KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (23)
<p><strong><u>b) kendi nefsine karşı hak ihlali ile kendi nefsine zulüm etmemelidir:</u></strong></p>
<p><strong>1-Yapması gereken ibadetleri ifa etmemesi: </strong>Kul ibadetleri ifa etmemesi ile iki cihetten suç işlemektedir:</p>
<p><u>Birincisi:</u> Allah’a karşı olan asli görevini yerine getirmemekle suç işlemektedir. Zira Cenab-i Hkk (c.c) şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ</span> “ben Cinleri ve İnsanları bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım.” </strong>(Zariyat 56)</p>
<p>Bununla Allah (c.c) akıl sahibi ve mükellef varlıklar olan İnsan ve Cinler’in yaratılmalarındaki esas maksadın, onların Allah'ın varlığını bilmeleri ve Allah’ı tanımaları suretiyle kendi var oluşlarını, O'nun iradesi ve tasarrufu ile mümkün olabileceğini idrak etmek ve bilinçli olarak varoluşlarını buna uyumlu hale getirme isteği duymalarıdır. İşte O’nu tanımaları ve bilmeleri ve kendi varoluşlarını O’nun iradesi ve tasarrufu istikametinde mümkün olabileceğini bilmek ve ona uyum sağlama isteği kul için bir rahmettir.</p>
<p>Amacın bu olduğu bundan sonra gelen Ayet-i kerimeden de anlaşılmaktadır. Ayet-i kerime şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ</span></strong> <strong>“Şüphesiz Allah bütün rızıkları verendir, her türlü kudretin Sahibidir” </strong>(Zariyat 57).</p>
<p>Bu Ayet-i kerimeden de anlaşıldığı gibi; Amaç, hiçbir şeye muhtaç olmayan ve sınırsız güç sahibi olan Yaratıcı'nın herhangi bir şekilde ihtiyacından doğmuş değildir. Tersine, her şeyi kuşatan ilahî iradeye bilinçli olarak kendini teslim etmek suretiyle bu iradeyi kavramayı ve böylece bizzâtihî Allah'a daha yakın olmayı ümid eden kulun ruhî gelişmesinin bir aracı olarak öngörülmüştür. Binaenaleyh müdrik ve mükellef bu varlıkların bu bilince varmaları ve bu istikamette amel etmeleri ve bu vesile ile her iki cihan saadetine ermeleri amaçlanmaktadır. Bu amaç hâsıl olmadığı takdirde, kul Allah’a (c.c) ibadette imtina ettiğinden ve nefsi de bundan dolayı cezalandırılacağından, nefsine zulm etmiş olur.</p>
<p><u>İkincisi:</u> Gene ayni Ayet-i kerimede (Zariyat 56), kişiye asli görev olarak Allah (c.c) tarafından verilen kendisine ibadeti ifa edilmemesi sonucunda, bu ihmalin karşılığı olan cezayı çekeceğinden, kişi nefsine zulm etmiştir.</p>
<p>Bu genel açıklamadan sonra, Müslüman kişinin yapması gereken asli görevlerini izah etmeye çalışalım inşallah. Bu görevleri:</p>
<p>1- Kulun kalbi ile inanarak tasdik ettiği hususlar ki, bunlara imanın rükünleri veya imanın şartları olarak aşinayız.</p>
<p>2- Kulun bizzatihi ameli olarak şartlarına göre yerine getirmesi gerektiği hususlar olan, islamın hükümleri veya islamın şartları olarak bildiğimiz hususlardır.</p>
<p> Şartlarına göre dememizdeki maksat, kişinin hasta, seferi, zengin, fakir, hanımlarda luhosa veya ay halleri gibi zaman, zemin, hal ve durumuna bağlı olarak dini vecibelerini ifa etmemesi veya edememesi kasd edilmektedir.</p>
<p>Bu iki hususu hakkıyla yerine getiren kul, inşallah Allah’ın (c.c) nezdinde muteber ve felaha ermiş kul olacaktır. </p>
<p>Önce birinci madde olan kalb ile inanarak tasdik etmemiz gereken hususları izah etmeye çalışalım. Bu hususun ilk rüknü:</p>
<p><strong>a) Allah’ın varlığına ve benzeri olmadığına inanmaktır</strong>. Yani kayıtsız ve şartsız Allah’a (c.c) teslim olmak, mutteki olmaktır. Mutteki olmanın şartını Kur’an-ı kerimde: <strong><span dir="RTL">اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ</span></strong> <strong>“Onlar ki gaybe inanırlar”</strong> (Bakara 3) diye tarif edilmektedir. Gayp, insanın kavrayış melekeleri dışında olan ve bu melekelerle algılayamadığı bir kavramdır. Dolayısıyla gaybın, fiziksel veya bilimsel gözlemlerle ispatı mümkün değildir. Ancak gayb hakkındaki bilgiye vahiy yoluyla sahibiz. Bu bilgiler peygamberler vasıtasıyla insanoğluna bildirilmiştir. Örneğin, Allah’ın varlığı, evrenin yaratılış amacı, ölümden sonraki hayat, zamanın gerçek mahiyeti, ruhsal güçlerin varlığı ve bunların birbirleriyle olan ilişkileri vb. gibi…</p>
<p>Ebu Ca'fer el-Râzî... Ebu'l-Âliye'den nakleder ki: <strong>“Onlar ki gayba inanırlar”</strong> âyetinden maksat Allah'a meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, cennetine, cehennemine ve Allah'a kavuşacaklarına îman etmektir. (İbni Kesir, Bakara 3).</p>
<p>Başka bir ayet-i kerimde: <strong><span dir="RTL">اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ</span> “Onlar (Muttekiler) görmedikleri halde Rabblerinden huşu duyarlar.” </strong>(Enbiya 49).</p>
<p>İbni Abbas’ın (r.a) görüşüne göre: Onların, Allah'a olan imanları gaybî bir istidlaldir. O halde bu demektir ki kullar, Allah'ı görmedikleri halde, O'na ibadet ederler. Allah'dan herhangi bir şey saklı kalmaz. (F.Razi, Embiya 49).</p>
<p><strong>“Onlar kî (Takva sahipleri) Rablerinden gıyaben korkarlar.”</strong> Yani onlar yüce Allah'ı görmemektedirler. Onlar<u> düşünmekle</u>, <u>delilleri görmekle</u>, herşeye gücü yeten, amellerin karşılığını veren bir Rabblerinin olduğunu bilmişlerdir. O bakımdan onlar gizli hallerde de insanlar tarafından görülmedikleri, yalnızlık hallerinde de yalnız O'ndan korkarlar. (Kurtubi, Enbiya 49).</p>
