KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (21)
<p><strong>B-Küçük Şirk: </strong>Kavli veya ameli olarak herhangi bir mahlükatın ulaşamayacağı ilahi mertebelere mübalağa atf edilmek suretiyle onu o mertebelere ulaştıracakmış gibi yüceltmektir. Yani; Allah (c.c) dışındaki varlıkları amelde ve/veya lisani kavilde Allah’a (c.c) müsavi kılmaktır. Ameli şirki, yapılan işlere riyanın karıştırılması ve kavli şirki de, Allah’ın (c.c) yaratıklarını O’na müsavi imiş gibi ifade etmek suretiyle, sarf edilen sözler olarak tarif edebiliriz. </p>
<p>Bu şirk çeşidi sahibini dinden çıkarmaz, lakin tevhidinin nakıslığına ve büyük şirke vesile olacağına işarettir. Bu şirk çeşidini yukarıda da zikrettiğimiz gibi, kavli ve ameli olmak üzere iki kategoriye ayırmak mümkündür.</p>
<p><strong><u>1-Kavli şirk:</u></strong> Sözle yapılan şirktir. Bu şirk çeşidinin çok örnekleri vardır.</p>
<p>Buna misal, Allah (c.c) dışındaki varlıklara yemin etmektir. Şu Hadis-i şeriftede görüldüğü gibi; <strong><span dir="RTL">عن ابن عمر رضي الله عنهما أنه سمع <em>رجلاً يقول: لا والكعبة، فقال ابن عمر: لا يُحلف بغير الله، فإني سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول: ((من حلف بغير فقد كفر أو أشرك))</em></span></strong> <strong>“<em>Hz. Ömer’in oğlundan (r.anhuma) rivayetle şöyle buyurdu: O (Hz. Ömer’n oğlu) bir adamın Kâbe’ye yemin ettiğini duyunca, adama şöyle dedi: Allah’tan başka bir şeye yemin etme. Zira Resulüllah’ın “kim Allah dışında bir varlığa yemin ederse o küfre veya şirke girer” dediğini duydum.” </em></strong>(Sunen-i Tirmizi, Kitabunnuzor vel-İman, Hadis No: 1535)</p>
<p>Cumhura göre başka varlıkllara yemin küfre götürmez. Ki bu minvalde İbni Abbas’ın ve başkalarının (r.anhum) açıklamaları da mevcuttur. Ancak küçük şirke götürür. Ve buda büyük şirke yol açmaya vesile olur. (Teyessirul-Azizul-Hamid Fi Şerh-i Kitabuttevhid, S.599)</p>
<p>Şayet yemin Lat veya Uzza gibi Putlara yemin edilirse, şu Hadis-i şeriftede belirtildiği gibi: <strong><em><span dir="RTL">ومن حلف فقال في حلفه: واللات والعزى، فليقل: لا إله إلا الله</span></em></strong> <strong><em>“Kim ki Lat ve Uzza’ya yemin ederse, La ilahe illallah desin”</em></strong> (Buhari, Tefsir Efereeyte Lat vel Uzza, Hds. No:4860; Muslim, İman, Hds. No:1647)</p>
<p>Lat ve Uzza ile ilgili Ayet-i kerimede şöyle buyurulmakdadır: <strong><span dir="RTL">اَفَرَاَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزّٰىۙ</span> “Lat ve Uzza’yı gördünüzmü?” </strong>(Necm 19)</p>
<p>Kişinin “Lailahe İllallah” demesi onun için istiğfarla beraber bir Put’a yemin ettiği için kefaret yerinede geçer.</p>
<p>Kavli şirke başka misalleri verecek olursak örneğin; Allah ve sen istedin bu iş oldu, sana ve Allah’a tevekkül ediyorum, Allah dışındaki varlıklara; hâkimlerin hâkimi demek gibi ifadeleri kullanmak ve Abdul-Haris, Abdul-Uzza gibi isimlerle Allah’tan başkasının kulluğuna nisbet etmek bu kabildendir.</p>
<p>Mevzu ile alakalı hadislerde de şunları öğrenmekteyiz:</p>
<p><em><span dir="RTL">ومن الشرك الأصغر قول ما شاء الله وشئت، كما روى النسائي عن ابن عباس رضي الله عنهما أن رجلاً قال للنبي صلى الله عليه وسلم: ما شاء الله وشئت، فقال: ((أجعلتني لله نداً؟ ما شاء الله وحده</span></em><em>)) “Allah ve sen istedin” ifadesinin küçük şirk olduğunu Nisai’nin İbn-i Abbas’tan (r.anhuma) rivayet ettiği gibi; Bir adamın Resulüllah’a “Allah ve Sen istedin” iafadesi üzerine, Resulüllah (s.a.v) adama: “sen beni Allah’a eş mi yapıyorsun?” “Allah yalnız istedi” dedi. </em>(Nisai, Sunen-i Kebir, 6/245)</p>
<p><em><span dir="RTL">ولأبي داود بسند صحيح عن حذيفة رضي الله عنه عن النبي صلى الله عليه وسلم قال: ((لا تقولوا ما شاء الله وشاء فلان، ولكن قولوا ما شاء الله ثم شاء فلان</span></em><em>)) Huzeyfe (r.a) sahih senedle Ebi Davud’tan şöyle rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır; “Allah ve falankes istedi demeyin. Ancak (Ve lakin) Allah istedi ve Allah’tan sonra falan istedi deyin.” </em>(Ebu Dvud (4980), Ahmed (23313), (5/384), Nisai (3/216) (Sunen-i Kebir))</p>
<p>Yukarıdaki Hadis-i şeriflere izahat getirmede yarar görüyoruz. Şöyleki: “Allah ve sen istedin” ifadesindeki “ve”, vav-ı atıftır. Yani “ve” sözcüğü; “Allah” ismi ile “Sen” işaret zamirini eşit kılmaktadır. Dolayısıyla (haşa) Halik ile Mahlûk eşitmiş gibi ve böylece bir oluşum için ikisinin iradesi eşit imiş gibi anlaşılmaktadır. Hâlbuki bu anlayış yanlıştır. Zira Allah’ın rızası dışında mahlûk istese de, hiçbir hadise vukubulmaz. Tıpkı şu Ayet-i kerimede zikredildiği gibi; <strong><span dir="RTL">وَمَا تَشَاؤُونَ إِلا أَن يَشَاء اللَّهُ</span> “Allah istemezse sen isteyemezsin” </strong>(İnsan 30). Yani Allah’ın (c.c) rızası olmayınca sen ne istersen iste, o şey olmaz. Ancak Allah (c.c) isterse olur. O durumda sen istemezsen de olur.</p>
<p>Ayrıca saygı ve/veya sevgi beslediğimiz bir büyüğe, ataya, nebiye, veliye, ecdada da yemin etmek caiz değildir. Şu Hadis-i şeriftede belirtildiği gibi; <em><span dir="RTL">عن أبي هريرة رضي الله عنه مرفوعاً: لا تحلفوا بآبائكم ولا بأمهاتكم ولا بالأنداد، ولا تحلفوا بالله إلا وأنتم صادقون</span> “Babalarınıza, annelerinize ve endadlara (Allah’a eş yapılanlara) yemin etmeyin. Sadık kalmayacağınız yeminleride Allah’a yemin etmeyin (Allah’a ettiğiniz yemine sadık kalın). </em>(Ebu Davud 3248; Taberani (Evset 5/25))</p>
<p>Başka bir Hadis-i şerifte; <em><span dir="RTL">ألا إنَّ الله ينهاكم أن تحلفوا بآبائكم، من كان حالفاً فليحلف بالله أو ليصمت</span> “Biliniz ki Allah babalarınıza yemin etmenizi nehyetmiştir (yasaklamıştır). Yemin etmek isteyen ya Allah’a yemin etsin veya sussun.” </em>(Buhari 6645)</p>
<p>Bu Hadis-i şerifi Hz. Ömer’in Oğlu Abdullah (R. Anhuma) rivayet etmiştir. Şöyle buyurmuştur: Hz. Ömer (r.a) Resulullah’ın yanında iken bir mevzuda babasına yemin etmek istediği bir esnada Resulullah (s.a.v) yukarıya taşıdığımız hadisi zikretmişlerdir. Ve gene ayni rivayette (Buhari 6645) Hz. Ömer’in şöyle dediği zikredilir; Vallahi ben bu Hadis-i şerifi Resulullah’tan duyduğumdan beri başka varlıklara yemin etmedim.</p>
<p>Riya Kavlen de yapılabilir. Bu kişinin konuşmasıyla, birini veya bir şeyi veya bir eseri, birilerine yaranmak için kutsiyet atf edercesine yâd etmesi, başkası görsün diye kasden zikr ve ibadette bulunması gibi kavli fiillerde riyadan sayılır.</p>
<p><strong><u>Ameli Şirk:</u></strong> Bu şirk çeşidinin en önemlisi riyadır. Riyâ’nın en bariz ve en galiz şekli; Dünyâ menfaatlerine dini âlet etmektir. Misal olarak ibâdetlerini göstererek ifa etmek suretiyle, insanların sevgisini kazanmaya çalışmaktır. Yani; nüfuz, şan, şöhret, zenginlik ve sair gibi dünyevi çıkarları elde etmek maksadıyla, insanlar tarafından kutsal değerlere karşı beslenen bağlılık ve hürmet duygularının, dinin âlet edilmesi suretiyle istismar edilmesi, riyanın en kötü şeklidir. Bu tür hilekârlık ve yalancılıklar İnsan şeref ve haysiyetine hakaret olmakla beraber, Allah (c.c) katında da büyük günahtır.</p>
