Firdevs!...
<p>İmam Efendi o yanık sesiyle köyün camisinden sala verdiğinde, köy ahalisince kimin vefat ettiği merak edilir. Salayı bitiren imam, <em>“Hasan kızı Firdevs Çelik vefat etmiştir. Cenazesi köy mezarlığına defnedilecektir”</em> anonsuyla, köyün ahalisinde bir telaş, bir koşuşturma başlar.</p>
<p> </p>
<p>Köyün üç kilometre doğusu, “Gedük” olarak bilinen bölgedeki mezarlık kalabalıklaşır. Şehit kızıdır Firdevs ve zahiren olmasa da ruhen babasıyla kucaklaşmıştır artık. Kalabalık içerisinde komşu köyden olan Ferit sorar: <em>“Manası nedir Firdevs’in?”</em></p>
<p> </p>
<p>Kazılan mezarı dikkatle izleyen İmam Efendi: <em>“Firdevs, Cennetin tamamı veya bir bölümünü ifade etmek için kullanılan bir kelime olsa da İslam Ansiklopedisi’nde: Cennetin ortası, en yüksek ve en değerli bölgesini teşkil eden kısımlarının adı olarak tarif edilmektedir. Cenneti hatırlattığından olacak ki İslam Coğrafyası’nda çocuklara “isim” olarak verilmiştir, verilmektedir”</em> dedikten sonra: <em>“Ömeroğlu Hasan da kendisine Cenneti hatırlatsın diye, ikinci kız çocuğuna ‘Firdevs’ ismini koymuş”</em> diyerek sözünü bitirir.</p>
<p> </p>
<p>Uzun bir yaşamın sırrını en çok merak edenlerden biriydi ancak cenazenin matem havasında içini kemiren bu merakını nasıl dillendirebilirdi ki Arif. İşte, karşısında boylu boyunca beyazlar içinde yatan Firdevs Anne, birazdan ebedi yolculuğunun ilk durağı olan kabir hayatına başlamış olacaktı. Kalabalığa göz gezdirdi, soğuk havanın matem ve hüzünle buluştuğu bu günde, insanlar çaresizliğin kollarında “bilgece” bir tını ile konuşuyorlardı. Fısıltılar, fısıltıları kovalıyordu. Ölümün sessiz kabullenişi miydi bu sessiz bakışlar, yoksa sıranın bir gün kendilerine geleceğini az çok hissetmiş olmaları mıydı onları bu denli ürküten? Ne tür bir şeydi acaba bir yokluk muydu ölüm?...</p>
<p> </p>
<p>Hâlbuki ölüm kalabalıklar arasında dolaşan bir hayalet gibiydi. Varlığını kimse kabul etmek istemez ölümün. Bir gün önce kendileri gibi nefes alıp vermekte olan Firdevs Anne de sonsuzluk duygusunun içinde yaşattığı bir ebedi hayatın nüvelerini taşımıyor muydu? Dün geride kaldı, faniliğin çaresizlik kokan kollarından kabre uzanan Firdevs Anne’nin hikâyesi, an itibarıyla herkesin hikâyesiydi aslında. Sorular, sorular, sorular?!… Merakını gizleyemez ve <em>“Firdevs Teyze kaç yaşındaydı? </em>diye soruverir.</p>
<p> </p>
<p>Torun Veysel: <em>“En son hastanede yatarken doktorları tarafından yapılan kemik testinde, biz de ninemin 107 yaşında olduğunu öğrenmiş olduk”</em> der. Cemaat: <em>“Maşallah”</em> dedikten sonra küçük oğlu Cemil söz alır: <em>“Annem bir şehit kızıdır. Rahmetli dedem, Rusların Erzurum’u işgali sırasında şehit olmuş” </em>dedikten sonra, köy öğretmeni Rıfat Bey’e döner. Rıfat Bey mesajı almıştır ve o dönemi: <em>“İttihat ve Terakki Hükümeti’nin Osmanlıyı 1. Dünya Savaşı’na sokması, Osmanlı için felaket olmuş, Rusların Kafkas-Doğu Cephesi’ndeki ilerleyişi Erzurum’un işgali ile sonuçlanmıştı. 