HASİP TAYLAN
Köşe Yazarı
HASİP TAYLAN
 

KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (13)

<p><strong><u>D-Sair Sahabe&rsquo;nin Kerametleri</u></strong></p> <p>Bu konudaki diğer sahabenin kerametlerine gelince, hayli &ccedil;oktur. Ancak biz burada az bir kısmını zikredeceğiz.</p> <p dir="RTL"><strong>الْأَوَّلُ </strong>: رَوَى مُحَمَّدُ بْنُ الْمُنْكَدِرِ عَنْ سَفِينَةَ مَوْلَى رَسُولِ اللَّهِ -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- قَالَ : رَكِبْتُ الْبَحْرَ فَانْكَسَرَتْ سَفِينَتِي الَّتِي كُنْتُ فِيهَا فَرَكِبْتُ لَوْحًا مِنْ أَلْوَاحِهَا ، فَطَرَحَنِي اللَّوْحُ فِي خَيْسَةٍ فِيهَا أَسَدٌ ، فَخَرَجَ الْأَسَدُ إِلَيَّ يُرِيدُنِي ، فَقُلْتُ : يَا أَبَا الْحَارِثِ أَنَا مَوْلَى رَسُولِ اللَّهِ -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- فَتَقَدَّمْ وَدَلَّنِي عَلَى الطَّرِيقِ ، ثُمَّ هَمْهَمَ ، فَظَنَنْتُ أَنَّهُ يُوَدِّعُنِي وَرَجَعَ<span dir="LTR"> .</span></p> <p><strong>1</strong>) Muhammed İbnu&#39;l-M&uuml;nkedir, Hz. Muhammed (s.a.v)&#39;in k&ouml;lesinin gemisinde zuhur eden bir hali ş&ouml;yle anlatır: &quot;K&ouml;le ş&ouml;yle der: &quot;Gemiye binmiştim; derken, i&ccedil;inde bulunduğum gemi par&ccedil;alandı. Geminin tahtalarından birisinin &uuml;zerine bindim. Bu tahta par&ccedil;ası beni bir aslan ini olan bir yere attı. Derken karşıma bir aslan &ccedil;ıktı. Bunun &uuml;zerine ben, &quot;Ey Ebu&#39;l-H&acirc;ris ben Hz. Peygamber (s.a.v)&#39;in k&ouml;lesiyim&quot; dedim. Bunun &uuml;zerine aslan &ouml;n&uuml;me d&uuml;şt&uuml; ve bana yol g&ouml;sterdi. Sonra aslan, hım hım edip kendince bir şeyler s&ouml;yledi; anladım ki beni uğurluyor. Sonra da geri d&ouml;nd&uuml;.&quot;</p> <p dir="RTL"><strong>الثَّانِي</strong> : رَوَى ثَابِتٌ عَنْ أَنَسٍ أَنَّ أُسَيْدَ بْنَ حُضَيْرٍ وَرَجُلًا آخَرَ مِنَ الْأَنْصَارِ تَحَدَّثَا عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- فِي حَاجَةٍ لَهُمَا حَتَّى ذَهَبَ مِنَ اللَّيْلِ زَمَانٌ ، ثُمَّ خَرَجَا مِنْ عِنْدِهِ وَكَانَتِ اللَّيْلَةُ شَدِيدَةَ الظُّلْمَةِ ، وَفِي يَدِ كُلٍّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا عَصَا ، فَأَضَاءَتْ عَصَا أَحَدِهِمَا لَهُمَا حَتَّى مَشَيَا فِي ضَوْئِهَا ، فَلَمَّا انْفَرَقَ بَيْنَهُمَا الطَّرِيقُ أَضَاءَتْ لِلْآخَرِ عَصَاهُ ، فَمَشَى فِي ضَوْئِهَا حَتَّى بَلَغَ مَنْزِلَهُ<span dir="LTR"> .</span></p> <p><strong>2</strong>) Sabit, Enes (r.a)&#39;den şunu rivayet etmiştir: &quot;Useyd İbn Hudayr ile Ens&acirc;rdan başka birisi Hz. Peygamber (s.a.v)&#39;in huzurunda, ihtiya&ccedil; duydukları bir konuda konuşuyorlardı. Derken gece epey ilerlemişti. Sonra bu ikisi Hz. Peygamberin evinden ayrıldılar. Gece alabildiğine karanlıktı. Her birinin elinde bir değnek vardı. Bu esnada, onların değneklerinden birisi onlara ışık tuttu, yollarını aydınlattı ve onun ışığında yollarına devam ettiler. Yolları ayrılınca, berikinin asası, kendisinin yolunu aydınlattı; o da onun ışığında y&uuml;r&uuml;d&uuml; ve evine ulaştı.