<p>Gayb'ı; “kendisine delâlet eden bir şey bulunan” ve “kendisine delâlet eden bir şey bulunmayan” diye iki kısma ayırmak gerekir. Kendisine delâlet edecek bir şey olmayan gayba gelince, bunu ancak Cenâb-ı Hakk (c.c) bilir. Kendisine delâlet edecek bir şey olan gayba gelince, senin “Biz, kendisine delâlet edecek bir delili olan gaybı biliyoruz" demen imkânsız değildir. Bundan dolayı âlimler şöyle demişlerdir: Görülenle, gayip olana istidlalde (delil göstermede) bulunmak, bir delil çeşididir. (F.Razi, Bakara 3).</p>
<p>Buna göre Allah’a (c.c) iman etmek isteyen, akıl ve idrak sahibi biri için, bu işin hiç de müşkül olmadığı aşikârdır. Zira kevni varlık bunun en bariz delili olmaya yeter de artar. Ama kişi gafleti benimsemiş ve “takva” yerine “fucür”u tercih etmişse, hiçbir delil (kâinat, evren, varlık ve hatta kendi varlığı) kendisini tatmin etmeyecek ve gafillerin yolundan ayıramayacaktır.</p>
<p>Burada önemli olan kulun ne istediğidir. Kul her iki cihanda saadet ve ebedi felah mı istiyor? Yoksa hem dünyada ve hem de ahirette bedbahtlık ve ebedi cehnnem mi istiyor? Bu karar kulun kendi uhdesindedir. Cenab-ı Hakk (c.c), kul kendisi için ne isterse, o istediğinin yaratıcısıdır. Marufunda, münkerinde yaratıcısıdır. Ancak maruf O’nun tercihidir. Dolayısıyla kulun tercihi de burada önemlidir. Kul eğer bu dünyadaki hayatı sırasında hakikate karşı bilerek kör ve sağır kalmış ise, öteki dünyada hazırlanmış olan azaba kendini hazırlamış demektir. Yok, eğer Allah’ın (c.c) lütfu, keremi ve rahmeti olarak kendisine bağışlanan akıl melekesini doğru kullanır ve idraki ile marufu tercih edip, münkerden sakınırsa iç aydınlığı, huzuru ve ebedi saadeti elde etmeye hak kazanacaktır bi iznillah.</p>
<p>Kul’un tercihiyle alakalı, Zemahşerî (rh.a) Keşşaf’ında İbrahim suresinin dördüncü ayetin sonunda geçen <strong><span dir="RTL">فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ</span> “Allah istediğine/isteyene dalalet, istediğine/isteyene hidayet verir” </strong>tefsirinde insanın uhdesinde olan bu tercih imkanı üzerinde durarak şunu belirtmektedir: “Allah, tutum ve davranışlarının gidişi itibariyle asla imana ermeyeceğini bildiği insanların dışında hiç kimseyi saptırmaz ve sapıklık içinde bırakmaz; ve gene Allah, imana olan eğilimini bildiği insanların dışında kimseyi doğru yola yöneltmez ve doğru yola sokmaz. (Keşşaf, İbrahim 4).</p>
<p> Binaenaleyh, münkere ve batıl itikadlara inatla sarılan ve hakikatin sesini dinlemeyi reddeden kişinin zamanla hakikati kavrama yeteneğini kaybedeceği ve bu Ayet-i kerimede zikr edildiği gibi: <strong><span dir="RTL">خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ</span></strong><span dir="RTL"> ۟</span> <strong>“Sonunda kalbinin mühürlenmiş olduğudur”</strong> (Bakara 7).</p>
<p>Kâinatta vukubulan bütün olaylar Allah (c.c) tarafından vazedildiğinden, bunlara Sünnetullah (Allah’ın Kanunları) adı verilir. Dolayısıyla yukarıda geçen bu <strong>“ Kalb mühürleme”</strong>de Allah'a (c.c) izafe edilmektedir. Oysa bu, yukarıda zikrettiğimiz gibi insanın inatla kötülüğe ve küfre sarılması ve hür tercihinin sonucudur.</p>
<p> <strong><span dir="RTL">لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌ</span></strong> <strong>“hiçbir şey O'na benzemez” </strong>(Şura 11). Alah tealanın bu sıfatına “Muhalefetün Lilhavadis” denmektedir (Yaratıldıkların hiç birine benzememesi). Allah tealanın, yaratıklarından herhangi birine benzediği hissini veren nasslara “Müteşabih nassalar” denilmiştir. Bunların manalarını ancak Allah bilir. “Allah’ın eli, yüzü, oturması” gibi ifadeler bu kabildendir. Selef uleması bu tür ifadeleri olduğu gibi kabul edip te'vil etmeye gerek görmemişler ve bunların ne demek olduğunu Allah tealanın daha iyi bildiğini söylemişlerdir. Sonra gelen âlimler ise Allahın, yaratıklarına benzediği hissini veren ifadeleri uygun şekillerde açıklamayı tercih etmişlerdir. (Taberi, Şura 11)</p>
<p> Gerek eski ve gerek yeni “Tevhid Uleması”, Allah’ı (c.c), aza ve cüzlerden mürekkeb bir kevni cisimden ve keza mekân veya cihetten tenzih etmişler ve bunu iddia edenlere şiddetle karşı çıkmışlardır. Ve şöyle demişlerdir: Şayet O cisim olsa idi emsali sair cisimlerde vardır. Hâlbuki bu Allah’ın <strong><span dir="RTL">لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌ</span></strong> <strong>“hiçbir şey O'na benzemez” </strong>kavline açıkça aykırıdır ve dolayısıyla batıldır. Ve şöyle söylenmiştir; acaba <strong>“hiçbir şey O'na benzemez” </strong>kavli ile Allah’ın Zatının mı, yoksa Sıfatının mı mahiyeti murad edilmiştir? Eğer Zatının mahiyeti murad edilmişse doğrudur. Ancak bununla sıfatının mahiyeti kasd edildi ise, yalnıştır. Zira kullar da kevni olarak âlim ve kadir safatlarıyla sıfatlandırılırlar. Binaenaleyh bu kavlin manası; hiçbir şey zatıyla Allah’ın (c.c) Zatına benzememektedir. (F:Razi; Keşşaf, Şura 11).</p>
<p> <strong>b) Meleklerin varlığına inanmaktır: </strong>Yukarıda Allah’a (c.c) iman konusunda muttekilere atfen zikrettiğimiz Ayet-i kerime; <strong><span dir="RTL">اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ</span></strong> <strong>“Onlarki gaybe inanırlar” </strong>(Bakara 3) bu mevzu için de geçerlidir. Zira melekleri de göremiyoruz. Melekler de bizim için gayptirler. Onları ancak vahiy yoluyla öğreniyoruz. Yani onların varlıklarını peygamberler ve onlara verilen kitablar vasıtasıyla öğrenmiş oluyoruz.</p>