1 Şubat 1916’da Ordu Karargâhlarını Erzurum’un doğusunda bulunan Hasankale’ye nakleden Ruslar, 11 Şubat günü Erzurum’a taarruz etmeye başlarlar. 12 Şubat sabahı Erzurum’un doğu ve kuzeydoğusunda bulunan Dolangez ve Çobandede Tabyaları da işgal edilir. Ruslara ağır kayıplar verdiren Osmanlı kuvvetleri, kendileri de büyük kayıplar vermelerine rağmen, Erzurum’un Ruslarca işgal edilmesini önleyemez”</em> sözleriyle özetler.</p>
<p> </p>
<p> Aynı zamanda teyzesi de olan köyün kanaat önderlerinden Osman: <em>“Firdevs’in babası dedem Hasan, Hamidiye Alayları’nda görevli bir süvari olarak Doğu Cephesi -Erzurum-Hasankale, şimdiki ismiyle Pasinler’de- Ruslara karşı savaşırken şehit olmuş, son nefesini verirken ‘Firdevsim’ dediği rivayet edilirdi”</em> diyerek, dedesi ve teyzesini hayırla yâd eder.</p>
<p> </p>
<p>Kalabalık içerisinden Kazım: <em>“Kim bilir, neler görmüştür, neler yaşamıştır Firdevs Anne?”</em> deyince, gözyaşlarını tutamayan oğlu Hüseyin<em>: “Dedem cepheye gittiğinde altı yaşında olan annem, annesi ve kardeşleri gibi yıllarca baba yolu gözler. Öyle ki baba hasreti kor bir ateş gibi yakar yüreğini annemin. Onun bu hali yaşadığı mekânlara dahi yansırmış. Ağaçlar renksiz, meyveler tatsız, sümbül ve nevruzlar elemli, zambaklar nemli, güllerin boynu bükükmüş. Tıpkı annem gibi…”</em></p>
<p> </p>
<p>Oysaki dram içinde dram barındırır Firdevs Anne’nin hayatı… Yıllar yılları kovalasa da açlık ve sefalet içerisinde geçen zor günler geçmek bilmez. Bir yandan evin bakımını üstlenecek, bahçe ve tarla işlerini yürütecek yetişkin kimsenin olmayışı, öbür yandan babasından haber alınamayışı…</p>
<p> </p>
<p>Altı yıl sonra, birlikte cepheye gittikleri bir gazi arkadaşı döner köye. Acı haber, Firdevs başta olmak üzere tüm aileyi ve köyü üzüntüye gark eder. Önce gökyüzüne, sonra etrafına bakınır. Gökyüzü de kendisi gibi yastadır. Dokunulsa ağlayacak gibidir bulutlar. Meşe ağaçlarının bulunduğu evlerinin üst kısmındaki tepeye doğru koşar, büyük ağacın altına diz çöker. Geçmişte de kendisini en çok bu koca meşe ağacının gölgesi kucaklamıştı. Toprakla, ağaçla, rüzgârla, kuşlarla konuşur, döker içini… Öyle ki hıçkırıklarına gökyüzü de eşlik eder. Çisil çisil yağan yağmur, şefkat ve merhametle okşar Firdevs’in beline kadar inen örgülü saçlarını…</p>
<p> </p>
<p>Bir şehit kızıdır Firdevs. Babasının Hasankale’de şehit düştüğü haberini aldığında, on iki yaşında bir genç kızdır artık. Damarlarında dolaşan kanı, onun yokluk ve sefaletle mücadelesindeki en büyük güç kaynağıdır. Ev işleriyle birlikte, koyun ve kuzuları otlatma işi de Firdevs’e verilir. Koyun ve kuzuları en yakın arkadaşıdır kendisinin. Kimi zaman konuşur kuzularla, dertleşir. Kendi elleriyle kopardığı taze otlarla besler onları… Ah papatyalar… Dert ortağıdır, çok sever papatyaları.</p>
<p> </p>