&quot;</p> <p dir="RTL"><strong>الثَّالِثُ</strong> : قَالُوا لِخَالِدِ بْنِ الْوَلِيدِ : إِنَّ فِي عَسْكَرِكَ مَنْ يَشْرَبُ الْخَمْرَ ، فَرَكِبَ فَرَسَهُ لَيْلَةً فَطَافَ بِالْعَسْكَرِ ، فَلَقِيَ رَجُلًا عَلَى فَرَسٍ وَمَعَهُ زِقُّ خَمْرٍ ، فَقَالَ مَا هَذَا ؟ قَالَ : خَلٌّ ، فَقَالَ خَالِدٌ : اللَّهُمَّ اجْعَلْهُ خَلًّا . فَذَهَبَ الرَّجُلُ إِلَى&nbsp; أَصْحَابِهِ ، فَقَالَ : أَتَيْتُكُمْ بِخَمْرٍ مَا شَرِبَتِ الْعَرَبُ مِثْلَهَا ، فَلَمَّا فَتَحُوا فَإِذَا هُوَ خَلٌّ ، فَقَالُوا : وَاللَّهِ مَا جِئْتَنَا إِلَّا بِخَلٍّ ؟ فَقَالَ : هَذَا وَاللَّهِ دُعَاءُ خَالِدِ بْنِ الْوَلِيدِ<span dir="LTR"> .</span></p> <p><strong>3</strong>) Halid İbn el-Vel&icirc;d&#39;e askerleri arasında i&ccedil;ki i&ccedil;enler bulunduğu s&ouml;ylenir. O, bir gece atına bindi ve askerini dolaştı. Derken, yanında bir k&uuml;p i&ccedil;ki bulunan, at &uuml;zerindeki bir adama rastladı. Ona, &quot;bu nedir?&quot; diye sorduğunda o, &quot;sirke!&quot; cevabını verdi. Bunun &uuml;zerine Halid: &quot;Ey Allah&#39;ım, onu sirkeye &ccedil;evir!&quot; dedi. Adam, arkadaşlarının yanına vardı ve: &quot;Size, Arapların &ouml;mr&uuml;nde i&ccedil;medikleri bir i&ccedil;ki getirdim&quot; dedi. Onlar k&uuml;p&uuml;n ağzını a&ccedil;ınca, onun sirke olduğunu g&ouml;rd&uuml;ler ve: &quot;Allah&#39;a yemin olsun ki, sen bize getirdiğin sirkeden başka bir şey değildir&quot; dediler. Bunun &uuml;zerine o adam: &quot;Allah&#39;a yemin olsun ki, bu Halid İbn el-Vel&icirc;d&#39;in duasının sonucudur&quot; dedi.</p> <p dir="RTL"><strong>الرَّابِعُ</strong> : الْوَاقِعَةُ الْمَشْهُورَةُ وَهِيَ أَنَّ خَالِدَ بْنَ الْوَلِيدِ أَكَلَ كَفًّا مِنَ السُّمِّ عَلَى اسْمِ اللَّهِ وَمَا ضَرَّهُ<span dir="LTR"> .</span></p> <p><strong>4</strong>) Meşhur bir vakıa da şudur: Halid İbn el-Vel&icirc;d, Allah&#39;ın ismini anarak bir avu&ccedil; zehir yedi. Ama zehir ona zarar vermedi.</p> <p dir="RTL"><strong>الْخَامِسُ</strong> : رُوِيَ أَنَّ ابْنَ عُمَرَ كَانَ فِي بَعْضِ أَسْفَارِهِ ، فَلَقِيَ جَمَاعَةً وَقَفُوا عَلَى الطَّرِيقِ مِنْ خَوْفِ السَّبُعِ ، فَطَرَدَ السَّبُعَ مِنْ طَرِيقِهِمْ ، ثُمَّ قَالَ : إِنَّمَا يُسَلَّطُ عَلَى ابْنِ آدَمَ مَا يَخَافُهُ ، وَلَوْ أَنَّهُ لَمْ يَخَفْ غَيْرَ اللَّهِ لَمَا سُلِّطَ عَلَيْهِ شَيْءٌ<span dir="LTR"> .