<p> Hz. Aişe’den gelen Hadis’te, Melekler’in haddizatında mahlûk (yaratık) olan Nur’dan yaratıldıkları haber vermektedir. <strong><em><span dir="RTL">عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خُلِقَتْ الْمَلَائِكَةُ مِنْ نُورٍ وَخُلِقَ الْجَانُّ مِنْ مَارِجٍ مِنْ نَارٍ وَخُلِقَ آدَمُ مِمَّا وُصِفَ لَكُمْ</span></em></strong> <strong><em>“Hz. Aişe’de (r.anha) Resulüllah (s.a.v) şöyle buyurduklarını nakletmektedir: Melekler Nur’dan, Cinler Ateş’ten ve Âdem (a.s) size tavsif edildiğinden (yani topraktan) yaratılmışlardır.” </em></strong>(Sahih-i Müslim, 2996). Bu husus Sahih-i Müslimin başka bir Hadisinde de Ebu Hureyre’den rivayetle, şunlar zikr edilmektedir: <span dir="RTL">مِنْ حديثِ أبي هريرة رضي الله عنه قال: أَخَذَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِيَدِي فَقَالَ: «<strong><em>خَلَقَ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ التُّرْبَةَ يَوْمَ السَّبْتِ، وَخَلَقَ فِيهَا الجِبَالَ يَوْمَ الأَحَدِ، وَخَلَقَ الشَّجَرَ يَوْمَ الإِثْنَيْنِ، وَخَلَقَ المَكْرُوهَ يَوْمَ الثُّلَاثَاءِ، <u>وَخَلَقَ النُّورَ يَوْمَ الأَرْبِعَاءِ</u>، وَبَثَّ فِيهَا الدَّوَابَّ يَوْمَ الخَمِيسِ، وَخَلَقَ آدَمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ بَعْدَ العَصْرِ مِنْ يَوْمِ الجُمُعَةِ فِي آخِرِ الخَلْقِ، فِي آخِرِ سَاعَةٍ مِنْ سَاعَاتِ الجُمُعَةِ، فِيمَا بَيْنَ العَصْرِ إِلَى اللَّيْلِ</em></strong></span> <em>Resulüllah elimden tuttu ve şöyle buyurdu: <strong>“Allah (a.c), toprağı cumartesi yarattı. O toprakta da dağları pazar günü yarattı. Ağaçları ise pazartesi günü yarattı. Mekruhu salı günü yarattı. Nuru da çarşamba günü yarattı. Hayvanları orada perşembe günü yaydı. Âdem'i (a.s) de cuma ikindiden sonra, yaratıkların sonunda, cuma saatlerinden son bir saatinde -ikindi ile gece arasında- yarattı.”</strong></em> (Sahih-i Müslim, sıfatul-kıyameti vel cenneti vennar, halkıl-Âdem (a.s) (2789))</p>
<p> Cenab-ı Hakk (c.c) önce Nur’u yaratmıştır. Daha sonra bu Nur’dan Melekleri yaratmıştır. Tıpkı Allah (c.c) önce ateşi yarattığı ve bu ateşten de cinleri yarattığı ve önce toprağı yaratıp bu topraktan Hz. Âdem’i (a.s) yaratıldığı gibi. Allah (c.c) onları kendisine itaat ve ibadet etmekle şereflendirmiştir. Ayrıca kendilerini görevlendirdiği işlere memur kılmış ve onları mekruh ve mahzurlardan korumuştur. Onlar, Allah’ın (c.c) emirlerine isyan etmezler ve muhalefette bulunmazlar. Kendilerine emr edilenlere muti bir şekilde isticab ederler. Ayrıca, kulları muhafaza eder ve yaptıklarını kayıt altına alırlar. Böylece âlemin ulvi ve süfli işlerini düzenlerler.</p>
<p>Meleklerin, kulların muhafazası ve yaptıklarını kayıt altına almaları ile ilgili mevzu hakkında şu Ayet-i kerime şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ </span></strong><span dir="RTL">ا<strong>للّٰهِۜ </strong></span><strong> “O'nun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri (takipçileri) vardır, onu Allah'ın emriyle muhafaza ederler.” </strong>(Rad 13).</p>
<p>Âlimlerin çoğunun benimsedği meşhur görüşe göre, bununla "hafaza melekleri" kastedilmiştir. Hafaza meleklerini, şu iki sebebten ötürü, mu'akkıbât (takipçiler) diye nitelemek uygun olmuştur;</p>
<p>a) Onlardan gece görevli olanların, gündüz görevli olanları yahut da gündüz görevli olanların, gece görevli olanları takib etmeleri, yani onlardan sonra gelip nöbeti devralmaları sebebi ile.</p>
<p>b) Yahut da onların, kulların yaptığı amelleri takib etmeleri ve o amelleri yazıp Kaydetmeleri sebebiyledir. Bir işi yapıp, tekrar aynı işe yönelen kimse, o işi takibe tmiş olur.</p>
<p>Buna göre; "mu'akkıbât" sözü ile gece ve gündüz (insanın amellerini yazan ve onu koruyan) melekler kastedilmiştir. (F. Errazi, Rad 13)</p>
<p>Hz. Osman (r.a.)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir."Ey Allah'ın Resulü! Bana, bir insan için ne kadar meleğin görevlendirildiğini söyle" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.); "Bir melek sağındadır. O, senin hasenatını (iyi amellerini) yazar. Bu melek, aynı zamanda senin solunda bulunan meleğin emiridir. Binâenaleyh sen bir iyilik yaptığında, o buna, karşılık on kat sevab yazar. Ama bir kötülük işlediğinde, solda bulunan melek, sağda bulunana, yazayım mı? Diye sorar. O da, "Hayır, bekle. Belki tevbe eder" der. Soldaki melek üç defa böyle sorunca, sağdaki, "Evet, artık yaz. Allah bizi ondan kurtarsın. O, ne kötü bir arkadaş. Ne kadar az Allah'ı görüp gözetiyor ve bizden ne az utanıyor'' der. Bunlardan başka önünde ve arkanda iki melek daha var. Bunlar, Hak Teâlânın: "Onun (insanın) Önünde ve arkasında, kendisini Allah'ın emriyle gözetleyecek takibçi (melekler) var" ayetinde bahsedilenlerdir. Bir melek de senin perçeminden (kâkülünden) tutmuştur. Sen, Rabbine boyun eğip itaat ettiğinde, başını yukarı kaldırır; isyan edip, başını diktiğinde, başını yere çeker ve indirir (zelil eder). İki melek de, senin dudaklarında bulunur. Bana getirdiğin, söylediğin salât-u selamları yazar, kaydederler. Bir melek de ağzının içinde bulunur ve ağzından içeri, yılanların çıyanların girmesine engel olur. İki melek de iki gözünün üzerinde bulunur, işte bunlar, her insan ile birlikte bulunan on melektir. Gece melekleri, gündüz melekleri ile nöbet değişirler. Böylece, her insan üzerinde (görevli) yirmi melek bulunur" buyurmuştur.</p>