<p>Firdevs ve kardeşleri için daha da zorlaşır hayat. Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemde üç çocukla hayat mücadelesi vermek, eşi şehitlik mertebesine ulaşan bir anne için çok zordur. Cepheye giderken eşi kendisine: <em>“Hatunum! Savaş hali bu, gidip de dönmemek var. Şayet geri dönemezsem, sen azatsın. Ama ne olur çocuklarımı götürme?” </em>ricasında bulunmuş olsa da hiçbir zaman evini ve çocuklarını terk etmeyi düşünmemiştir. Aile büyükleri toplanıp karar verir. Yokluk ve sefalet içinde altı yıl üç çocuk ile eş yolu bekleyen Sultan’ı, kendisinden on beş yaş küçük olan kayınbiraderi Mehmet ile nikâhlamaya karar verirler. Dönemin şartları gereği, ağabeyinin çocuklarına babalık etmek için, ağır bir yükün altına girmeye razı olur Mehmet.</p>
<p> </p>
<p>Ablası Nazife aynı köyden Osman oğlu Hasan ile evlendirilir. Evlilik çağı geldiğinde Firdevs de ablasının eşinin amcazadesi Mustafa ile evlendirilir. Mutlu bir evliliği vardır. Üçü kız, üçü erkek altı çocuğu dünyaya gelir. Rabbim çok sevmiştir kendisini ve imtihanı büyüktür Firdevs’in. Otuz beş yaşına geldiğinde bu kez, amansız bir hastalığın pençesine düşen eşi Mustafa’yı kaybeder. İkinci bir evliliği kabul etmez, çocuklarının hem annesi, hem babasıdır artık. Gün olur çarıkla odun toplamaya, gün olur elinde kazma kürek tarla işlerine koşturur. Hasat zamanı geldiğinde elinde orak, ekin biçmeye gider. Evlilik çağına gelmiş oğullarına kız ister, evlendirir onları, bir bir gelin eder kızlarını…</p>
<p> </p>
<p>Acılar mı kendisini olgunlaştırdı, yoksa Firdevs Anne mi acıları olgunlaştırdı bilinmez? Bilinen şu ki yeise düşmeden, bu kadar ağır ve zahmetli bir yaşama isyan etmeden sabretmenin -biz ödülü desek de kendisi bedeli derdi- bedelini uzun yaşama ile ödedi belki de. Kimseye yük olmadığı gibi, dünyaya da yük olmadı, aksine insanoğlu ve dünya yük oldu kendisine… Bu acı tecrübe ve bilgelik onu, köyün hem ebesi, hem baş aşçısı yapmıştı. Köydeki bir düğünde, bir mevlit de kazanların başında hep Firdevs Anne vardı. Sevgisini katık ederdi ateşte kaynayan kazanlara… Köyde yeni doğan çocuklara ebelik etme işi de ona kalırdı.</p>
<p> </p>
<p>Muhteşem bir hafızaya sahiptir. Geçmişi geleceğe aktaran bir köprü vazifesi görür kendisi. Hikâye ve masal kitaplığıdır adetâ. Ve dahası… Kâinat eczanesinden topladığı bitkiler ve otlarla birçok hastalığı tedavi edip, insanlara şifa dağıtan bir <strong><em>“Lokman Anne”</em></strong> idi aynı zamanda…</p>
<p> </p>
<p>Sevgiyle yoğrulmuş bir fıtrat ve ruh haline sahip olan Firdevs’in hayatı hep “özlem” ile geçti.</p>
<p> </p>
<p>Bir gün kendisine sorulur: <strong><em>“Hep mi özlem?”</em></strong></p>
<p> </p>
<p>Firdevs<strong><em>: “Evet”</em></strong> der. Ve devamla <strong><em>“‘Özlem’e özlem duymayı seviyoruz. Çünkü ‘özlem’ bizi vuslata yakınlaştırıyor”</em></strong> derdi.</p>
<p> </p>
<p>Ruhun şad olsun Firdevs Anne. Şunu bil ki!... Geride bıraktıkların da seni çok özlüyor…</p>
<p> </p>
<p>Selam ve dua ile efendim…</p>
<p> </p>
<p>Memdoğlu…</p>
<p> </p>
Ekleme
Tarihi: 24 Aralık 2019 - Salı
Firdevs!...