</span></p> <p><strong>5</strong>) Rivayet olunduğuna g&ouml;re İbn &Ouml;mer, bir yolculuğunda, vahşi ve yırtıcı hayvanların korkusu sebebiyle yolda bekleyen bir cemaate rasgelir. Bunun &uuml;zerine o, onların yolundaki vahş&icirc; hayvanları kovar. Daha sonra da, &quot;Allah, insanoğluna, korktuğunu musallat kılar. Şayet o insanoğlu, Allah&rsquo;tan başkasından korkmasaydı, ona hi&ccedil;bir şey musallat olmazdı&quot; der.</p> <p dir="RTL"><strong>السَّادِسُ</strong> : رُوِيَ أَنَّ النَّبِيَّ -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- بَعَثَ الْعَلَاءَ بْنَ الْحَضْرَمِيِّ فِي غَزَاةٍ فَحَالَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْمَطْلُوبِ قِطْعَةٌ مِنَ الْبَحْرِ ، فَدَعَا بِاسْمِ اللَّهِ الْأَعْظَمِ ، وَمَشَوْا عَلَى الْمَاءِ ، وَفِي كُتُبِ الصُّوفِيَّةِ مِنْ هَذَا الْبَابِ رِوَايَاتٌ مُتَجَاوِزَةٌ عَنِ الْحَدِّ وَالْحَصْرِ ، فَمَنْ أَرَادَهَا طَالَعَهَا<span dir="LTR"> .</span></p> <p><strong>6</strong>) Rivayet olunduğuna g&ouml;re, Hz. Peygamber (s.a.v), Al&acirc; İbnu&#39;l-Hadr&acirc;m&icirc;&#39;yi bir savaşa yollamıştı. Derken onlarla, varacağı o yer arasına bir deniz par&ccedil;ası (kadar b&uuml;y&uuml;k) bir su girer. Bunun &uuml;zerine o, İsm-i Azam du&acirc;sıyla du&acirc; eder ve b&ouml;ylece suyun &uuml;zerinden y&uuml;r&uuml;yerek ge&ccedil;erler. Bu konuda suf&icirc;lerin kitaplarında sayısız rivayetler bulunmaktadır. İsteyen, onları g&ouml;zden ge&ccedil;irsin. (F.Razi, Kehf 9-12)</p> <p><strong><u>E-Keramet&rsquo;e dair Akli Deliller</u></strong></p> <p>Keramet&rsquo;e dair akli delillere gelince, bunlar pek &ccedil;oktur. Bunlardan birka&ccedil; tanesini zikredelim:</p> <p><strong>Birinci Delil:</strong> Kul, Allah&#39;ın dostudur. Nitekim Cen&acirc;b-ı Hak, <strong><span dir="RTL">أَلَا إِنَّ أَوْلِيَاءَ اللَّهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ</span> &quot;Haberiniz olsun ki Allah&#39;ın veli kullan i&ccedil;in hi&ccedil;bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir&quot;</strong> (Yunus 62) buyurmuştur. Rab Te&acirc;l&acirc; da, kulunun dostudur. Nitekim Cen&acirc;b-ı Hak: <strong><span dir="RTL">اللَّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُو</span></strong><span dir="RTL">ا</span>&nbsp; <strong>&quot;Allah iman edenlerin yardımcısıdır&quot;</strong> (Bakara. 257). Başka bir Ayette&nbsp; <strong><span dir="RTL">وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِحِينَ</span></strong> <strong>&quot;O, b&uuml;t&uuml;n salihlere de velilik ediyor&quot; </strong>(A&rsquo;raf 196). Ve <strong><span dir="RTL">إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ</span></strong> <strong>&quot;Sizin dostunuz ancak Allah ve O&#39;nun Resul&uuml;d&uuml;r&quot;</strong> (Maide 55). <strong><span dir="RTL">أَنْتَ مَوْلَانَا</span></strong> <strong>&ldquo;Sen bizim Mevla&rsquo;mızsın&rdquo;</strong> (Bakara 286). Ve&nbsp; <strong><span dir="RTL">ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا</span></strong> <strong>&quot;Bunun sebebi şudur: &Ccedil;&uuml;nk&uuml; Allah ş&uuml;phesiz iman edenlerin vel&icirc;sidir&quot;</strong> (Muhammed 11) buyurmuştur.