<p>Bunun dışında; bazı hayvanları, bazı günleri, bazı ayları, umumi olarak bazı zamanları ve daha çoğaltabileceğimiz bazı varlıkları uğurlu veya uğursuz saymak. Ayrıca fal bakmak veya baktırmak, bir fayda veya zarar görmek veya gördürmek maksadıyla mezarlara ip bağlayıp çeşitli dileklerde bulunmak, keza türbelere para atmak, zarardan korur diye nazar boncuğu asmak vs. gibi davranışlar ameli şirkten sayılır.</p>
<p>Ancak saydığımız ve sayamayacağımız bu ve bunlara benzer hususlara itikad edilmesi (Allah muhafaza) büyük şirke sebebiyet verir. Lakin kişinin bu olayların müessiri ve yaratıcısının allah (c.c) olduğuna itikadı olup, cari adet gereği böyle davranması küçük şirke tabidir. Dolayısıyla bu ince ve hassas çizgiyi aşmamak adına, evla olan bu tür fikir ve davranışlardan kaçınmaktır. </p>
<p>Şimdi küçük şirke sebebiyet veren bu saydıklarımızı mümkün olduğu kadar ayet ve hadislerle izah etmeye çalışalım:</p>
<p>Peygamberimiz (s.a.v) küçük şirkten bizleri şu Hadis-i şerifle uyarmış ve şöyle buyurmuşlardır: <strong><em><span dir="RTL">إن أخوف ما أخاف عليكم الشرك الأصغر</span> “Sizin için korktuğum şirk küçük şirktir.” </em></strong>O’na “küçük şirk nedir ya Resulullah?” Diye sorulduğunda O: <strong><em><span dir="RTL">الرياء، يقول الله عز وجل لهم يوم القيامة إذا جزى الناس بأعمالهم: اذهبوا إلى الذين كنتم تراؤون في الدنيا، فانظروا هل تجدون عندهم جزاء</span> “Riya dedi.” Ve şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde insanlara amellerinin karşılığı verildiği zaman, Riyakârlara Allah (a.v.c) şöyle söyleyecektir; Dünyada riya (gösteriş) yaptıklarınıza gidin. Bakın bakalım, onların yanında amellerinizin karşılığını bulalabilecekmisiniz?” </em></strong>(Musned-ı Ahmed, 5/428,429)</p>
<p><strong><u>Riya</u></strong><u>:</u> Riya çok değişik şekillerde zuhur eder. Bunlarda ortak özellik; içten ve gerçek olmadığı halde, duruma uygun görüntü vermek suretiyle gerçekmiş gibi göstererek dünyevi menfaat elde etmeyi sağlamaktır.</p>
<p>Misal olarak; sevmediği bir insanı kendisine fayda sağlayacak diye seviyormuş gibi görünmek veya dürüstlük görüntüsü altında, insanlar arasında çıkar sağlamak veya dindar olmadığı halde dindar görünmek suretiyle güven, şan ve şöhrete ulaşmak arzusudur.</p>
<p>Riya’nın her çeşidi ahlaksızlık olmakla beraber, ibadetlerdeki riyakârlık çok daha büyük bir ahlâksızlıktır ve günahtır. Zira ibadet, sadece Allah rızasını kazanmak ve Allah (c.c) için yapılır. Allah'ın (c.c) rızası dışında başka bir amaçla, gösteriş olarak ibadet yapmak, Allah (c.c) rızasını ortadan kaldırır. Yalnız gösteriş veya bir çıkar düşüncesiyle Kur'ân okumak, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, sadaka vermek vs. ibadetler boşa harcanmış zaman ve emektir. Yani uhrevi hiçbir faydası olmadığı gibi, sahibini cehennem ateşine atacak derecede zararı vardır.</p>
<p>Şu Ayet-i kerimede de Allah Teâlâ’nın buyurdukları gibi<strong> <span dir="RTL">يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْداًۜ لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ</span> “</strong> <strong>Ey iman edenler! Sadakalarınızı, insanlara gösteriş için malını harcayan, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan kimse gibi başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle boşa çıkarmayın. Çünkü onun bu gösterişinin hâli, üzerinde az bir toprak bulunan bir kaya parçasının hâline benzer ki, ona şiddetli bir yağmur isabet edince üzerindeki toprağı temizleyip kendisini katı bir taş hâlinde bırakır”</strong> buyurmuştur. (Bakara 264)</p>
<p>Başka bir Ayet-i kerimede; <strong><span dir="RTL">مَن كَانَ يُرِيدُ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا نُوَفِّ إِلَيْهِمْ أَعْمَالَهُمْ فِيهَا وَهُمْ فِيهَا لاَ يُبْخَسُونَ أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ إِلاَّ النَّارُ وَحَبِطَ مَا صَنَعُواْ فِيهَا وَبَاطِلٌ مَّا كَانُواْ يَعْمَلُونَ</span> “Kim Dünya hayatını, onun görkemini, zenginliğini isterse, ona bu hayatta yapıp-ettiklerinin karşılığını eksiksiz olarak orada (dünyada) ödeyeceğiz. Ancak</strong> <strong>ahirette paylarına ateşten başka bir şey düşmeyen kimselerdir- çünkü onların bu [dünyada] yapıp-ettikleri hep boşa gidecektir; yapıp-ettikleri değersizdi zaten. </strong>(Hud 15, 16)</p>
<p>Yukarıdaki Ayet-i kerimelerde geçtiği gibi, Allah'ın (c.c) emrini ve rızasını düşünerek değil de, Allah’ın (c.c) kullarına dindar görünmek için ibadet etmek, âlim ve bilgilidir desinler diye ilimle uğraşmak, cömerttir desinler diye zekât ve sadaka vermek, Bakara 264 Ayet-i kerimesinde zikredildiği gibi, yağmurun yağmasıyla sert kayanın üzerindeki toprağın silinip süpürüldüğü gibi, riyakârın ibadetide ona fayda sağlamayıp heba olacaktır. Keza Hud 15 ve 16 Ayetlerinde zikredildiği gibi, riyakârın yapıp ettiklerinden dolayı dünyadaki karşılığı eksiksiz olarak verilecektir. Lakin bu yaptıkları ona ahirette herhangi bir sevap ve fayda sağlamıyacağı gibi, yaptığı tüm ibadetleri boşa gidecek ve ahirette payına ateşten başka bir şey düşmeyecek.</p>
<p>Hâlbuki Müslüman birey prensib olarak; Allah'a (c.c) ve insanlara karşı samimi davranmak suretiyle riyadan uzak ibadetlerini ifa etmelidir. Allah’ın (c.c) rızasını insanların övgüsüne ve yergisine, keza kendi çıkarına ve korkusuna tercih etmelidir.</p>
<p>Ancak riya konusu ile alakalı şu önemli noktaya temas etmeden geçmek doğru olmaz kanaatindeyiz. Şöyleki; Kişi ibadetini Allah (c.c) rızası için ifa ettiği halde, ayni zamanda dünyevi veya cismani menfaatlerde elde edebilme imkânına kavuşabilir. Hattizatında bütün ibadetlerin dünyevi menfatı kesindir. Ancak biz bazılarının faydalarının farkında olmayız, bazılarınında faydasını bariz bir şekilde görürüz. Misal olarak; Kişinin oruç tutup, bunun yanında sağlığına kavuşması, Namaz kılmak maksadıyla abdest alması fakat bunun yanında temizlenmesi veya serinlenmesi, Namaz kılarken sağlığına yararlı hareketler etmiş olması, Allah rızası için ilim talep etmesi ve ayni zamanda elde ettiği bu ilimle geçimini sağlaması gibi örnekleri dahada çoğaltmak mümkündür.</p>
<p> Şu Ayet-i kerimelerde de belirtildiği gibi cani-gönülden Allah’a yönelmenin ve teslim olmanın uhrevi fayda sağladığı gibi dünyevi menfaatler de elde etmeye vesile olabilir. <strong><span dir="RTL">وَمَن يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَل لَّهُ مَخْرَجًا وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لا يَحْتَسِبُ</span> “Kim Allah’a teslim olup O’na gönülden bağlanırsa, onun için muhakkak bir çıkış yolu vardır ve Allah onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır.” </strong>(Talak 2,3).</p>