<p>İmam Efendi o yanık sesiyle köyün camisinden sala verdiğinde, köy ahalisince kimin vefat ettiği merak edilir. Salayı bitiren imam, <em>“Hasan kızı Firdevs Çelik vefat etmiştir. Cenazesi köy mezarlığına defnedilecektir”</em> anonsuyla, köyün ahalisinde bir telaş, bir koşuşturma başlar.</p>
<p> </p>
<p>Köyün üç kilometre doğusu, “Gedük” olarak bilinen bölgedeki mezarlık kalabalıklaşır. Şehit kızıdır Firdevs ve zahiren olmasa da ruhen babasıyla kucaklaşmıştır artık. Kalabalık içerisinde komşu köyden olan Ferit sorar: <em>“Manası nedir Firdevs’in?”</em></p>
<p> </p>
<p>Kazılan mezarı dikkatle izleyen İmam Efendi: <em>“Firdevs, Cennetin tamamı veya bir bölümünü ifade etmek için kullanılan bir kelime olsa da İslam Ansiklopedisi’nde: Cennetin ortası, en yüksek ve en değerli bölgesini teşkil eden kısımlarının adı olarak tarif edilmektedir. Cenneti hatırlattığından olacak ki İslam Coğrafyası’nda çocuklara “isim” olarak verilmiştir, verilmektedir”</em> dedikten sonra: <em>“Ömeroğlu Hasan da kendisine Cenneti hatırlatsın diye, ikinci kız çocuğuna ‘Firdevs’ ismini koymuş”</em> diyerek sözünü bitirir.</p>
<p> </p>
<p>Uzun bir yaşamın sırrını en çok merak edenlerden biriydi ancak cenazenin matem havasında içini kemiren bu merakını nasıl dillendirebilirdi ki Arif. İşte, karşısında boylu boyunca beyazlar içinde yatan Firdevs Anne, birazdan ebedi yolculuğunun ilk durağı olan kabir hayatına başlamış olacaktı. Kalabalığa göz gezdirdi, soğuk havanın matem ve hüzünle buluştuğu bu günde, insanlar çaresizliğin kollarında “bilgece” bir tını ile konuşuyorlardı. Fısıltılar, fısıltıları kovalıyordu. Ölümün sessiz kabullenişi miydi bu sessiz bakışlar, yoksa sıranın bir gün kendilerine geleceğini az çok hissetmiş olmaları mıydı onları bu denli ürküten? Ne tür bir şeydi acaba bir yokluk muydu ölüm?...</p>
<p> </p>
<p>Hâlbuki ölüm kalabalıklar arasında dolaşan bir hayalet gibiydi. Varlığını kimse kabul etmek istemez ölümün. Bir gün önce kendileri gibi nefes alıp vermekte olan Firdevs Anne de sonsuzluk duygusunun içinde yaşattığı bir ebedi hayatın nüvelerini taşımıyor muydu? Dün geride kaldı, faniliğin çaresizlik kokan kollarından kabre uzanan Firdevs Anne’nin hikâyesi, an itibarıyla herkesin hikâyesiydi aslında. Sorular, sorular, sorular?!… Merakını gizleyemez ve <em>“Firdevs Teyze kaç yaşındaydı? </em>diye soruverir.</p>
<p> </p>
<p>Torun Veysel: <em>“En son hastanede yatarken doktorları tarafından yapılan kemik testinde, biz de ninemin 107 yaşında olduğunu öğrenmiş olduk”</em> der. Cemaat: <em>“Maşallah”</em> dedikten sonra küçük oğlu Cemil söz alır: <em>“Annem bir şehit kızıdır. Rahmetli dedem, Rusların Erzurum’u işgali sırasında şehit olmuş” </em>dedikten sonra, köy öğretmeni Rıfat Bey’e döner. Rıfat Bey mesajı almıştır ve o dönemi: <em>“İttihat ve Terakki Hükümeti’nin Osmanlıyı 1. Dünya Savaşı’na sokması, Osmanlı için felaket olmuş, Rusların Kafkas-Doğu Cephesi’ndeki ilerleyişi Erzurum’un işgali ile sonuçlanmıştı. 