</p> <p>B&ouml;ylece Allah Te&acirc;l&acirc; kulunun dostu, kulu da Allah Te&acirc;l&acirc;&#39;nın dostu olduğu sabit olmuş olur. Keza Allah (c.c) kulunu sever ve kul da Allah&#39;ı (c.c) sever. Nitekim Cen&acirc;b-ı Hak: <strong><span dir="RTL">يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ</span></strong> <strong>&quot;O onları sever onlar da O&#39;nu severler&quot;</strong> (Maide54). Keza: <strong><span dir="RTL">وَالَّذِينَ آمَنُوا أَشَدُّ حُبًّا لِلَّه</span></strong> <strong>&quot;&icirc;man edenler ise Allah&#39;ı daha &ccedil;ok severler&quot;</strong> (Bakara 165). Ve&nbsp; <strong><span dir="RTL">إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ</span> &quot;Allah tevbe edenleri ve iyice temizlenenleri sever&quot; </strong>(Bakara. 222) buyurmuştur. Bunun b&ouml;yle olduğu sabit olunca biz deriz ki: Kul, Allah&#39;a itaatte kusur etmeyip, O&#39;nun emrettiği ve kendisinde rızasının bulunduğu her şeyi yapacak ve O&#39;nun nehyettiği ve yasakladığı her şeyi de bırakacak bir dereceye ulaştığında, Hak&icirc;m ve Rah&icirc;m olan Allah&#39;ın, kulunun bir kerecik istediği o şeyi yapması ve yerine getirmesi nasıl akıldan uzak g&ouml;r&uuml;lebilir ki? Tam aksine, Cen&acirc;b-ı Hakk&#39;ın, onun bu isteğini yerine getirmesi daha uygundur. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; kul; cimrilik, acizlik ve tembelliğine rağmen Allah Te&acirc;l&acirc;&#39;nın kendisinden istediği ve kendisine emrettiği her şeyi yapınca, Rah&icirc;m olan Rabb Te&acirc;l&acirc;&#39;nın, kulunun istediğini bir kerecik yerine getirmesi haydi haydi gerekir. İşte bundan dolayı Cen&acirc;b-ı Hak, <strong><span dir="RTL">وَأَوْفُوا بِعَهْدِي أُوفِ بِعَهْدِكُمْ </span></strong>&nbsp;<strong>&quot;Ahdime riayet edin ki, ben de size olan ahdimi tutayım&quot;</strong> (Bakara, 40) buyurmuştur. (F.Razi, Kehf 9-12)</p> <p><strong>İkinci Delil:</strong> Keramet izhar etmek eğer imk&acirc;nsız olsaydı, bu imk&acirc;nsızlık, ya Allah Te&acirc;l&acirc;&#39;nın bunu yapmaya ehil olamamasından veyahut da, o m&uuml;min kulun, bu bağışın kendisine verilmesine ehil olamamasından kaynaklanır. Birincisi Allah&#39;ın kudretini zedeler ki, bu k&uuml;f&uuml;rd&uuml;r. İkincisi de batıldır, zira Allah&#39;ın zatını, sıfatlarını, fiillerini, h&uuml;k&uuml;mlerini ve isimlerini tanımak, Allah&#39;ı sevmek, O&#39;na itaat etmek, O&#39;nu takdis, temcit ve y&uuml;celtmeye