<p>Başka bir Ayet-i kerimede: <strong><span dir="RTL">فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ إِنَّهُ كَانَ غَفَّارًا يُرْسِلِ السَّمَاء عَلَيْكُم مِّدْرَارًا وَيُمْدِدْكُمْ بِأَمْوَالٍ وَبَنِينَ وَيَجْعَل لَّكُمْ جَنَّاتٍ وَيَجْعَل لَّكُمْ أَنْهَارًا</span> “Dedimki: Allah’ınıza istiğifarda bulunun. O şüphesiz mağfiret sahibidir.</strong> <strong>Size, hesapsız semavî nimetler yağdıracaktır. Ve size mallar ve evlat vermek suretiyle yardım edcektir. Ve size bağlar-bahçeler ihsan edecek ve akıp giden nehirler bağışlayacaktır.” </strong>(Nuh 10-12)</p>
<p>Yukaradaki Ayet-i kerimelerde belirtildiği gibi, Nuh peygamber kavmine; Allah’ınıza istiğfarda bulunun ki, Allah’ınız size sonsuz nimetler yağdırsın, size mallar ve çocuklar vermek suretiyle yardımda bulunsun, size bağ-bahçe ihsan etsin ve akıp giden nehirler bağışlasın. Dikkat edecek olusak Cenab-ı Hakkın (c.c) Nuh (a.s) kavmine bağışlayacağı tüm bu nimetleri, Nuh (a.s) Allah’ın onları bağışlamasına bağlamaktadır. Kavminin bu nimetleri Allah’tan (c.c) istemesini emretmiyor, yalnızca bir ibadet olan Allah’tan mağfireti dilemelerini istiyor. Siz bu ibadeti ifa edin, şüphesiz Allah (c.c) size zikredilen bu dünya nimetlerini bağılayacaktır diyor.</p>
<p>Burada da Allah (c.c) rızası için yapılan ibadetin dünyaya olan faydasını bariz bir şekilde anlatılmaktadır. Bununla alakalı İmam Taberi (rh.a) Nuh suresinin 12 Ayet-i kerimesinde şöyle tarihi bir vakıayı nakletmektedir:</p>
<p> Şa'bi diyor ki: “Bir gün Ömer bin el-Hattab, yağmur duasına çıktı ve orada istiğfar dilemekten başka bir duada bulunmadı. Geri dönünce: “Ey müminlerin emiri! Senin, Allahtan yağmur istediğini duymadık.” dediler. Hz. Ömer de onlara şu cevabı verdi: “Ben, yağmuru, kendileriyle yağmur istenen, göğün kepçeleriyle istedim.” Hz. Ömer bundan sonra, <span dir="RTL">ا</span><strong><span dir="RTL">سْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ إِنَّهُ كَانَ غَفَّارًا يُرْسِلِ السَّمَاء عَلَيْكُم مِّدْرَارًا </span></strong> <strong>“Rabbinizden bağışlanmanızı dileyin. Şüphesiz ki o, çok bağışlayandır. Size gökten bol bol yağmur indirsin.”</strong> âyetlerini okudu. Daha sonra da: "Ey kavmim, rabbinizden af dileyin. Sonra ona tevbe edin ki, size gökten, bol bol yağmurlar indirsin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suçlular olarak yüz çevirmeyin.” âyetini okudu.</p>
<p>Hz. Nuh, kavmine Allahtan af dilemeleri halinde Allah’ın, kendilerine mallar, oğullar, bahçeler ve nehirler vereceğini zikretmiştir. (Taberi, Nuh 10-12)</p>
<p><strong><u>Uğursuzluk:</u></strong> Uğursuzlukla alakalı olarak ta şu söylenebilir; İnsanların içinde bulunduğu veya bulunabileceği kötü durumların suçunu kendi kusurlarında aramak yerine, başka varlıklara yüklemek suretiyle işin içinden sıyırmaktır. Bu bir nevi başka varlıklara karşı yapılan bühtan ve iftiradır. Dolayısıyla günahtır.</p>
<p>Ayrıca herhangi bir varlığın uğurlu vaya uğursuz olduğuna inanan kişinin, Allah’a (c.c) olan tevekkülünde kopukluk hâsıl olur ve inandığı bu varlığa olan itimadı güçlenir. Kişinin itimad edip bağlandığı bu varlığın etkisi hakikat olmayıp, kişinin hayal mahsülünden başka bir şey değildir. Binaenaleyh, hiç şüphe yok ki kişinin bu inanışı tevhid akidesine de terstir. Zira tevhid inancı tek varlığa inanmak ve yalnız onadan yardım beklemektir. Ki o varlık ta Cenabı Hakk’tır (c.c). Şu Ayet-i kerimede de bunun böyle olduğunu müşahede ediyoruz. Şöyle ki; Fatiha suresinin 4. Ayetinde Allh’a (c.c) hitaben şöyle diyoruz : <strong><span dir="RTL">إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ</span> “Biz yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz (bekleriz)”. </strong>Keza başka bir Ayet-i kerimede de bize şöyle emr ediliyor; <strong><span dir="RTL">فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ</span> “ Yalnız Ona (Allah’a c.c) ibadet (kulluk) et ve yalnız Ona (Allah’a c.c) tevekkül et.” </strong>(Hud 123).</p>
<p>Mevzu ile alakalı İbn-i Kesir’in Yasin suresinin tefsirinde şunlar geçmektedir:</p>
<p>İbn İshâk, İbn Abbas'tan, Kâ'b el-Ahbâr'dan Vehb İbn Münebbih'ten kendisine aktarıldığına göre, putperest bir kralın himayesinde bir kavim bir kasabada yaşarmış. Bu kasabanın Antakya şehri olduğu söylenmiştir. Burada putlara tapılırmış. Allah, onlara üç peygamber göndermiş. İbn-i Cüreyc, Vehb İbn-i Süleyman kanalıyla Şu'ayb el-Cübbâî'nin şöyle dediğini bildirir: İlk gönderilen iki elçinin adı; Şem'ûn ve Yuhannâ idi. Üçüncünün adı ise Bols idi. Kasaba da Antakya idi. Elçiler O kasaba halkına; <strong><span dir="RTL">اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ</span> “Biz, size gönderilmiş elçileriz, demişlerdi.” </strong>(Yasin 16). <strong><span dir="RTL">وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ</span> “Ve bizim görevimiz ancak açık bir şekilde tebliğ etmektir.” </strong>(Yasin 17). Onlar da: <strong><span dir="RTL">قَالُوا مَٓا اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۙ </span></strong> <strong>“Siz, ancak bizler gibi birer insansınız, demişlerdi” </strong>(Yasin 15). Eğer siz elçi olsaydınız, melek olurdunuz, insan olmazdınız, demişlerdi. Elçiler; Bizim üzerimize düşen, sadece bizim size peygamber olarak gönderildiğimiz şeyleri tebliğ etmemizdir. Eğer siz itaat ederseniz, bahtiyar olur, dünya ve âhirette mutluluğa kavuşursunuz. Davetimize icabet etmezseniz, bunun akıbetini ilerde göreceksiniz. Bunun üzerine kasaba halkı bu peygamberlere şöyle hitabetmiş: <strong><span dir="RTL">إِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْ</span></strong> <strong>“biz sizinle uğursuzluğa uğradık.” </strong>(Yasin 18). Sizin vâsıtanızla bizim hayatımız için iyilikler olacağını görmüyoruz. Katâde de der ki: Onlar (kasaba halkı) bize bir kötülük ulaşırsa bu, sizin yüzünüzdendir, demişlerdi. Bunun üzerine Elçiler onlara dediler ki: <strong><span dir="RTL">طَائِرُكُمْ مَعَكُمْ</span> “Uğursuzluğunuz sizinledir</strong>.” (Yasin 19). Uğursuzluğunuz sizin üzerinize geri döndürülmüştür. (İbn-i Kesir, Yasin 15-19)</p>
<p>Uğursuzluk sizinledir demek; sizin yaptılarınızdan, binaenaleyh sizden sadır olmaktadır demektir. Zira kendi amelleriniz buna meydan vermektedir. Buna sebep sizsiniz. Nitekim Allah (a.v.c) şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ</span> “insanların kendi elleriyle yapıp-ettikleri sonucunda karada ve denizlerde fesat zuhur etti” </strong>(Rum 41). Ve insanların kendi elleri ile oluşturdukları bu ve benzeri sıkıntılı hallerden kurtulmaları için cenab-i Hakk (c.c) şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُواْ وَاتَّقَواْ لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ </span>“ Oysa bu toplumların insanları imana erip de takva ehli olsalardı onların önünde göğün ve yerin bolluklarını açardık” </strong>(A’raf 96).</p>