1 Şubat 1916’da Ordu Karargâhlarını Erzurum’un doğusunda bulunan Hasankale’ye nakleden Ruslar, 11 Şubat günü Erzurum’a taarruz etmeye başlarlar. 12 Şubat sabahı Erzurum’un doğu ve kuzeydoğusunda bulunan Dolangez ve Çobandede Tabyaları da işgal edilir. Ruslara ağır kayıplar verdiren Osmanlı kuvvetleri, kendileri de büyük kayıplar vermelerine rağmen, Erzurum’un Ruslarca işgal edilmesini önleyemez”</em> sözleriyle özetler.</p>
<p> </p>
<p> Aynı zamanda teyzesi de olan köyün kanaat önderlerinden Osman: <em>“Firdevs’in babası dedem Hasan, Hamidiye Alayları’nda görevli bir süvari olarak Doğu Cephesi -Erzurum-Hasankale, şimdiki ismiyle Pasinler’de- Ruslara karşı savaşırken şehit olmuş, son nefesini verirken ‘Firdevsim’ dediği rivayet edilirdi”</em> diyerek, dedesi ve teyzesini hayırla yâd eder.</p>
<p> </p>
<p>Kalabalık içerisinden Kazım: <em>“Kim bilir, neler görmüştür, neler yaşamıştır Firdevs Anne?”</em> deyince, gözyaşlarını tutamayan oğlu Hüseyin<em>: “Dedem cepheye gittiğinde altı yaşında olan annem, annesi ve kardeşleri gibi yıllarca baba yolu gözler. Öyle ki baba hasreti kor bir ateş gibi yakar yüreğini annemin. Onun bu hali yaşadığı mekânlara dahi yansırmış. Ağaçlar renksiz, meyveler tatsız, sümbül ve nevruzlar elemli, zambaklar nemli, güllerin boynu bükükmüş. Tıpkı annem gibi…”</em></p>
<p> </p>
<p>Oysaki dram içinde dram barındırır Firdevs Anne’nin hayatı… Yıllar yılları kovalasa da açlık ve sefalet içerisinde geçen zor günler geçmek bilmez. Bir yandan evin bakımını üstlenecek, bahçe ve tarla işlerini yürütecek yetişkin kimsenin olmayışı, öbür yandan babasından haber alınamayışı…</p>
<p> </p>
<p>Altı yıl sonra, birlikte cepheye gittikleri bir gazi arkadaşı döner köye. Acı haber, Firdevs başta olmak üzere tüm aileyi ve köyü üzüntüye gark eder. Önce gökyüzüne, sonra etrafına bakınır. Gökyüzü de kendisi gibi yastadır. Dokunulsa ağlayacak gibidir bulutlar. Meşe ağaçlarının bulunduğu evlerinin üst kısmındaki tepeye doğru koşar, büyük ağacın altına diz çöker. Geçmişte de kendisini en çok bu koca meşe ağacının gölgesi kucaklamıştı. Toprakla, ağaçla, rüzgârla, kuşlarla konuşur, döker içini… Öyle ki hıçkırıklarına gökyüzü de eşlik eder. Çisil çisil yağan yağmur, şefkat ve merhametle okşar Firdevs’in beline kadar inen örgülü saçlarını…</p>
<p> </p>
<p>Bir şehit kızıdır Firdevs. Babasının Hasankale’de şehit düştüğü haberini aldığında, on iki yaşında bir genç kızdır artık. Damarlarında dolaşan kanı, onun yokluk ve sefaletle mücadelesindeki en büyük güç kaynağıdır. Ev işleriyle birlikte, koyun ve kuzuları otlatma işi de Firdevs’e verilir. Koyun ve kuzuları en yakın arkadaşıdır kendisinin. Kimi zaman konuşur kuzularla, dertleşir. Kendi elleriyle kopardığı taze otlarla besler onları… Ah papatyalar… Dert ortağıdır, çok sever papatyaları.</p>
<p> </p>