devam etmek, &ccedil;&ouml;lde bir yufka ekmeği vermekten veya bir yılanı ya da bir aslanı kulunun emrine vermekten daha kıymetlidir. Bin&acirc;enaleyh O, kuluna, kulu herhangi bir istekte bulunmaksızın, kendisini tanımayı, sevmeyi zikir ve ş&uuml;kretmeyi nasip ettiğine g&ouml;re ona, &ccedil;&ouml;lde bir yufka ekmeği haydi haydi verir. Bunda, akla sığmayan ne var ki? (F.Razi, Kehf 9-12)</p> <p><strong>&Uuml;&ccedil;&uuml;nc&uuml; Delil:</strong> Hz. Peygamber (s.a.v)&#39;in naklettiği bir hadis-i kuds&icirc;de Cen&acirc;b-ı Allah ş&ouml;yle buyurmuştur: <strong><em>&quot; <span dir="RTL">مَا تَقَرَّبَ عَبْدٌ إِلَيَّ بِمِثْلِ أَدَاءِ مَا افْتَرَضْتُ عَلَيْهِ ، وَلَا يَزَالُ يَتَقَرَّبُ إِلَيَّ بِالنَّوَافِلِ حَتَّى أُحِبَّهُ فَإِذَا أَحْبَبْتُهُ كُنْتُ لَهُ سَمْعًا وَبَصَرًا وَلِسَانًا وَقَلْبًا وَيَدًا وَرِجْلًا ، بِي يَسْمَعُ وَبِي يُبْصِرُ وَبِي يَنْطِقُ وَبِي يَمْشِي</span></em></strong>&quot; <strong>&ldquo;<em>Kul bana, kendisine farz kıldığım şeyleri eda etmekle yaklaştığı kadar başka hi&ccedil;bir amel ile yaklaşamaz. Farzların yanında nafile ibadetlerle de kulum bana yaklaşır, yaklaşır; nihayet ben onu severim. Ben onu sevdim mi, onun işiten kulağı, g&ouml;ren g&ouml;z&uuml;, s&ouml;yleyen dili, anlayan kalbi ve y&uuml;r&uuml;yen ayağı olurum. O, benimle duyar, benimle g&ouml;r&uuml;r, benimle konuşur ve benimle y&uuml;r&uuml;r.&rdquo; </em></strong></p> <p>Bu kutsi hadis, bu gibi kimselerin kulağında, g&ouml;z&uuml;nde ve diğer uzuvlarında başkasına ait bir nasip ve payın kalmadığını g&ouml;sterir. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; eğer orada, başkasına ait bir hisse ve pay kalmış olsaydı, o zaman Cen&acirc;b-ı Hak, &quot;Ben onun kulağı, g&ouml;z&uuml; olurum&quot; demezdi. Bunun b&ouml;yle olduğu sabit olunca biz diyoruz ki: Hi&ccedil; ş&uuml;phesiz ki bu makam, yılanı ve vahş&icirc; hayvanları o kulunu emrine vermekten ve ona bir yufka ekmek, bir salkım &uuml;z&uuml;m ve bir bardak su vermekten daha değerlidir. Bin&acirc;enaleyh, Allah Te&acirc;l&acirc;, rahmetiyle o kulunun bu y&uuml;ksek derecelere ulaştırdığına g&ouml;re, ona &ccedil;&ouml;lde, bir par&ccedil;a ekmek bir bardak su vermesinde akla sığmayacak ne vardır? (F.Razi, Kehf 9-12)</p> <p><strong>D&ouml;rd&uuml;nc&uuml; Delil:</strong> Yine Hz. Peygamber (s.a.s)&#39;in Cen&acirc;b-ı Hak&#39;tan naklettiği bir hadis-i kutside, <strong><em>&quot; <span dir="RTL">مَنْ آذَى لِي وَلِيًّا فَقَدْ بَارَزَنِي بِالْمُحَارَبَةِ</span></em></strong> &quot;&quot;<strong><em>Kim benim dostum olan kimseye eziyet ederse, o a&ccedil;ık&ccedil;a bana savaş ilan etmiş olur.