<p><strong><u>Fal ve kehanet:</u></strong> İnsanlar arasında yaygın batıl inançlardan biri de falcılık ve kehanettir. İnsanoğlu tabiatı icabı geleceğe dair hayaller kurar ve bu hayallerinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini merak eder. Bu merak yüzünden tarih boyunca insanlar falcılara ve kâhinlere gidip, geleceği öğrenmek istemişlerdir. Günümüzde de bu merak devam etmektedir. Kahve falı, yıldız falı, tarot falı gibi bazı yöntemlerle fal baktırmak halk arasında yaygındır. Hâlbuki gelecekten haber vermeyi amaçlayan bu yöntemlerin aslı yoktur ve dinimizde de şirk dercesinde günahtır.</p>
<p>Eskiden putperestlerin rahipleri genellikle kâhinlik işiyle uğraşırdı. Müşrikler, putların veya putla ilişkili cinlerin insana kehanette bulunma yeteneğine sahip olduğuna inanırlardı. Hâlbuki Cinler emrinde çalıştıkları Hz. Süleymanın (a.s) vefatından bihaber kalmışlardır. Ta ki dayandığı elindeki asası kurt yiyip de düşünce O’nun vefat etmiş olduğunu anlamışlardı. Hz. Süleyman (a.s) asasına dayalı vaziyette ayakta durarak cinlerin çalışmasını teftiş ettiği esnada vefat etmişti. Cinler ise onun sağ olduğunu ve kendilerini izlediğini sanıyorlardı. Ta ki Allah’ın (c.c) takdiri ile dayandığı asası kurtçuk tarafından yenilip düşene kadar onun vefatına muttali olmamışlardı. Böylece Allah'ın (c.c) dilediği kadar çalışmaya devam ettiler.</p>
<p>Cincilik dışındaki fal yöntemleri de yine insanları istismar etmek için uydurulan, aslı astarı olmayan yöntemlerdir. Yıldızların veya kahve fincanıdaki kahve telvesinin gelecekten haber vereceğine inanmanın hiçbir mantıklı delili yoktur. Bir mümin için fal bakmak veya baktırmak yakışık almaz. Çünkü müminler şu Ayet-i kerimede de zikr edildiği gibi bilirler ki: <strong><span dir="RTL">لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ</span></strong> <strong>“Allah’tan başka ne göklerde, ne de yerde hiç kimse gaybı bilemez.”</strong> (Neml 65). Keza başka bir Ayet-i kerimede: <strong><span dir="RTL">وَعِنْدَهُ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ي</strong></span><strong><span dir="RTL">ن</span></strong><strong> “Gaybın anahtarları Allah'ın katındadır. Onları O'ndan başkası bilemez. O, karada ve denizde ne varsa bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” </strong>(Enam 59)</p>
<p>Konu ile alakalı Hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır: <strong><em><span dir="RTL">من أتى كاهناً أو عرافاً فصدقه بما يقول فقد كفر بما أنزل على محمد صلى الله عليه وسلم</span></em></strong> <strong><em>“Kim ki</em> <em>kâhin veya sihirbaza gidip söylediklerinin doğruluğuna inanırsa, Muhammed (s.a.v)’e inenleri inkâr etmiş olur.”</em></strong> (Mesned-i Ahmed, (2/408, 476); Ebu Davud, Tıp, Bab: Kâhin, 3904)</p>
<p>Zira Allah (c.c) Resulüne (s.a.v) şunu söylemektedir: <strong><span dir="RTL">قُل لاَّ يَعْلَمُ مَن فِى ٱلسَّمَـٰوٰتِ وٱلأرْضِ ٱلْغَيْبَ إِلاَّ ٱللَّهُ</span> “De ki; göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilemez.” (</strong>Neml 65). Buna rağmen birileri kâhin ve sihirbazlara inanarak gidip gayipten bir şeyleri sorup ve öğrenmek isterse, onlar Resulüllah’a (s.a.v) inen bu ve bu anlamda başka Ayetlere inanmayıp inkâr etmiş oluyorlar.</p>
<p>Başka bir Hadis-i şerif: <strong><em><span dir="RTL">من أتى عرّافاً فسأله عن شيء لم تقبل له صلاة أربعين ليلة</span></em></strong> <strong>“<em>Kim sihirbaza (kâhine) gidip ondan bir şey sorarsa (ondan gayipten birşeyler öğrenmek isterse) kırk gece namazı kabul olmaz.” </em></strong>(Müslim, Selam 2230)</p>
<p><strong><u>Türbelere ip ve benzeri şeyleri bağlamak suretiyle çeşitli beklentilerle dilekte bulunmak:</u></strong><strong> <span dir="RTL">أَفَرَايْتُم مَّا تَدْعُونَ مِن دُونِ ٱللَّهِ إِنْ أَرَادَنِىَ ٱللَّهُ بِضُرّ هَلْ هُنَّ كَـٰشِفَـٰتُ ضُرّهِ</span> “Eğer Allah bana bir keder murad ederse, Allah’tan başka çağırdıklarınızın bu kederi bertaraf ettiğini hiç gördünüzmü?” </strong>(Zumer 38).</p>
<p><strong>C- Gizli Şirk: <em><span dir="RTL">عن أبي سعيد الخدري رضي الله عنه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال: </span><span dir="RTL">((ألا أخبركم بما هو أخوف عليكم من المسيح عندي؟)) قال: قلنا: بلى، قال: ((الشرك الخفي؛ أن يقوم الرجل يعمل لمكان رجل))</span> “Ebi Said El-Hudriden (rd.a), Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdular; (Bence sizlere Deccal’dan taha tehlikeli olan şeyi söyleyeyimmi? Biz evet dedik. Dediki gizli şirktir. Mesela, kişi kalkar, namaz kılar, bu namazını, kendisine bakanlar sebebiyle güzel kılar.”</em></strong></p>
<p>Başka bir Hadis-i şerif;</p>
<p><strong><em><span dir="RTL">وعن أبي موسى الأشعري رضي الله عنه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال: ((أيها الناس، اتقوا هذا الشرك، فإنه أخفى من دبيب النمل))، فقال له من شاء الله أن يقول: وكيف نتقيه وهو أخفى من دبيب النمل يا رسول الله؟ قال: ((قولوا: اللهم إنا نعوذ بك من أن نشرك بك شيئاً نعلمه، ونستغفره لما لا نعلم))</span></em></strong><strong><em> “Ebu Musa el-Eş’ari (ra) rivayet ediyor: Rasulullah (s.a.v) bir gün şöyle buyurdular: “Ey insanlar! Karıncanın yürüyüşünden daha gizli olan şirkten sakının.” Bunun üzerine; “Ey Allah’ın Rasulü, bu kadar gizli ise, biz ondan nasıl sakınacağız?”</em></strong><strong> <em>diye soruldu. Hz. Peygamber (s.a.v):</em> <em>Ey Allah’ım! Bildiğimiz halde şirk koşmaktan sana sığınıyoruz. Bilmediklerimizden ötürü de senin affını talep ediyoruz, deyin.”(Kenzu’l-Ummal, 1/169; Ahmed, Müsned, 4/403; İbni ebi şeybete, El-musannif 6/70)</em></strong></p>
<p>Bu şirk çeşidini; kimi ulema küçük şirk şemsiyesi altında ve kimi ulema da başlı başına bir şirk çeşidi olarak değerlendirmiştir. Binaenaleyh, küçük şirk çerçevesi dâhilinde değerlendirildiği takdirde, şirk iki ana gövdeden meydana gelmiş olur. Yani alt sınıflarını gözardı ettiğimizde, ana gövde olarak “Büyük Şirk” ve “Küçük Şirk” olmak üzere iki ana gövde olarak tasnif edilebilir. Burada “Büyük Şirk”: kalbi akaid bozukluğu ve “Küçük Şirk”: Efali, akvali ve iradi bozukluktan zuhur etmektedir.</p>
<p>Ancak zahiri naslardan anlaşıldığına göre; gizli şirk bazen büyük şirk çerçevesine, bazen de küçük şirk çerçevesine dâhil olabiliyor. Burada sürekli mütereddid bir durum hâsıl olabilir. Netice olarak Allah (c.c) bizi şirkin her çeşidinden muhfaza eylesin. Ve her zaman Resulullah’ın Ashabına tavsiyesi olan bu duayı aklımızda tutmalıyız: <strong><span dir="RTL">اللَّهُمَّ إِنَّا نَعُوذُ بِكَ مِنْ أَنْ نُشْرِكَ بِكَ شَيْئًا نَعْلَمُهُ ، وَنَسْتَغْفِرُكَ لِمَا لَا نَعْلَمُهُ</span> “Allah’ım! Bildiğimiz halde şirk koşmaktan sana sığınırız. Bilmediklerimizden ötürü de senin affını talep ederiz.” (DEVAM EDECEK İŞAALLAH)</strong></p>
Ekleme
Tarihi: 21 Ocak 2019 - Pazartesi
KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (21)
<p><strong>B-Küçük Şirk: </strong>Kavli veya ameli olarak herhangi bir mahlükatın ulaşamayacağı ilahi mertebelere mübalağa atf edilmek suretiyle onu o mertebelere ulaştıracakmış gibi yüceltmektir. Yani; Allah (c.c) dışındaki varlıkları amelde ve/veya lisani kavilde Allah’a (c.c) müsavi kılmaktır. Ameli şirki, yapılan işlere riyanın karıştırılması ve kavli şirki de, Allah’ın (c.c) yaratıklarını O’na müsavi imiş gibi ifade etmek suretiyle, sarf edilen sözler olarak tarif edebiliriz. </p>
<p>Bu şirk çeşidi sahibini dinden çıkarmaz, lakin tevhidinin nakıslığına ve büyük şirke vesile olacağına işarettir. Bu şirk çeşidini yukarıda da zikrettiğimiz gibi, kavli ve ameli olmak üzere iki kategoriye ayırmak mümkündür.</p>
<p><strong><u>1-Kavli şirk:</u></strong> Sözle yapılan şirktir. Bu şirk çeşidinin çok örnekleri vardır.</p>
<p>Buna misal, Allah (c.c) dışındaki varlıklara yemin etmektir. Şu Hadis-i şeriftede görüldüğü gibi; <strong><span dir="RTL">عن ابن عمر رضي الله عنهما أنه سمع <em>رجلاً يقول: لا والكعبة، فقال ابن عمر: لا يُحلف بغير الله، فإني سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول: ((من حلف بغير فقد كفر أو أشرك))</em></span></strong> <strong>“<em>Hz. Ömer’in oğlundan (r.anhuma) rivayetle şöyle buyurdu: O (Hz. Ömer’n oğlu) bir adamın Kâbe’ye yemin ettiğini duyunca, adama şöyle dedi: Allah’tan başka bir şeye yemin etme. Zira Resulüllah’ın “kim Allah dışında bir varlığa yemin ederse o küfre veya şirke girer” dediğini duydum.” </em></strong>(Sunen-i Tirmizi, Kitabunnuzor vel-İman, Hadis No: 1535)</p>
<p>Cumhura göre başka varlıkllara yemin küfre götürmez. Ki bu minvalde İbni Abbas’ın ve başkalarının (r.anhum) açıklamaları da mevcuttur. Ancak küçük şirke götürür. Ve buda büyük şirke yol açmaya vesile olur. (Teyessirul-Azizul-Hamid Fi Şerh-i Kitabuttevhid, S.599)</p>
<p>Şayet yemin Lat veya Uzza gibi Putlara yemin edilirse, şu Hadis-i şeriftede belirtildiği gibi: <strong><em><span dir="RTL">ومن حلف فقال في حلفه: واللات والعزى، فليقل: لا إله إلا الله</span></em></strong> <strong><em>“Kim ki Lat ve Uzza’ya yemin ederse, La ilahe illallah desin”</em></strong> (Buhari, Tefsir Efereeyte Lat vel Uzza, Hds. No:4860; Muslim, İman, Hds. No:1647)</p>
<p>Lat ve Uzza ile ilgili Ayet-i kerimede şöyle buyurulmakdadır: <strong><span dir="RTL">اَفَرَاَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزّٰىۙ</span> “Lat ve Uzza’yı gördünüzmü?” </strong>(Necm 19)</p>
<p>Kişinin “Lailahe İllallah” demesi onun için istiğfarla beraber bir Put’a yemin ettiği için kefaret yerinede geçer.</p>
<p>Kavli şirke başka misalleri verecek olursak örneğin; Allah ve sen istedin bu iş oldu, sana ve Allah’a tevekkül ediyorum, Allah dışındaki varlıklara; hâkimlerin hâkimi demek gibi ifadeleri kullanmak ve Abdul-Haris, Abdul-Uzza gibi isimlerle Allah’tan başkasının kulluğuna nisbet etmek bu kabildendir.</p>
<p>Mevzu ile alakalı hadislerde de şunları öğrenmekteyiz:</p>
<p><em><span dir="RTL">ومن الشرك الأصغر قول ما شاء الله وشئت، كما روى النسائي عن ابن عباس رضي الله عنهما أن رجلاً قال للنبي صلى الله عليه وسلم: ما شاء الله وشئت، فقال: ((أجعلتني لله نداً؟ ما شاء الله وحده</span></em><em>)) “Allah ve sen istedin” ifadesinin küçük şirk olduğunu Nisai’nin İbn-i Abbas’tan (r.anhuma) rivayet ettiği gibi; Bir adamın Resulüllah’a “Allah ve Sen istedin” iafadesi üzerine, Resulüllah (s.a.v) adama: “sen beni Allah’a eş mi yapıyorsun?” “Allah yalnız istedi” dedi. </em>(Nisai, Sunen-i Kebir, 6/245)</p>
<p><em><span dir="RTL">ولأبي داود بسند صحيح عن حذيفة رضي الله عنه عن النبي صلى الله عليه وسلم قال: ((لا تقولوا ما شاء الله وشاء فلان، ولكن قولوا ما شاء الله ثم شاء فلان</span></em><em>)) Huzeyfe (r.a) sahih senedle Ebi Davud’tan şöyle rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır; “Allah ve falankes istedi demeyin. Ancak (Ve lakin) Allah istedi ve Allah’tan sonra falan istedi deyin.” </em>(Ebu Dvud (4980), Ahmed (23313), (5/384), Nisai (3/216) (Sunen-i Kebir))</p>
<p>Yukarıdaki Hadis-i şeriflere izahat getirmede yarar görüyoruz. Şöyleki: “Allah ve sen istedin” ifadesindeki “ve”, vav-ı atıftır. Yani “ve” sözcüğü; “Allah” ismi ile “Sen” işaret zamirini eşit kılmaktadır. Dolayısıyla (haşa) Halik ile Mahlûk eşitmiş gibi ve böylece bir oluşum için ikisinin iradesi eşit imiş gibi anlaşılmaktadır. Hâlbuki bu anlayış yanlıştır. Zira Allah’ın rızası dışında mahlûk istese de, hiçbir hadise vukubulmaz. Tıpkı şu Ayet-i kerimede zikredildiği gibi; <strong><span dir="RTL">وَمَا تَشَاؤُونَ إِلا أَن يَشَاء اللَّهُ</span> “Allah istemezse sen isteyemezsin” </strong>(İnsan 30). Yani Allah’ın (c.c) rızası olmayınca sen ne istersen iste, o şey olmaz. Ancak Allah (c.c) isterse olur. O durumda sen istemezsen de olur.</p>
<p>Ayrıca saygı ve/veya sevgi beslediğimiz bir büyüğe, ataya, nebiye, veliye, ecdada da yemin etmek caiz değildir. Şu Hadis-i şeriftede belirtildiği gibi; <em><span dir="RTL">عن أبي هريرة رضي الله عنه مرفوعاً: لا تحلفوا بآبائكم ولا بأمهاتكم ولا بالأنداد، ولا تحلفوا بالله إلا وأنتم صادقون</span> “Babalarınıza, annelerinize ve endadlara (Allah’a eş yapılanlara) yemin etmeyin. Sadık kalmayacağınız yeminleride Allah’a yemin etmeyin (Allah’a ettiğiniz yemine sadık kalın). </em>(Ebu Davud 3248; Taberani (Evset 5/25))</p>
<p>Başka bir Hadis-i şerifte; <em><span dir="RTL">ألا إنَّ الله ينهاكم أن تحلفوا بآبائكم، من كان حالفاً فليحلف بالله أو ليصمت</span> “Biliniz ki Allah babalarınıza yemin etmenizi nehyetmiştir (yasaklamıştır). Yemin etmek isteyen ya Allah’a yemin etsin veya sussun.” </em>(Buhari 6645)</p>
<p>Bu Hadis-i şerifi Hz. Ömer’in Oğlu Abdullah (R. Anhuma) rivayet etmiştir. Şöyle buyurmuştur: Hz. Ömer (r.a) Resulullah’ın yanında iken bir mevzuda babasına yemin etmek istediği bir esnada Resulullah (s.a.v) yukarıya taşıdığımız hadisi zikretmişlerdir. Ve gene ayni rivayette (Buhari 6645) Hz. Ömer’in şöyle dediği zikredilir; Vallahi ben bu Hadis-i şerifi Resulullah’tan duyduğumdan beri başka varlıklara yemin etmedim.</p>
<p>Riya Kavlen de yapılabilir. Bu kişinin konuşmasıyla, birini veya bir şeyi veya bir eseri, birilerine yaranmak için kutsiyet atf edercesine yâd etmesi, başkası görsün diye kasden zikr ve ibadette bulunması gibi kavli fiillerde riyadan sayılır.</p>
<p><strong><u>Ameli Şirk:</u></strong> Bu şirk çeşidinin en önemlisi riyadır. Riyâ’nın en bariz ve en galiz şekli; Dünyâ menfaatlerine dini âlet etmektir. Misal olarak ibâdetlerini göstererek ifa etmek suretiyle, insanların sevgisini kazanmaya çalışmaktır. Yani; nüfuz, şan, şöhret, zenginlik ve sair gibi dünyevi çıkarları elde etmek maksadıyla, insanlar tarafından kutsal değerlere karşı beslenen bağlılık ve hürmet duygularının, dinin âlet edilmesi suretiyle istismar edilmesi, riyanın en kötü şeklidir. Bu tür hilekârlık ve yalancılıklar İnsan şeref ve haysiyetine hakaret olmakla beraber, Allah (c.c) katında da büyük günahtır.</p>