<p>Yine Hz. Peygamber (s.a.v)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Aranızda gece ve gündüz takibte olan melekler vardır. Onlar sabah namazı ve ikindi namazı vaktinde günde iki kez nöbet değişimi için bir araya gelirler." "Sabah namazını da (edâ et). Çünkü sabah namazı şâhidlidir" (isra, 78) ayeti ile murad edilen şâhidlik işte budur. On gece meleğinin yukarı çıktığı esnada, on gündüz meleğinin yere indiği de söylenmiştir.</p>
<p>İbn Cüreyc bu ayetin, tıpkı “Hem sağında, hem solunda oturan iki de (melek) vardır.” Sağdakinin iyilikleri, soldakinin ise kötülükleri yazıp tesbit ettiğini söylemiştir.</p>
<p>Mücahid de: "Her insan ile birlikte, onu uykusunda ve uyanık halinde, cinlerden, diğer insanlardan ve haşerâttan koruyan bir melek vardır" demiştir. (F. Errazi, Rad 13)</p>
<p>Melekler, erkeklik veya dişilik sıfatları ile tavsif edilmemektedirler. Şu Ayet-i kerimede zikr edildiği gibi: <strong><span dir="RTL">وَجَعَلُوا الْمَلٰٓئِكَةَ الَّذ۪ينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمٰنِ اِنَاثًاۜ اَشَهِدُوا خَلْقَهُمْۜ سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْـَٔلُونَ</span> “Onlar Rahman’ın kulları olan melekleri dişi saydılar. Onlar meleklerin yaratılışını mı gördüler? Onların şâhitlikleri kaydedilecek ve onlar sorguya çekilecekler.” </strong>Bunu iddia edenler tekzip edilmektedir.</p>
<p><strong><u>Meleklere iman</u></strong>, imanın altı rükününden ikinci rükündür. Bu rüknün eksikliği halinde, kulun imanı nakıstır ve kabüle şayan değildir. Zira gerek hatemel enbiya olan Peygamberimize (s.a.v) ve gerekse ondan önce gelen Peygamberlere nazil olan kitaplar onların vasıtasıyla nuzül bulmuşlardır. Dolayısıyla, meleklerin inkârı bu kudsi kitapların nuzüllerinini inkârı demektir ve buda Peygamberlerin inkârına kadar sirayet eder. Hâlbuki Ayet-i kerime bu tertib üzere inmiş ve şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">اٰمَنَ الرَّسُولُ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّه۪ وَالْمُؤْمِنُونَۜ <u>كُلٌّ اٰمَنَ بِاللّٰهِ</u> <u>وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ۜ</u></span> “Allah'ın Resulü, Rabbinden kendisine indirilene, (Kur'an'a) iman etti. Mü'minler de iman ettiler. <u>Hepisi de Allah'a, Meleklerine, kitaplarına, Rasullerine iman ettiler.”</u> </strong>(Bakara, 285).</p>
<p>Keza Hz. Ömer’in (r.a) meşhur ve bilinenen hadiside şöyle buyurmaktadır: <strong><em><span dir="RTL">فقدثبت في الصحيحين من حديث أبي هريرة، وفي صحيح مسلم من حديث عمر -رضي الله تعالى عنهما- أنهم كانوا جلوساً عند النبي -صلى الله عليه وسلم- إذ دخل عليهم رجل شديد بياض الثياب، شديد سواد الشعر، لا يرى عليه أثر السفر، يقول: ولا يعرفه منا أحد، فجلس إلى النبي -عليه الصلاة والسلام-، وأسند ركبتيه إلى ركبتيه، ووضع يديه على فخذيه، فسأل النبي -عليه الصلاة والسلام- عن مقامات الدين التي هي الإسلام والإيمان والإحسان، فسأله عن الإسلام ففسره بأركانه الخمسة التي هي الشهادتان، والصلاة، والزكاة والصيام، والحج، ثم سأله عن الإيمان ففسره بأركانه <u>الستة أن تؤمن بالله، وملائكته، وكتبه، ورسله، وباليوم الآخر، وبالقدر خيره وشر</u>ه</span>. </em></strong><em>Ebu Hureyre’nin Hadislerinden Buhari ile Müslim’in el-Câmiu’ssahih’lerinde ve ve sahihi Müslimde Hz. Ömer'den (r.a) şu şekilde rivayet edildiği sabittir:<strong> "Bir-gün Hz. Peygamber'in (s.a.v) yanında iken birden elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam çıkageldi. Üzerinde yolculuktan eser yoktu. Bizlerden kimse onu tanımıyordu. Nebi’nin (s.a.v) yanına oturdu, dizlerini dizlerine dayadı ve ellerini omuzlarına koyarak İslam dininin mahiyetini, imanı ve ihsanı sordu. İslamı sordu, Nebi (s.a.v) islamın beş rüknünü ihtiva eden iki şehadeti, namazı, zekâtı ve orucu açıkladı. Daha sonra imanı sordu; <u>Resul altı rüknünü teşkil eden; Allah’a</u>, <u>Meleklerine,</u> kitaplarına, resullerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin O’ndan geleceğine beyan etti. </strong></em>(Sahih-i Muslim, Kitbul İman, (8)).</p>
<p>Başka bir Ayet-i kerimede de yukarıdaki Ayet-i kerimede zikredilenlere iman etmemenin küfre götüreceğini şöyle zikredilmektedir: <strong><span dir="RTL">وَمَن يَكْفُرْ بِاللّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدا</span> “Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, şüphesiz o hakikatten uzak bir (Dalaletin) sapıklığın içine düşmüştür.” </strong>(Nisa 136).</p>
<p>Allah’ın (c.c) melekleri vasıtasıyla istediği kuluna vahyini gönderdiğine dair Ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: <strong><span dir="RTL">يُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرُٓوا اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاتَّقُو</span> “O Allah ki, kullarından dilediğine: “İlah’ın olmadığı, ancak Kendisinin (c.c) olduğu ve kullarının gazabından korunmaları gerektiği uyarısını melekleri vasıtasıyla vahyini indirendir.” </strong>(Nahl 2). (DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)</p>
<p> </p>
Ekleme
Tarihi: 11 Temmuz 2019 - Perşembe
KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (23)
<p><strong><u>b) kendi nefsine karşı hak ihlali ile kendi nefsine zulüm etmemelidir:</u></strong></p>
<p><strong>1-Yapması gereken ibadetleri ifa etmemesi: </strong>Kul ibadetleri ifa etmemesi ile iki cihetten suç işlemektedir:</p>
<p><u>Birincisi:</u> Allah’a karşı olan asli görevini yerine getirmemekle suç işlemektedir. Zira Cenab-i Hkk (c.c) şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ</span> “ben Cinleri ve İnsanları bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım.” </strong>(Zariyat 56)</p>
<p>Bununla Allah (c.c) akıl sahibi ve mükellef varlıklar olan İnsan ve Cinler’in yaratılmalarındaki esas maksadın, onların Allah'ın varlığını bilmeleri ve Allah’ı tanımaları suretiyle kendi var oluşlarını, O'nun iradesi ve tasarrufu ile mümkün olabileceğini idrak etmek ve bilinçli olarak varoluşlarını buna uyumlu hale getirme isteği duymalarıdır. İşte O’nu tanımaları ve bilmeleri ve kendi varoluşlarını O’nun iradesi ve tasarrufu istikametinde mümkün olabileceğini bilmek ve ona uyum sağlama isteği kul için bir rahmettir.</p>
<p>Amacın bu olduğu bundan sonra gelen Ayet-i kerimeden de anlaşılmaktadır. Ayet-i kerime şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ</span></strong> <strong>“Şüphesiz Allah bütün rızıkları verendir, her türlü kudretin Sahibidir” </strong>(Zariyat 57).</p>
<p>Bu Ayet-i kerimeden de anlaşıldığı gibi; Amaç, hiçbir şeye muhtaç olmayan ve sınırsız güç sahibi olan Yaratıcı'nın herhangi bir şekilde ihtiyacından doğmuş değildir. Tersine, her şeyi kuşatan ilahî iradeye bilinçli olarak kendini teslim etmek suretiyle bu iradeyi kavramayı ve böylece bizzâtihî Allah'a daha yakın olmayı ümid eden kulun ruhî gelişmesinin bir aracı olarak öngörülmüştür. Binaenaleyh müdrik ve mükellef bu varlıkların bu bilince varmaları ve bu istikamette amel etmeleri ve bu vesile ile her iki cihan saadetine ermeleri amaçlanmaktadır. Bu amaç hâsıl olmadığı takdirde, kul Allah’a (c.c) ibadette imtina ettiğinden ve nefsi de bundan dolayı cezalandırılacağından, nefsine zulm etmiş olur.</p>
<p><u>İkincisi:</u> Gene ayni Ayet-i kerimede (Zariyat 56), kişiye asli görev olarak Allah (c.c) tarafından verilen kendisine ibadeti ifa edilmemesi sonucunda, bu ihmalin karşılığı olan cezayı çekeceğinden, kişi nefsine zulm etmiştir.</p>
<p>Bu genel açıklamadan sonra, Müslüman kişinin yapması gereken asli görevlerini izah etmeye çalışalım inşallah. Bu görevleri:</p>
<p>1- Kulun kalbi ile inanarak tasdik ettiği hususlar ki, bunlara imanın rükünleri veya imanın şartları olarak aşinayız.</p>
<p>2- Kulun bizzatihi ameli olarak şartlarına göre yerine getirmesi gerektiği hususlar olan, islamın hükümleri veya islamın şartları olarak bildiğimiz hususlardır.</p>
<p> Şartlarına göre dememizdeki maksat, kişinin hasta, seferi, zengin, fakir, hanımlarda luhosa veya ay halleri gibi zaman, zemin, hal ve durumuna bağlı olarak dini vecibelerini ifa etmemesi veya edememesi kasd edilmektedir.</p>
<p>Bu iki hususu hakkıyla yerine getiren kul, inşallah Allah’ın (c.c) nezdinde muteber ve felaha ermiş kul olacaktır. </p>
<p>Önce birinci madde olan kalb ile inanarak tasdik etmemiz gereken hususları izah etmeye çalışalım. Bu hususun ilk rüknü:</p>
<p><strong>a) Allah’ın varlığına ve benzeri olmadığına inanmaktır</strong>. Yani kayıtsız ve şartsız Allah’a (c.c) teslim olmak, mutteki olmaktır. Mutteki olmanın şartını Kur’an-ı kerimde: <strong><span dir="RTL">اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ</span></strong> <strong>“Onlar ki gaybe inanırlar”</strong> (Bakara 3) diye tarif edilmektedir. Gayp, insanın kavrayış melekeleri dışında olan ve bu melekelerle algılayamadığı bir kavramdır. Dolayısıyla gaybın, fiziksel veya bilimsel gözlemlerle ispatı mümkün değildir. Ancak gayb hakkındaki bilgiye vahiy yoluyla sahibiz. Bu bilgiler peygamberler vasıtasıyla insanoğluna bildirilmiştir. Örneğin, Allah’ın varlığı, evrenin yaratılış amacı, ölümden sonraki hayat, zamanın gerçek mahiyeti, ruhsal güçlerin varlığı ve bunların birbirleriyle olan ilişkileri vb. gibi…</p>
<p>Ebu Ca'fer el-Râzî... Ebu'l-Âliye'den nakleder ki: <strong>“Onlar ki gayba inanırlar”</strong> âyetinden maksat Allah'a meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, cennetine, cehennemine ve Allah'a kavuşacaklarına îman etmektir. (İbni Kesir, Bakara 3).</p>
<p>Başka bir ayet-i kerimde: <strong><span dir="RTL">اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ</span> “Onlar (Muttekiler) görmedikleri halde Rabblerinden huşu duyarlar.” </strong>(Enbiya 49).</p>
<p>İbni Abbas’ın (r.a) görüşüne göre: Onların, Allah'a olan imanları gaybî bir istidlaldir. O halde bu demektir ki kullar, Allah'ı görmedikleri halde, O'na ibadet ederler. Allah'dan herhangi bir şey saklı kalmaz. (F.Razi, Embiya 49).</p>
<p><strong>“Onlar kî (Takva sahipleri) Rablerinden gıyaben korkarlar.”</strong> Yani onlar yüce Allah'ı görmemektedirler. Onlar<u> düşünmekle</u>, <u>delilleri görmekle</u>, herşeye gücü yeten, amellerin karşılığını veren bir Rabblerinin olduğunu bilmişlerdir. O bakımdan onlar gizli hallerde de insanlar tarafından görülmedikleri, yalnızlık hallerinde de yalnız O'ndan korkarlar. (Kurtubi, Enbiya 49).</p>