<p>Firdevs ve kardeşleri için daha da zorlaşır hayat. Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemde üç çocukla hayat mücadelesi vermek, eşi şehitlik mertebesine ulaşan bir anne için çok zordur. Cepheye giderken eşi kendisine: <em>“Hatunum! Savaş hali bu, gidip de dönmemek var. Şayet geri dönemezsem, sen azatsın. Ama ne olur çocuklarımı götürme?” </em>ricasında bulunmuş olsa da hiçbir zaman evini ve çocuklarını terk etmeyi düşünmemiştir. Aile büyükleri toplanıp karar verir. Yokluk ve sefalet içinde altı yıl üç çocuk ile eş yolu bekleyen Sultan’ı, kendisinden on beş yaş küçük olan kayınbiraderi Mehmet ile nikâhlamaya karar verirler. Dönemin şartları gereği, ağabeyinin çocuklarına babalık etmek için, ağır bir yükün altına girmeye razı olur Mehmet.</p>
<p> </p>
<p>Ablası Nazife aynı köyden Osman oğlu Hasan ile evlendirilir. Evlilik çağı geldiğinde Firdevs de ablasının eşinin amcazadesi Mustafa ile evlendirilir. Mutlu bir evliliği vardır. Üçü kız, üçü erkek altı çocuğu dünyaya gelir. Rabbim çok sevmiştir kendisini ve imtihanı büyüktür Firdevs’in. Otuz beş yaşına geldiğinde bu kez, amansız bir hastalığın pençesine düşen eşi Mustafa’yı kaybeder. İkinci bir evliliği kabul etmez, çocuklarının hem annesi, hem babasıdır artık. Gün olur çarıkla odun toplamaya, gün olur elinde kazma kürek tarla işlerine koşturur. Hasat zamanı geldiğinde elinde orak, ekin biçmeye gider. Evlilik çağına gelmiş oğullarına kız ister, evlendirir onları, bir bir gelin eder kızlarını…</p>
<p> </p>
<p>Acılar mı kendisini olgunlaştırdı, yoksa Firdevs Anne mi acıları olgunlaştırdı bilinmez? Bilinen şu ki yeise düşmeden, bu kadar ağır ve zahmetli bir yaşama isyan etmeden sabretmenin -biz ödülü desek de kendisi bedeli derdi- bedelini uzun yaşama ile ödedi belki de. Kimseye yük olmadığı gibi, dünyaya da yük olmadı, aksine insanoğlu ve dünya yük oldu kendisine… Bu acı tecrübe ve bilgelik onu, köyün hem ebesi, hem baş aşçısı yapmıştı. Köydeki bir düğünde, bir mevlit de kazanların başında hep Firdevs Anne vardı. Sevgisini katık ederdi ateşte kaynayan kazanlara… Köyde yeni doğan çocuklara ebelik etme işi de ona kalırdı.</p>
<p> </p>
<p>Muhteşem bir hafızaya sahiptir. Geçmişi geleceğe aktaran bir köprü vazifesi görür kendisi. Hikâye ve masal kitaplığıdır adetâ. Ve dahası… Kâinat eczanesinden topladığı bitkiler ve otlarla birçok hastalığı tedavi edip, insanlara şifa dağıtan bir <strong><em>“Lokman Anne”</em></strong> idi aynı zamanda…</p>
<p> </p>
<p>Sevgiyle yoğrulmuş bir fıtrat ve ruh haline sahip olan Firdevs’in hayatı hep “özlem” ile geçti.</p>
<p> </p>
<p>Bir gün kendisine sorulur: <strong><em>“Hep mi özlem?”</em></strong></p>
<p> </p>
<p>Firdevs<strong><em>: “Evet”</em></strong> der. Ve devamla <strong><em>“‘Özlem’e özlem duymayı seviyoruz. Çünkü ‘özlem’ bizi vuslata yakınlaştırıyor”</em></strong> derdi.</p>
<p> </p>
<p>Ruhun şad olsun Firdevs Anne. Şunu bil ki!... Geride bıraktıkların da seni çok özlüyor…</p>
<p> </p>
<p>Selam ve dua ile efendim…</p>
<p> </p>
<p>Memdoğlu…</p>
<p> </p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.