<p>Bunun dışında; bazı hayvanları, bazı günleri, bazı ayları, umumi olarak bazı zamanları ve daha çoğaltabileceğimiz bazı varlıkları uğurlu veya uğursuz saymak. Ayrıca fal bakmak veya baktırmak, bir fayda veya zarar görmek veya gördürmek maksadıyla mezarlara ip bağlayıp çeşitli dileklerde bulunmak, keza türbelere para atmak, zarardan korur diye nazar boncuğu asmak vs. gibi davranışlar ameli şirkten sayılır.</p>
<p>Ancak saydığımız ve sayamayacağımız bu ve bunlara benzer hususlara itikad edilmesi (Allah muhafaza) büyük şirke sebebiyet verir. Lakin kişinin bu olayların müessiri ve yaratıcısının allah (c.c) olduğuna itikadı olup, cari adet gereği böyle davranması küçük şirke tabidir. Dolayısıyla bu ince ve hassas çizgiyi aşmamak adına, evla olan bu tür fikir ve davranışlardan kaçınmaktır. </p>
<p>Şimdi küçük şirke sebebiyet veren bu saydıklarımızı mümkün olduğu kadar ayet ve hadislerle izah etmeye çalışalım:</p>
<p>Peygamberimiz (s.a.v) küçük şirkten bizleri şu Hadis-i şerifle uyarmış ve şöyle buyurmuşlardır: <strong><em><span dir="RTL">إن أخوف ما أخاف عليكم الشرك الأصغر</span> “Sizin için korktuğum şirk küçük şirktir.” </em></strong>O’na “küçük şirk nedir ya Resulullah?” Diye sorulduğunda O: <strong><em><span dir="RTL">الرياء، يقول الله عز وجل لهم يوم القيامة إذا جزى الناس بأعمالهم: اذهبوا إلى الذين كنتم تراؤون في الدنيا، فانظروا هل تجدون عندهم جزاء</span> “Riya dedi.” Ve şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde insanlara amellerinin karşılığı verildiği zaman, Riyakârlara Allah (a.v.c) şöyle söyleyecektir; Dünyada riya (gösteriş) yaptıklarınıza gidin. Bakın bakalım, onların yanında amellerinizin karşılığını bulalabilecekmisiniz?” </em></strong>(Musned-ı Ahmed, 5/428,429)</p>
<p><strong><u>Riya</u></strong><u>:</u> Riya çok değişik şekillerde zuhur eder. Bunlarda ortak özellik; içten ve gerçek olmadığı halde, duruma uygun görüntü vermek suretiyle gerçekmiş gibi göstererek dünyevi menfaat elde etmeyi sağlamaktır.</p>
<p>Misal olarak; sevmediği bir insanı kendisine fayda sağlayacak diye seviyormuş gibi görünmek veya dürüstlük görüntüsü altında, insanlar arasında çıkar sağlamak veya dindar olmadığı halde dindar görünmek suretiyle güven, şan ve şöhrete ulaşmak arzusudur.</p>
<p>Riya’nın her çeşidi ahlaksızlık olmakla beraber, ibadetlerdeki riyakârlık çok daha büyük bir ahlâksızlıktır ve günahtır. Zira ibadet, sadece Allah rızasını kazanmak ve Allah (c.c) için yapılır. Allah'ın (c.c) rızası dışında başka bir amaçla, gösteriş olarak ibadet yapmak, Allah (c.c) rızasını ortadan kaldırır. Yalnız gösteriş veya bir çıkar düşüncesiyle Kur'ân okumak, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, sadaka vermek vs. ibadetler boşa harcanmış zaman ve emektir. Yani uhrevi hiçbir faydası olmadığı gibi, sahibini cehennem ateşine atacak derecede zararı vardır.</p>
<p>Şu Ayet-i kerimede de Allah Teâlâ’nın buyurdukları gibi<strong> <span dir="RTL">يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْداًۜ لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ</span> “</strong> <strong>Ey iman edenler! Sadakalarınızı, insanlara gösteriş için malını harcayan, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan kimse gibi başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle boşa çıkarmayın. Çünkü onun bu gösterişinin hâli, üzerinde az bir toprak bulunan bir kaya parçasının hâline benzer ki, ona şiddetli bir yağmur isabet edince üzerindeki toprağı temizleyip kendisini katı bir taş hâlinde bırakır”</strong> buyurmuştur. (Bakara 264)</p>
<p>Başka bir Ayet-i kerimede; <strong><span dir="RTL">مَن كَانَ يُرِيدُ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا نُوَفِّ إِلَيْهِمْ أَعْمَالَهُمْ فِيهَا وَهُمْ فِيهَا لاَ يُبْخَسُونَ أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ إِلاَّ النَّارُ وَحَبِطَ مَا صَنَعُواْ فِيهَا وَبَاطِلٌ مَّا كَانُواْ يَعْمَلُونَ</span> “Kim Dünya hayatını, onun görkemini, zenginliğini isterse, ona bu hayatta yapıp-ettiklerinin karşılığını eksiksiz olarak orada (dünyada) ödeyeceğiz. Ancak</strong> <strong>ahirette paylarına ateşten başka bir şey düşmeyen kimselerdir- çünkü onların bu [dünyada] yapıp-ettikleri hep boşa gidecektir; yapıp-ettikleri değersizdi zaten. </strong>(Hud 15, 16)</p>
<p>Yukarıdaki Ayet-i kerimelerde geçtiği gibi, Allah'ın (c.c) emrini ve rızasını düşünerek değil de, Allah’ın (c.c) kullarına dindar görünmek için ibadet etmek, âlim ve bilgilidir desinler diye ilimle uğraşmak, cömerttir desinler diye zekât ve sadaka vermek, Bakara 264 Ayet-i kerimesinde zikredildiği gibi, yağmurun yağmasıyla sert kayanın üzerindeki toprağın silinip süpürüldüğü gibi, riyakârın ibadetide ona fayda sağlamayıp heba olacaktır. Keza Hud 15 ve 16 Ayetlerinde zikredildiği gibi, riyakârın yapıp ettiklerinden dolayı dünyadaki karşılığı eksiksiz olarak verilecektir. Lakin bu yaptıkları ona ahirette herhangi bir sevap ve fayda sağlamıyacağı gibi, yaptığı tüm ibadetleri boşa gidecek ve ahirette payına ateşten başka bir şey düşmeyecek.</p>
<p>Hâlbuki Müslüman birey prensib olarak; Allah'a (c.c) ve insanlara karşı samimi davranmak suretiyle riyadan uzak ibadetlerini ifa etmelidir. Allah’ın (c.c) rızasını insanların övgüsüne ve yergisine, keza kendi çıkarına ve korkusuna tercih etmelidir.</p>
<p>Ancak riya konusu ile alakalı şu önemli noktaya temas etmeden geçmek doğru olmaz kanaatindeyiz. Şöyleki; Kişi ibadetini Allah (c.c) rızası için ifa ettiği halde, ayni zamanda dünyevi veya cismani menfaatlerde elde edebilme imkânına kavuşabilir. Hattizatında bütün ibadetlerin dünyevi menfatı kesindir. Ancak biz bazılarının faydalarının farkında olmayız, bazılarınında faydasını bariz bir şekilde görürüz. Misal olarak; Kişinin oruç tutup, bunun yanında sağlığına kavuşması, Namaz kılmak maksadıyla abdest alması fakat bunun yanında temizlenmesi veya serinlenmesi, Namaz kılarken sağlığına yararlı hareketler etmiş olması, Allah rızası için ilim talep etmesi ve ayni zamanda elde ettiği bu ilimle geçimini sağlaması gibi örnekleri dahada çoğaltmak mümkündür.</p>
<p> Şu Ayet-i kerimelerde de belirtildiği gibi cani-gönülden Allah’a yönelmenin ve teslim olmanın uhrevi fayda sağladığı gibi dünyevi menfaatler de elde etmeye vesile olabilir. <strong><span dir="RTL">وَمَن يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَل لَّهُ مَخْرَجًا وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لا يَحْتَسِبُ</span> “Kim Allah’a teslim olup O’na gönülden bağlanırsa, onun için muhakkak bir çıkış yolu vardır ve Allah onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır.” </strong>(Talak 2,3).</p>
