – Okulu bırakmak zorundayım artık. Bana yardımcı olur musunuz? Amca, o zamanın parasıyla büyük bir miktar, yani bütün eğitim hayatımı karşılayacak kadar bir para yatırmış hesaba. İş Bankası'ndan arıyorlar: – Lütfen bankamıza gelin. Ne olduğunu önce anlayamıyorum. Memur soruyor: – Ahmet Balcı, sizin arkadaşınız mı, akrabanız mı? – Benim akrabam. diyorum. Memur devam ediyor: – Cüzdanınıza bu kadar para gönderdi. Büyük bir heyecan ve mutluluk içerisindeydim. Gelen para ile rahmetli babamın sekiz aylık borcunu ödedik. Aylardır ödeyemediği kirası, maaşı, kılık kıyafet... Kız kardeşime yeni bir ayakkabı... Benim okul harçlığım... Hepsini halletmiştik. Sonra... Üniversiteden mezun olmaya bir yıl kala yine aynı duruma düştüm: Parasızlık. Yine yazdım ve yine amca bana bir miktar para gönderdi. Okuldan mezun oldum ve bir gazetede köşe yazarı oldum. Yazdığım köşe yazılarını ona yolladım. Fotokopisini çektirdiğim diplomamı büyük bir heyecanla ona gönderdim. "Bakın, bunlar hep sizin vesilenizle oldu." diyerek... Ama bir daha o amcadan bana hiç haber gelmedi. Rahmetli babam derdi ki: – Bu adama çok dua edin, Ahmet Balcı'ya. Bu adam benim bütün duama ortaktır. Rabbim, bütün sevabımı ona da nasip etsin. Sonrasında dedim ki: – Almanya’daysa ben onu bulurum. Sadece adını, soyadını ve yaşadığı şehri verin. O gece babam kâğıdı çıkardı. Açtı ve şehir olarak "Baroysak, Almanya" yazıyordu. Ben henüz üç hafta önce oradaydım. Oraya gösteriye gitmiştim. Arkadaşlarımı aradım: – Ahmet Balcı’yı bana bulabilir misiniz? Onlar dediler ki: – Ahmet Balcı’yı biz iyi tanırız. – Peki, oğlu, kızı yok mudur? Dediler ki: – Bir kızı var. Kızına ulaştık. Gece damadı açtı telefonu. Dedim ki: – Türkiye’den arıyorum. Size bir hikâye anlatmak istiyorum. – Oğlum, hoparlörü açın. Kız da dinlesin. Telefonu kızı Saadet'e verdiler. Ağlayarak babasının nasıl iyi bir insan olduğunu anlattı. Hepimiz ağladık. Sonra dedi ki: – Siz, benim neden ağladığımı biliyor musunuz? – Babamın durumu yoktu. Benim babam fakir bir adamdı. Bir gecekondu da yaşıyorduk. O yolladığı paraları nasıl gönderdi, bilmiyoruz. Ama benim babam fakir bir adamdı. Sen ne güzel bir adammışsın, Ahmet Balcı... Derler ya hani: "Adam gibi adam!" Sen, her kişinin değil, er kişilere münhasır bir davranışla hepimize ne güzel bir ders verdin. Rabbim, senin gibi olmayı, senin gibi veren el olabilmeyi nasip etsin. Selam ve dua ile... Bülent ERTEKİN
Ekleme Tarihi: 01 Mart 2025 - Cumartesi

YOK İKEN VERMEK HER KİŞİNİN DEĞİL,...