&quot;</em></strong> Buyurmuş. B&ouml;ylece dostuna eziyet etmeyi kendisine eziyet etme gibi addetmiş olur. Ki bu, Cen&acirc;b-ı Hakk&#39;ın: <strong><span dir="RTL">إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ</strong></span>&nbsp; <strong>&quot;Muhakkak ki sana biat edenler, Allah&#39;a biat etmiş olurlar&quot;</strong> (Feth 10) ayetinin manasına yakın bir ifadedir.</p> <p>Yine Cen&acirc;b-ı Hak; &nbsp;<strong><span dir="RTL">وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا</span></strong><strong> &quot;Allah ve Resul&uuml; bir işe h&uuml;kmettiği zaman gerek m&uuml;min olan bir erkek, gerek m&uuml;min olan bir kadın i&ccedil;in, işlerinde kendilerine bir muhayyerlik yoktur&quot; </strong>(Ahzap 36). Keza başka bir Ayet-i kerimede ş&ouml;yle buyurulmuş;<strong> <span dir="RTL">إِنَّ الَّذِينَ يُؤْذُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمُ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ</span></strong> <strong>&quot;Muhakkak ki Allah&#39;a ve Resul&uuml;ne eza edenler Allah onları d&uuml;nyada da ahirette de lanetlemiştir.&quot; </strong>(Ahzab. 57).</p> <p>Hz. Muhammed&rsquo;e (s.a.v) yapılan biati, kendisine yapılmış olan bir biat, onun rızasını kendisinin rızası, ona eziyeti de kendisine eziyet kabul etmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v)&#39;in derecesinin, b&uuml;t&uuml;n derecelerin &uuml;st&uuml;nde olup zirveye &ccedil;ıktığında ş&uuml;phe yoktur. İşte burada da b&ouml;yledir. O, &quot;Kim benim has dostum olan kimseye eziyet ederse, o a&ccedil;ık&ccedil;a bana savaş ilan etmiş olur&quot; buyurunca, bu, Allah Te&acirc;l&acirc;&#39;nın, velisine eziyet etmeyi, kendisine eziyet etme addettiğini g&ouml;sterir.</p> <p>Bu husus, şu meşhur hadis-i kuds&icirc; ile de desteklenir. &quot;Cen&acirc;b-ı Hak Kıyamet g&uuml;n&uuml;nde ş&ouml;yle buyurur: <strong><em><span dir="RTL">مَرِضْتَ فَلَمْ تَعُدْنِي ، اسْتَسْقَيْتُكَ فَمَا سَقَيْتَنِي ، اسْتَطْعَمْتُكَ فَمَا أَطْعَمْتَنِي ، فَيَقُولُ : يَا رَبّ</span></em></strong><em><span dir="RTL"> <strong>كَيْفَ أَفْعَلُ هَذَا وَأَنْتَ رَبُّ الْعَالَمِينَ ؟ فَيَقُولُ : إِنَّ عَبْدِي فُلَانًا مَرِضَ ، فَلَمْ تَعُدْهُ ، أَمَا عَلِمْتَ أَنَّكَ لَوْ عُدْتَهُ لَوَجَدْتَ ذَلِكَ عِنْدِي</strong></span></em> <strong><em>Hastalandım beni ziyaret etmedin; su istedim su vermedin; yiyecek istedim yiyecek vermedin. &quot;Bunun &uuml;zerine kul, &quot;Ey Rabbim, sen &acirc;lemlerin Rabbi iken ben bunu nasıl yapabilirim?&quot; dediğinde; Cen&acirc;b-ı Hak: &quot;Falanca kulum hastalandı da, sen onu ziyaret etmedin, onu ziyaret etmen halinde, (bunun karşılığını) benim yanımda bulacağını bilmedin mi?