<p>Başka bir Ayet-i kerimede: <strong><span dir="RTL">فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ إِنَّهُ كَانَ غَفَّارًا يُرْسِلِ السَّمَاء عَلَيْكُم مِّدْرَارًا وَيُمْدِدْكُمْ بِأَمْوَالٍ وَبَنِينَ وَيَجْعَل لَّكُمْ جَنَّاتٍ وَيَجْعَل لَّكُمْ أَنْهَارًا</span> “Dedimki: Allah’ınıza istiğifarda bulunun. O şüphesiz mağfiret sahibidir.</strong> <strong>Size, hesapsız semavî nimetler yağdıracaktır. Ve size mallar ve evlat vermek suretiyle yardım edcektir. Ve size bağlar-bahçeler ihsan edecek ve akıp giden nehirler bağışlayacaktır.” </strong>(Nuh 10-12)</p>
<p>Yukaradaki Ayet-i kerimelerde belirtildiği gibi, Nuh peygamber kavmine; Allah’ınıza istiğfarda bulunun ki, Allah’ınız size sonsuz nimetler yağdırsın, size mallar ve çocuklar vermek suretiyle yardımda bulunsun, size bağ-bahçe ihsan etsin ve akıp giden nehirler bağışlasın. Dikkat edecek olusak Cenab-ı Hakkın (c.c) Nuh (a.s) kavmine bağışlayacağı tüm bu nimetleri, Nuh (a.s) Allah’ın onları bağışlamasına bağlamaktadır. Kavminin bu nimetleri Allah’tan (c.c) istemesini emretmiyor, yalnızca bir ibadet olan Allah’tan mağfireti dilemelerini istiyor. Siz bu ibadeti ifa edin, şüphesiz Allah (c.c) size zikredilen bu dünya nimetlerini bağılayacaktır diyor.</p>
<p>Burada da Allah (c.c) rızası için yapılan ibadetin dünyaya olan faydasını bariz bir şekilde anlatılmaktadır. Bununla alakalı İmam Taberi (rh.a) Nuh suresinin 12 Ayet-i kerimesinde şöyle tarihi bir vakıayı nakletmektedir:</p>
<p> Şa'bi diyor ki: “Bir gün Ömer bin el-Hattab, yağmur duasına çıktı ve orada istiğfar dilemekten başka bir duada bulunmadı. Geri dönünce: “Ey müminlerin emiri! Senin, Allahtan yağmur istediğini duymadık.” dediler. Hz. Ömer de onlara şu cevabı verdi: “Ben, yağmuru, kendileriyle yağmur istenen, göğün kepçeleriyle istedim.” Hz. Ömer bundan sonra, <span dir="RTL">ا</span><strong><span dir="RTL">سْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ إِنَّهُ كَانَ غَفَّارًا يُرْسِلِ السَّمَاء عَلَيْكُم مِّدْرَارًا </span></strong> <strong>“Rabbinizden bağışlanmanızı dileyin. Şüphesiz ki o, çok bağışlayandır. Size gökten bol bol yağmur indirsin.”</strong> âyetlerini okudu. Daha sonra da: "Ey kavmim, rabbinizden af dileyin. Sonra ona tevbe edin ki, size gökten, bol bol yağmurlar indirsin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suçlular olarak yüz çevirmeyin.” âyetini okudu.</p>
<p>Hz. Nuh, kavmine Allahtan af dilemeleri halinde Allah’ın, kendilerine mallar, oğullar, bahçeler ve nehirler vereceğini zikretmiştir. (Taberi, Nuh 10-12)</p>
<p><strong><u>Uğursuzluk:</u></strong> Uğursuzlukla alakalı olarak ta şu söylenebilir; İnsanların içinde bulunduğu veya bulunabileceği kötü durumların suçunu kendi kusurlarında aramak yerine, başka varlıklara yüklemek suretiyle işin içinden sıyırmaktır. Bu bir nevi başka varlıklara karşı yapılan bühtan ve iftiradır. Dolayısıyla günahtır.</p>
<p>Ayrıca herhangi bir varlığın uğurlu vaya uğursuz olduğuna inanan kişinin, Allah’a (c.c) olan tevekkülünde kopukluk hâsıl olur ve inandığı bu varlığa olan itimadı güçlenir. Kişinin itimad edip bağlandığı bu varlığın etkisi hakikat olmayıp, kişinin hayal mahsülünden başka bir şey değildir. Binaenaleyh, hiç şüphe yok ki kişinin bu inanışı tevhid akidesine de terstir. Zira tevhid inancı tek varlığa inanmak ve yalnız onadan yardım beklemektir. Ki o varlık ta Cenabı Hakk’tır (c.c). Şu Ayet-i kerimede de bunun böyle olduğunu müşahede ediyoruz. Şöyle ki; Fatiha suresinin 4. Ayetinde Allh’a (c.c) hitaben şöyle diyoruz : <strong><span dir="RTL">إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ</span> “Biz yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz (bekleriz)”. </strong>Keza başka bir Ayet-i kerimede de bize şöyle emr ediliyor; <strong><span dir="RTL">فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ</span> “ Yalnız Ona (Allah’a c.c) ibadet (kulluk) et ve yalnız Ona (Allah’a c.c) tevekkül et.” </strong>(Hud 123).</p>
<p>Mevzu ile alakalı İbn-i Kesir’in Yasin suresinin tefsirinde şunlar geçmektedir:</p>
<p>İbn İshâk, İbn Abbas'tan, Kâ'b el-Ahbâr'dan Vehb İbn Münebbih'ten kendisine aktarıldığına göre, putperest bir kralın himayesinde bir kavim bir kasabada yaşarmış. Bu kasabanın Antakya şehri olduğu söylenmiştir. Burada putlara tapılırmış. Allah, onlara üç peygamber göndermiş. İbn-i Cüreyc, Vehb İbn-i Süleyman kanalıyla Şu'ayb el-Cübbâî'nin şöyle dediğini bildirir: İlk gönderilen iki elçinin adı; Şem'ûn ve Yuhannâ idi. Üçüncünün adı ise Bols idi. Kasaba da Antakya idi. Elçiler O kasaba halkına; <strong><span dir="RTL">اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ</span> “Biz, size gönderilmiş elçileriz, demişlerdi.” </strong>(Yasin 16). <strong><span dir="RTL">وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ</span> “Ve bizim görevimiz ancak açık bir şekilde tebliğ etmektir.” </strong>(Yasin 17). Onlar da: <strong><span dir="RTL">قَالُوا مَٓا اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۙ </span></strong> <strong>“Siz, ancak bizler gibi birer insansınız, demişlerdi” </strong>(Yasin 15). Eğer siz elçi olsaydınız, melek olurdunuz, insan olmazdınız, demişlerdi. Elçiler; Bizim üzerimize düşen, sadece bizim size peygamber olarak gönderildiğimiz şeyleri tebliğ etmemizdir. Eğer siz itaat ederseniz, bahtiyar olur, dünya ve âhirette mutluluğa kavuşursunuz. Davetimize icabet etmezseniz, bunun akıbetini ilerde göreceksiniz. Bunun üzerine kasaba halkı bu peygamberlere şöyle hitabetmiş: <strong><span dir="RTL">إِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْ</span></strong> <strong>“biz sizinle uğursuzluğa uğradık.” </strong>(Yasin 18). Sizin vâsıtanızla bizim hayatımız için iyilikler olacağını görmüyoruz. Katâde de der ki: Onlar (kasaba halkı) bize bir kötülük ulaşırsa bu, sizin yüzünüzdendir, demişlerdi. Bunun üzerine Elçiler onlara dediler ki: <strong><span dir="RTL">طَائِرُكُمْ مَعَكُمْ</span> “Uğursuzluğunuz sizinledir</strong>.” (Yasin 19). Uğursuzluğunuz sizin üzerinize geri döndürülmüştür. (İbn-i Kesir, Yasin 15-19)</p>
<p>Uğursuzluk sizinledir demek; sizin yaptılarınızdan, binaenaleyh sizden sadır olmaktadır demektir. Zira kendi amelleriniz buna meydan vermektedir. Buna sebep sizsiniz. Nitekim Allah (a.v.c) şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ</span> “insanların kendi elleriyle yapıp-ettikleri sonucunda karada ve denizlerde fesat zuhur etti” </strong>(Rum 41). Ve insanların kendi elleri ile oluşturdukları bu ve benzeri sıkıntılı hallerden kurtulmaları için cenab-i Hakk (c.c) şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُواْ وَاتَّقَواْ لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ </span>“ Oysa bu toplumların insanları imana erip de takva ehli olsalardı onların önünde göğün ve yerin bolluklarını açardık” </strong>(A’raf 96).</p>