YOK İKEN VERMEK HER KİŞİNİN DEĞİL,... Ben, Mardin'de dokuz çocuklu bir ailenin evlatlarından biriyim. Hakikaten maddi durumumuz kötüydü. Yine böyle mübarek bir Ramazan-ı Şerif'te, o zamanlar medresede eğitim görüyordum, medresemizde İslami ilimler tahsil ediyordum. Camiden çıktık, bir teravih namazından... Bir yaşlı amcanın sağa sola bakındığını, bir öyle gittiğini, bir böyle gittiğini görünce yanına gittim. Ben de gencecik bir delikanlıyım. Dedim ki: – Amca, zannediyorum bir şey arıyorsunuz, bir derdiniz var. Belki ben yardımcı olabilirim. Amca dedi ki: – Benim telefon etmem lazım. – Hadi o zaman gidelim, ben sizi götüreyim telefon kulübesine. Jeton aldık, bir avuç aldırdı bana. "Ancak bu kadar lazım olacak." dedi. Geçti ankesörlü telefonun başına, telefon görüşmesi yapıyor, jetonları art arda atıyor. Kimle ne konuştuğunu bilmiyorum, sadece şu cümleyi duydum amcadan: – Kızım, bizim uçağımız iptal edildi, beni bugün beklemeyin. Bizi bir otelde konaklatıyorlar, yarın ilk uçakla geleceğim. Hepsi bu. Sonra bana çay ısmarladı. Bir yere geçtik, çay içtik. Amca benim ayakkabıma, çoraplarıma, kıyafetime baktı. Halimi görünce düşünceli bir hâl aldı. Hakikaten, öyle böyle değil, fena bir fakirliğin içindeydim. Sonrasında, amca ayrılmadan önce elini cebine attı ve bana yüklü sayılabilecek bir miktarda para verdi. Benim bir aylık maaşım 10 liraysa, bu amca çıkarttı 40 lira verdi. – Hayır, olmaz, alamam amca. dememe rağmen, ellerimi sıkı sıkı tuttu ve dedi ki: – Oğlum, Allah bana verdi. Benim malım, mülküm var. Almanya’da zengin bir adamım. Al bu parayı. Bir kâğıda da adresini yazdı. Almanca anlamadığım kelimeler vardı. Sonra, ben o adamı hayatımın sonuna kadar hiç görmedim. Sonrasında... Medreseyi bitirdim, üniversiteyi kazandım. İstanbul'da öyle bir fakirlik içindeydim ki, bir saatlik yolu 1 lira vermemek için her gün yürüyordum. Bir saat gidiş, bir saat dönüş... Ayrıca bir işte çalışıyordum. Anca harçlık, kitap, okul masraflarını denkleştirmeye çalışıyordum. Zordu, gerçekten çok zordu. Artık okulu bırakma noktasına gelmiştim. Ne yapacağımı bilemediğim bir anda, elime bir kâğıt ilişti. Tekrar amcaya bir mektup yazdım: – Okulu bırakmak zorundayım artık. Bana yardımcı olur musunuz? Amca, o zamanın parasıyla büyük bir miktar, yani bütün eğitim hayatımı karşılayacak kadar bir para yatırmış hesaba. İş Bankası'ndan arıyorlar: – Lütfen bankamıza gelin. Ne olduğunu önce anlayamıyorum. Memur soruyor: – Ahmet Balcı, sizin arkadaşınız mı, akrabanız mı? – Benim akrabam. diyorum. Memur devam ediyor: – Cüzdanınıza bu kadar para gönderdi. Büyük bir heyecan ve mutluluk içerisindeydim. Gelen para ile rahmetli babamın sekiz aylık borcunu ödedik. Aylardır ödeyemediği kirası, maaşı, kılık kıyafet... Kız kardeşime yeni bir ayakkabı... Benim okul harçlığım... Hepsini halletmiştik. Sonra... Üniversiteden mezun olmaya bir yıl kala yine aynı duruma düştüm: Parasızlık. Yine yazdım ve yine amca bana bir miktar para gönderdi. Okuldan mezun oldum ve bir gazetede köşe yazarı oldum. Yazdığım köşe yazılarını ona yolladım. Fotokopisini çektirdiğim diplomamı büyük bir heyecanla ona gönderdim. "Bakın, bunlar hep sizin vesilenizle oldu." diyerek... Ama bir daha o amcadan bana hiç haber gelmedi. Rahmetli babam derdi ki: – Bu adama çok dua edin, Ahmet Balcı'ya. Bu adam benim bütün duama ortaktır. Rabbim, bütün sevabımı ona da nasip etsin. Sonrasında dedim ki: – Almanya’daysa ben onu bulurum. Sadece adını, soyadını ve yaşadığı şehri verin. O gece babam kâğıdı çıkardı. Açtı ve şehir olarak "Baroysak, Almanya" yazıyordu. Ben henüz üç hafta önce oradaydım. Oraya gösteriye gitmiştim. Arkadaşlarımı aradım: – Ahmet Balcı’yı bana bulabilir misiniz? Onlar dediler ki: – Ahmet Balcı’yı biz iyi tanırız. – Peki, oğlu, kızı yok mudur? Dediler ki: – Bir kızı var. Kızına ulaştık. Gece damadı açtı telefonu. Dedim ki: – Türkiye’den arıyorum. Size bir hikâye anlatmak istiyorum. – Oğlum, hoparlörü açın. Kız da dinlesin. Telefonu kızı Saadet'e verdiler. Ağlayarak babasının nasıl iyi bir insan olduğunu anlattı. Hepimiz ağladık. Sonra dedi ki: – Siz, benim neden ağladığımı biliyor musunuz? – Babamın durumu yoktu. Benim babam fakir bir adamdı. Bir gecekondu da yaşıyorduk. O yolladığı paraları nasıl gönderdi, bilmiyoruz. Ama benim babam fakir bir adamdı. Sen ne güzel bir adammışsın, Ahmet Balcı... Derler ya hani: "Adam gibi adam!" Sen, her kişinin değil, er kişilere münhasır bir davranışla hepimize ne güzel bir ders verdin. Rabbim, senin gibi olmayı, senin gibi veren el olabilmeyi nasip etsin. Selam ve dua ile... Bülent ERTEKİN
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.