<p>Gayb'ı; “kendisine delâlet eden bir şey bulunan” ve “kendisine delâlet eden bir şey bulunmayan” diye iki kısma ayırmak gerekir. Kendisine delâlet edecek bir şey olmayan gayba gelince, bunu ancak Cenâb-ı Hakk (c.c) bilir. Kendisine delâlet edecek bir şey olan gayba gelince, senin “Biz, kendisine delâlet edecek bir delili olan gaybı biliyoruz" demen imkânsız değildir. Bundan dolayı âlimler şöyle demişlerdir: Görülenle, gayip olana istidlalde (delil göstermede) bulunmak, bir delil çeşididir. (F.Razi, Bakara 3).</p>
<p>Buna göre Allah’a (c.c) iman etmek isteyen, akıl ve idrak sahibi biri için, bu işin hiç de müşkül olmadığı aşikârdır. Zira kevni varlık bunun en bariz delili olmaya yeter de artar. Ama kişi gafleti benimsemiş ve “takva” yerine “fucür”u tercih etmişse, hiçbir delil (kâinat, evren, varlık ve hatta kendi varlığı) kendisini tatmin etmeyecek ve gafillerin yolundan ayıramayacaktır.</p>
<p>Burada önemli olan kulun ne istediğidir. Kul her iki cihanda saadet ve ebedi felah mı istiyor? Yoksa hem dünyada ve hem de ahirette bedbahtlık ve ebedi cehnnem mi istiyor? Bu karar kulun kendi uhdesindedir. Cenab-ı Hakk (c.c), kul kendisi için ne isterse, o istediğinin yaratıcısıdır. Marufunda, münkerinde yaratıcısıdır. Ancak maruf O’nun tercihidir. Dolayısıyla kulun tercihi de burada önemlidir. Kul eğer bu dünyadaki hayatı sırasında hakikate karşı bilerek kör ve sağır kalmış ise, öteki dünyada hazırlanmış olan azaba kendini hazırlamış demektir. Yok, eğer Allah’ın (c.c) lütfu, keremi ve rahmeti olarak kendisine bağışlanan akıl melekesini doğru kullanır ve idraki ile marufu tercih edip, münkerden sakınırsa iç aydınlığı, huzuru ve ebedi saadeti elde etmeye hak kazanacaktır bi iznillah.</p>
<p>Kul’un tercihiyle alakalı, Zemahşerî (rh.a) Keşşaf’ında İbrahim suresinin dördüncü ayetin sonunda geçen <strong><span dir="RTL">فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ</span> “Allah istediğine/isteyene dalalet, istediğine/isteyene hidayet verir” </strong>tefsirinde insanın uhdesinde olan bu tercih imkanı üzerinde durarak şunu belirtmektedir: “Allah, tutum ve davranışlarının gidişi itibariyle asla imana ermeyeceğini bildiği insanların dışında hiç kimseyi saptırmaz ve sapıklık içinde bırakmaz; ve gene Allah, imana olan eğilimini bildiği insanların dışında kimseyi doğru yola yöneltmez ve doğru yola sokmaz. (Keşşaf, İbrahim 4).</p>
<p> Binaenaleyh, münkere ve batıl itikadlara inatla sarılan ve hakikatin sesini dinlemeyi reddeden kişinin zamanla hakikati kavrama yeteneğini kaybedeceği ve bu Ayet-i kerimede zikr edildiği gibi: <strong><span dir="RTL">خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ</span></strong><span dir="RTL"> ۟</span> <strong>“Sonunda kalbinin mühürlenmiş olduğudur”</strong> (Bakara 7).</p>
<p>Kâinatta vukubulan bütün olaylar Allah (c.c) tarafından vazedildiğinden, bunlara Sünnetullah (Allah’ın Kanunları) adı verilir. Dolayısıyla yukarıda geçen bu <strong>“ Kalb mühürleme”</strong>de Allah'a (c.c) izafe edilmektedir. Oysa bu, yukarıda zikrettiğimiz gibi insanın inatla kötülüğe ve küfre sarılması ve hür tercihinin sonucudur.</p>
<p> <strong><span dir="RTL">لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌ</span></strong> <strong>“hiçbir şey O'na benzemez” </strong>(Şura 11). Alah tealanın bu sıfatına “Muhalefetün Lilhavadis” denmektedir (Yaratıldıkların hiç birine benzememesi). Allah tealanın, yaratıklarından herhangi birine benzediği hissini veren nasslara “Müteşabih nassalar” denilmiştir. Bunların manalarını ancak Allah bilir. “Allah’ın eli, yüzü, oturması” gibi ifadeler bu kabildendir. Selef uleması bu tür ifadeleri olduğu gibi kabul edip te'vil etmeye gerek görmemişler ve bunların ne demek olduğunu Allah tealanın daha iyi bildiğini söylemişlerdir. Sonra gelen âlimler ise Allahın, yaratıklarına benzediği hissini veren ifadeleri uygun şekillerde açıklamayı tercih etmişlerdir. (Taberi, Şura 11)</p>
<p> Gerek eski ve gerek yeni “Tevhid Uleması”, Allah’ı (c.c), aza ve cüzlerden mürekkeb bir kevni cisimden ve keza mekân veya cihetten tenzih etmişler ve bunu iddia edenlere şiddetle karşı çıkmışlardır. Ve şöyle demişlerdir: Şayet O cisim olsa idi emsali sair cisimlerde vardır. Hâlbuki bu Allah’ın <strong><span dir="RTL">لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌ</span></strong> <strong>“hiçbir şey O'na benzemez” </strong>kavline açıkça aykırıdır ve dolayısıyla batıldır. Ve şöyle söylenmiştir; acaba <strong>“hiçbir şey O'na benzemez” </strong>kavli ile Allah’ın Zatının mı, yoksa Sıfatının mı mahiyeti murad edilmiştir? Eğer Zatının mahiyeti murad edilmişse doğrudur. Ancak bununla sıfatının mahiyeti kasd edildi ise, yalnıştır. Zira kullar da kevni olarak âlim ve kadir safatlarıyla sıfatlandırılırlar. Binaenaleyh bu kavlin manası; hiçbir şey zatıyla Allah’ın (c.c) Zatına benzememektedir. (F:Razi; Keşşaf, Şura 11).</p>
<p> <strong>b) Meleklerin varlığına inanmaktır: </strong>Yukarıda Allah’a (c.c) iman konusunda muttekilere atfen zikrettiğimiz Ayet-i kerime; <strong><span dir="RTL">اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ</span></strong> <strong>“Onlarki gaybe inanırlar” </strong>(Bakara 3) bu mevzu için de geçerlidir. Zira melekleri de göremiyoruz. Melekler de bizim için gayptirler. Onları ancak vahiy yoluyla öğreniyoruz. Yani onların varlıklarını peygamberler ve onlara verilen kitablar vasıtasıyla öğrenmiş oluyoruz.</p>