<p><strong><u>Fal ve kehanet:</u></strong> İnsanlar arasında yaygın batıl inançlardan biri de falcılık ve kehanettir. İnsanoğlu tabiatı icabı geleceğe dair hayaller kurar ve bu hayallerinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini merak eder. Bu merak yüzünden tarih boyunca insanlar falcılara ve kâhinlere gidip, geleceği öğrenmek istemişlerdir. Günümüzde de bu merak devam etmektedir. Kahve falı, yıldız falı, tarot falı gibi bazı yöntemlerle fal baktırmak halk arasında yaygındır. Hâlbuki gelecekten haber vermeyi amaçlayan bu yöntemlerin aslı yoktur ve dinimizde de şirk dercesinde günahtır.</p>
<p>Eskiden putperestlerin rahipleri genellikle kâhinlik işiyle uğraşırdı. Müşrikler, putların veya putla ilişkili cinlerin insana kehanette bulunma yeteneğine sahip olduğuna inanırlardı. Hâlbuki Cinler emrinde çalıştıkları Hz. Süleymanın (a.s) vefatından bihaber kalmışlardır. Ta ki dayandığı elindeki asası kurt yiyip de düşünce O’nun vefat etmiş olduğunu anlamışlardı. Hz. Süleyman (a.s) asasına dayalı vaziyette ayakta durarak cinlerin çalışmasını teftiş ettiği esnada vefat etmişti. Cinler ise onun sağ olduğunu ve kendilerini izlediğini sanıyorlardı. Ta ki Allah’ın (c.c) takdiri ile dayandığı asası kurtçuk tarafından yenilip düşene kadar onun vefatına muttali olmamışlardı. Böylece Allah'ın (c.c) dilediği kadar çalışmaya devam ettiler.</p>
<p>Cincilik dışındaki fal yöntemleri de yine insanları istismar etmek için uydurulan, aslı astarı olmayan yöntemlerdir. Yıldızların veya kahve fincanıdaki kahve telvesinin gelecekten haber vereceğine inanmanın hiçbir mantıklı delili yoktur. Bir mümin için fal bakmak veya baktırmak yakışık almaz. Çünkü müminler şu Ayet-i kerimede de zikr edildiği gibi bilirler ki: <strong><span dir="RTL">لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ</span></strong> <strong>“Allah’tan başka ne göklerde, ne de yerde hiç kimse gaybı bilemez.”</strong> (Neml 65). Keza başka bir Ayet-i kerimede: <strong><span dir="RTL">وَعِنْدَهُ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ي</strong></span><strong><span dir="RTL">ن</span></strong><strong> “Gaybın anahtarları Allah'ın katındadır. Onları O'ndan başkası bilemez. O, karada ve denizde ne varsa bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” </strong>(Enam 59)</p>
<p>Konu ile alakalı Hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır: <strong><em><span dir="RTL">من أتى كاهناً أو عرافاً فصدقه بما يقول فقد كفر بما أنزل على محمد صلى الله عليه وسلم</span></em></strong> <strong><em>“Kim ki</em> <em>kâhin veya sihirbaza gidip söylediklerinin doğruluğuna inanırsa, Muhammed (s.a.v)’e inenleri inkâr etmiş olur.”</em></strong> (Mesned-i Ahmed, (2/408, 476); Ebu Davud, Tıp, Bab: Kâhin, 3904)</p>
<p>Zira Allah (c.c) Resulüne (s.a.v) şunu söylemektedir: <strong><span dir="RTL">قُل لاَّ يَعْلَمُ مَن فِى ٱلسَّمَـٰوٰتِ وٱلأرْضِ ٱلْغَيْبَ إِلاَّ ٱللَّهُ</span> “De ki; göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilemez.” (</strong>Neml 65). Buna rağmen birileri kâhin ve sihirbazlara inanarak gidip gayipten bir şeyleri sorup ve öğrenmek isterse, onlar Resulüllah’a (s.a.v) inen bu ve bu anlamda başka Ayetlere inanmayıp inkâr etmiş oluyorlar.</p>
<p>Başka bir Hadis-i şerif: <strong><em><span dir="RTL">من أتى عرّافاً فسأله عن شيء لم تقبل له صلاة أربعين ليلة</span></em></strong> <strong>“<em>Kim sihirbaza (kâhine) gidip ondan bir şey sorarsa (ondan gayipten birşeyler öğrenmek isterse) kırk gece namazı kabul olmaz.” </em></strong>(Müslim, Selam 2230)</p>
<p><strong><u>Türbelere ip ve benzeri şeyleri bağlamak suretiyle çeşitli beklentilerle dilekte bulunmak:</u></strong><strong> <span dir="RTL">أَفَرَايْتُم مَّا تَدْعُونَ مِن دُونِ ٱللَّهِ إِنْ أَرَادَنِىَ ٱللَّهُ بِضُرّ هَلْ هُنَّ كَـٰشِفَـٰتُ ضُرّهِ</span> “Eğer Allah bana bir keder murad ederse, Allah’tan başka çağırdıklarınızın bu kederi bertaraf ettiğini hiç gördünüzmü?” </strong>(Zumer 38).</p>
<p><strong>C- Gizli Şirk: <em><span dir="RTL">عن أبي سعيد الخدري رضي الله عنه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال: </span><span dir="RTL">((ألا أخبركم بما هو أخوف عليكم من المسيح عندي؟)) قال: قلنا: بلى، قال: ((الشرك الخفي؛ أن يقوم الرجل يعمل لمكان رجل))</span> “Ebi Said El-Hudriden (rd.a), Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdular; (Bence sizlere Deccal’dan taha tehlikeli olan şeyi söyleyeyimmi? Biz evet dedik. Dediki gizli şirktir. Mesela, kişi kalkar, namaz kılar, bu namazını, kendisine bakanlar sebebiyle güzel kılar.”</em></strong></p>
<p>Başka bir Hadis-i şerif;</p>
<p><strong><em><span dir="RTL">وعن أبي موسى الأشعري رضي الله عنه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال: ((أيها الناس، اتقوا هذا الشرك، فإنه أخفى من دبيب النمل))، فقال له من شاء الله أن يقول: وكيف نتقيه وهو أخفى من دبيب النمل يا رسول الله؟ قال: ((قولوا: اللهم إنا نعوذ بك من أن نشرك بك شيئاً نعلمه، ونستغفره لما لا نعلم))</span></em></strong><strong><em> “Ebu Musa el-Eş’ari (ra) rivayet ediyor: Rasulullah (s.a.v) bir gün şöyle buyurdular: “Ey insanlar! Karıncanın yürüyüşünden daha gizli olan şirkten sakının.” Bunun üzerine; “Ey Allah’ın Rasulü, bu kadar gizli ise, biz ondan nasıl sakınacağız?”</em></strong><strong> <em>diye soruldu. Hz. Peygamber (s.a.v):</em> <em>Ey Allah’ım! Bildiğimiz halde şirk koşmaktan sana sığınıyoruz. Bilmediklerimizden ötürü de senin affını talep ediyoruz, deyin.”(Kenzu’l-Ummal, 1/169; Ahmed, Müsned, 4/403; İbni ebi şeybete, El-musannif 6/70)</em></strong></p>
<p>Bu şirk çeşidini; kimi ulema küçük şirk şemsiyesi altında ve kimi ulema da başlı başına bir şirk çeşidi olarak değerlendirmiştir. Binaenaleyh, küçük şirk çerçevesi dâhilinde değerlendirildiği takdirde, şirk iki ana gövdeden meydana gelmiş olur. Yani alt sınıflarını gözardı ettiğimizde, ana gövde olarak “Büyük Şirk” ve “Küçük Şirk” olmak üzere iki ana gövde olarak tasnif edilebilir. Burada “Büyük Şirk”: kalbi akaid bozukluğu ve “Küçük Şirk”: Efali, akvali ve iradi bozukluktan zuhur etmektedir.</p>
<p>Ancak zahiri naslardan anlaşıldığına göre; gizli şirk bazen büyük şirk çerçevesine, bazen de küçük şirk çerçevesine dâhil olabiliyor. Burada sürekli mütereddid bir durum hâsıl olabilir. Netice olarak Allah (c.c) bizi şirkin her çeşidinden muhfaza eylesin. Ve her zaman Resulullah’ın Ashabına tavsiyesi olan bu duayı aklımızda tutmalıyız: <strong><span dir="RTL">اللَّهُمَّ إِنَّا نَعُوذُ بِكَ مِنْ أَنْ نُشْرِكَ بِكَ شَيْئًا نَعْلَمُهُ ، وَنَسْتَغْفِرُكَ لِمَا لَا نَعْلَمُهُ</span> “Allah’ım! Bildiğimiz halde şirk koşmaktan sana sığınırız. Bilmediklerimizden ötürü de senin affını talep ederiz.” (DEVAM EDECEK İŞAALLAH)</strong></p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.