<p> Hz. Aişe’den gelen Hadis’te, Melekler’in haddizatında mahlûk (yaratık) olan Nur’dan yaratıldıkları haber vermektedir. <strong><em><span dir="RTL">عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خُلِقَتْ الْمَلَائِكَةُ مِنْ نُورٍ وَخُلِقَ الْجَانُّ مِنْ مَارِجٍ مِنْ نَارٍ وَخُلِقَ آدَمُ مِمَّا وُصِفَ لَكُمْ</span></em></strong> <strong><em>“Hz. Aişe’de (r.anha) Resulüllah (s.a.v) şöyle buyurduklarını nakletmektedir: Melekler Nur’dan, Cinler Ateş’ten ve Âdem (a.s) size tavsif edildiğinden (yani topraktan) yaratılmışlardır.” </em></strong>(Sahih-i Müslim, 2996). Bu husus Sahih-i Müslimin başka bir Hadisinde de Ebu Hureyre’den rivayetle, şunlar zikr edilmektedir: <span dir="RTL">مِنْ حديثِ أبي هريرة رضي الله عنه قال: أَخَذَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِيَدِي فَقَالَ: «<strong><em>خَلَقَ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ التُّرْبَةَ يَوْمَ السَّبْتِ، وَخَلَقَ فِيهَا الجِبَالَ يَوْمَ الأَحَدِ، وَخَلَقَ الشَّجَرَ يَوْمَ الإِثْنَيْنِ، وَخَلَقَ المَكْرُوهَ يَوْمَ الثُّلَاثَاءِ، <u>وَخَلَقَ النُّورَ يَوْمَ الأَرْبِعَاءِ</u>، وَبَثَّ فِيهَا الدَّوَابَّ يَوْمَ الخَمِيسِ، وَخَلَقَ آدَمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ بَعْدَ العَصْرِ مِنْ يَوْمِ الجُمُعَةِ فِي آخِرِ الخَلْقِ، فِي آخِرِ سَاعَةٍ مِنْ سَاعَاتِ الجُمُعَةِ، فِيمَا بَيْنَ العَصْرِ إِلَى اللَّيْلِ</em></strong></span> <em>Resulüllah elimden tuttu ve şöyle buyurdu: <strong>“Allah (a.c), toprağı cumartesi yarattı. O toprakta da dağları pazar günü yarattı. Ağaçları ise pazartesi günü yarattı. Mekruhu salı günü yarattı. Nuru da çarşamba günü yarattı. Hayvanları orada perşembe günü yaydı. Âdem'i (a.s) de cuma ikindiden sonra, yaratıkların sonunda, cuma saatlerinden son bir saatinde -ikindi ile gece arasında- yarattı.”</strong></em> (Sahih-i Müslim, sıfatul-kıyameti vel cenneti vennar, halkıl-Âdem (a.s) (2789))</p>
<p> Cenab-ı Hakk (c.c) önce Nur’u yaratmıştır. Daha sonra bu Nur’dan Melekleri yaratmıştır. Tıpkı Allah (c.c) önce ateşi yarattığı ve bu ateşten de cinleri yarattığı ve önce toprağı yaratıp bu topraktan Hz. Âdem’i (a.s) yaratıldığı gibi. Allah (c.c) onları kendisine itaat ve ibadet etmekle şereflendirmiştir. Ayrıca kendilerini görevlendirdiği işlere memur kılmış ve onları mekruh ve mahzurlardan korumuştur. Onlar, Allah’ın (c.c) emirlerine isyan etmezler ve muhalefette bulunmazlar. Kendilerine emr edilenlere muti bir şekilde isticab ederler. Ayrıca, kulları muhafaza eder ve yaptıklarını kayıt altına alırlar. Böylece âlemin ulvi ve süfli işlerini düzenlerler.</p>
<p>Meleklerin, kulların muhafazası ve yaptıklarını kayıt altına almaları ile ilgili mevzu hakkında şu Ayet-i kerime şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ </span></strong><span dir="RTL">ا<strong>للّٰهِۜ </strong></span><strong> “O'nun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri (takipçileri) vardır, onu Allah'ın emriyle muhafaza ederler.” </strong>(Rad 13).</p>
<p>Âlimlerin çoğunun benimsedği meşhur görüşe göre, bununla "hafaza melekleri" kastedilmiştir. Hafaza meleklerini, şu iki sebebten ötürü, mu'akkıbât (takipçiler) diye nitelemek uygun olmuştur;</p>
<p>a) Onlardan gece görevli olanların, gündüz görevli olanları yahut da gündüz görevli olanların, gece görevli olanları takib etmeleri, yani onlardan sonra gelip nöbeti devralmaları sebebi ile.</p>
<p>b) Yahut da onların, kulların yaptığı amelleri takib etmeleri ve o amelleri yazıp Kaydetmeleri sebebiyledir. Bir işi yapıp, tekrar aynı işe yönelen kimse, o işi takibe tmiş olur.</p>
<p>Buna göre; "mu'akkıbât" sözü ile gece ve gündüz (insanın amellerini yazan ve onu koruyan) melekler kastedilmiştir. (F. Errazi, Rad 13)</p>
<p>Hz. Osman (r.a.)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir."Ey Allah'ın Resulü! Bana, bir insan için ne kadar meleğin görevlendirildiğini söyle" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.); "Bir melek sağındadır. O, senin hasenatını (iyi amellerini) yazar. Bu melek, aynı zamanda senin solunda bulunan meleğin emiridir. Binâenaleyh sen bir iyilik yaptığında, o buna, karşılık on kat sevab yazar. Ama bir kötülük işlediğinde, solda bulunan melek, sağda bulunana, yazayım mı? Diye sorar. O da, "Hayır, bekle. Belki tevbe eder" der. Soldaki melek üç defa böyle sorunca, sağdaki, "Evet, artık yaz. Allah bizi ondan kurtarsın. O, ne kötü bir arkadaş. Ne kadar az Allah'ı görüp gözetiyor ve bizden ne az utanıyor'' der. Bunlardan başka önünde ve arkanda iki melek daha var. Bunlar, Hak Teâlânın: "Onun (insanın) Önünde ve arkasında, kendisini Allah'ın emriyle gözetleyecek takibçi (melekler) var" ayetinde bahsedilenlerdir. Bir melek de senin perçeminden (kâkülünden) tutmuştur. Sen, Rabbine boyun eğip itaat ettiğinde, başını yukarı kaldırır; isyan edip, başını diktiğinde, başını yere çeker ve indirir (zelil eder). İki melek de, senin dudaklarında bulunur. Bana getirdiğin, söylediğin salât-u selamları yazar, kaydederler. Bir melek de ağzının içinde bulunur ve ağzından içeri, yılanların çıyanların girmesine engel olur. İki melek de iki gözünün üzerinde bulunur, işte bunlar, her insan ile birlikte bulunan on melektir. Gece melekleri, gündüz melekleri ile nöbet değişirler. Böylece, her insan üzerinde (görevli) yirmi melek bulunur" buyurmuştur.</p>
<p>Yine Hz. Peygamber (s.a.v)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Aranızda gece ve gündüz takibte olan melekler vardır. Onlar sabah namazı ve ikindi namazı vaktinde günde iki kez nöbet değişimi için bir araya gelirler." "Sabah namazını da (edâ et). Çünkü sabah namazı şâhidlidir" (isra, 78) ayeti ile murad edilen şâhidlik işte budur. On gece meleğinin yukarı çıktığı esnada, on gündüz meleğinin yere indiği de söylenmiştir.</p>
<p>İbn Cüreyc bu ayetin, tıpkı “Hem sağında, hem solunda oturan iki de (melek) vardır.” Sağdakinin iyilikleri, soldakinin ise kötülükleri yazıp tesbit ettiğini söylemiştir.</p>
<p>Mücahid de: "Her insan ile birlikte, onu uykusunda ve uyanık halinde, cinlerden, diğer insanlardan ve haşerâttan koruyan bir melek vardır" demiştir. (F. Errazi, Rad 13)</p>
<p>Melekler, erkeklik veya dişilik sıfatları ile tavsif edilmemektedirler. Şu Ayet-i kerimede zikr edildiği gibi: <strong><span dir="RTL">وَجَعَلُوا الْمَلٰٓئِكَةَ الَّذ۪ينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمٰنِ اِنَاثًاۜ اَشَهِدُوا خَلْقَهُمْۜ سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْـَٔلُونَ</span> “Onlar Rahman’ın kulları olan melekleri dişi saydılar. Onlar meleklerin yaratılışını mı gördüler? Onların şâhitlikleri kaydedilecek ve onlar sorguya çekilecekler.” </strong>Bunu iddia edenler tekzip edilmektedir.</p>
<p><strong><u>Meleklere iman</u></strong>, imanın altı rükününden ikinci rükündür. Bu rüknün eksikliği halinde, kulun imanı nakıstır ve kabüle şayan değildir. Zira gerek hatemel enbiya olan Peygamberimize (s.a.v) ve gerekse ondan önce gelen Peygamberlere nazil olan kitaplar onların vasıtasıyla nuzül bulmuşlardır. Dolayısıyla, meleklerin inkârı bu kudsi kitapların nuzüllerinini inkârı demektir ve buda Peygamberlerin inkârına kadar sirayet eder. Hâlbuki Ayet-i kerime bu tertib üzere inmiş ve şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">اٰمَنَ الرَّسُولُ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّه۪ وَالْمُؤْمِنُونَۜ <u>كُلٌّ اٰمَنَ بِاللّٰهِ</u> <u>وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ۜ</u></span> “Allah'ın Resulü, Rabbinden kendisine indirilene, (Kur'an'a) iman etti. Mü'minler de iman ettiler. <u>Hepisi de Allah'a, Meleklerine, kitaplarına, Rasullerine iman ettiler.”</u> </strong>(Bakara, 285).</p>
<p>Keza Hz. Ömer’in (r.a) meşhur ve bilinenen hadiside şöyle buyurmaktadır: <strong><em><span dir="RTL">فقدثبت في الصحيحين من حديث أبي هريرة، وفي صحيح مسلم من حديث عمر -رضي الله تعالى عنهما- أنهم كانوا جلوساً عند النبي -صلى الله عليه وسلم- إذ دخل عليهم رجل شديد بياض الثياب، شديد سواد الشعر، لا يرى عليه أثر السفر، يقول: ولا يعرفه منا أحد، فجلس إلى النبي -عليه الصلاة والسلام-، وأسند ركبتيه إلى ركبتيه، ووضع يديه على فخذيه، فسأل النبي -عليه الصلاة والسلام- عن مقامات الدين التي هي الإسلام والإيمان والإحسان، فسأله عن الإسلام ففسره بأركانه الخمسة التي هي الشهادتان، والصلاة، والزكاة والصيام، والحج، ثم سأله عن الإيمان ففسره بأركانه <u>الستة أن تؤمن بالله، وملائكته، وكتبه، ورسله، وباليوم الآخر، وبالقدر خيره وشر</u>ه</span>. </em></strong><em>Ebu Hureyre’nin Hadislerinden Buhari ile Müslim’in el-Câmiu’ssahih’lerinde ve ve sahihi Müslimde Hz. Ömer'den (r.a) şu şekilde rivayet edildiği sabittir:<strong> "Bir-gün Hz. Peygamber'in (s.a.v) yanında iken birden elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam çıkageldi. Üzerinde yolculuktan eser yoktu. Bizlerden kimse onu tanımıyordu. Nebi’nin (s.a.v) yanına oturdu, dizlerini dizlerine dayadı ve ellerini omuzlarına koyarak İslam dininin mahiyetini, imanı ve ihsanı sordu. İslamı sordu, Nebi (s.a.v) islamın beş rüknünü ihtiva eden iki şehadeti, namazı, zekâtı ve orucu açıkladı. Daha sonra imanı sordu; <u>Resul altı rüknünü teşkil eden; Allah’a</u>, <u>Meleklerine,</u> kitaplarına, resullerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin O’ndan geleceğine beyan etti. </strong></em>(Sahih-i Muslim, Kitbul İman, (8)).</p>
<p>Başka bir Ayet-i kerimede de yukarıdaki Ayet-i kerimede zikredilenlere iman etmemenin küfre götüreceğini şöyle zikredilmektedir: <strong><span dir="RTL">وَمَن يَكْفُرْ بِاللّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدا</span> “Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, şüphesiz o hakikatten uzak bir (Dalaletin) sapıklığın içine düşmüştür.” </strong>(Nisa 136).</p>
<p>Allah’ın (c.c) melekleri vasıtasıyla istediği kuluna vahyini gönderdiğine dair Ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: <strong><span dir="RTL">يُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرُٓوا اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاتَّقُو</span> “O Allah ki, kullarından dilediğine: “İlah’ın olmadığı, ancak Kendisinin (c.c) olduğu ve kullarının gazabından korunmaları gerektiği uyarısını melekleri vasıtasıyla vahyini indirendir.” </strong>(Nahl 2). (DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)</p>
<p> </p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.