</em></strong></p> <p>Su verme ve yiyecek vermedeki h&uuml;k&uuml;m de aynıdır. Bin&acirc;enaleyh, b&uuml;t&uuml;n bu hadisler, Allah&#39;ın veli kullarının bu derecelere ulaştıklarına del&acirc;let eder. O halde, Allah&#39;ın o kuluna bir par&ccedil;a ekmek ve bir bardak su vermesinde veyahut da bir k&ouml;peği veya bir aslanı onun emrine amade kılmasında, akla sığmayan ne var ki? (F.Razi, Kehf 9-12)</p> <p><strong>Beşinci Delil:</strong> Biz &ouml;rfen, h&uuml;k&uuml;mdarın kendi &ouml;zel hizmetine tahsis ettiği ve insanların meclisine katılmasına m&uuml;saade ettiği kimseye, başkasının yapamayacağı şeyleri yapma sal&acirc;hiyeti de verdiğini m&uuml;şahede etmekteyiz. Binaenaleyh akl-ı selim b&ouml;yle bir yakınlığın ne zaman h&acirc;sıl olacağı ve bu yakınlığa tabi olan makamı da m&uuml;şahede eder. Zira yakınlık asıl, makam da ona tabi kılınmıştır. H&uuml;k&uuml;mdarların en b&uuml;y&uuml;ğ&uuml; Rabb&uuml;&#39;l-&acirc;lem&icirc;n&#39;dir. Şayet o, kulunun kendisine hizmet eşiklerine, ikram derecesine ulaştırmak ve onu, kendisini tanımanın sırlarına vakıf kılmak ve kendisiyle kulu arasındaki perdeleri kaldırarak onu kendisine yakınlık seccadesi &uuml;zerine oturtmak suretiyle şereflendirdiğinde, bu &acirc;lemdekilerin her biri, ruhan&icirc; mutlulukların ve rabban&icirc; bilgilerin bir zerresine nispetle, ancak yokluk gibi olmasına rağmen, bu &acirc;lemde bazı kerametlerin zuhur etmesinde akla aykırı ne vardır ki? (F.Razi, Kehf 9-12)</p> <p><strong>Altıncı Delil:</strong> Fiilleri &uuml;stlenenin, beden değil, ruh olduğunda ş&uuml;phe yoktur. Yine, beden i&ccedil;in ruh neyse ruh i&ccedil;in de Allah&#39;ı tanımanın aynen o durumda olduğunda bir ş&uuml;phe yoktur. Nitekim bunu Cen&acirc;b-ı Hakk&#39;ın, <strong><span dir="RTL">يُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ</span></strong> <strong>&ldquo;Melekleri emrindeki Ruh ile beraber indiriyor.&rdquo; </strong>(Nahl 2) ayetinin tefsirinde şu a&ccedil;ıklama ge&ccedil;mektedir; &quot;Ruh&quot;tan maksat vahiydir ve vahiy de Allah&#39;ın (c.c) kel&acirc;mı demektir. Sofiler ş&ouml;yle demişlerdir: &quot;Ceset haraptır, kesiftir, karanlıktır. Ama ona ruh girdiğinde, canlı, latif ve nuran&icirc; olur. B&ouml;ylece o nurun tesiri beş duyuda da g&ouml;r&uuml;l&uuml;r, Ruh da karanlık ve cahildir. Kendisine akıl verildiğinde, aydınlanır ve nurlanır. Akıl da aslında, tam nurani, arınmış, saf ve aydın değildi. Ancak o, Allah&#39;ın (c.c) zatını, sıfatlarını ve fiillerini, ruhlar ve maddeler &acirc;lemini, d&uuml;nya ve ahiret &acirc;lemini tanıyınca m&uuml;kemmelleşir. Sonra bu ilah&icirc; ve kıymetli bilgiler, vahiy ile ve Kur&#39;&acirc;n nuru ile m&uuml;kemmelleşmiş ve saflaşmıştır.</p> <p>&Ouml;zetleyecek olursak deriz ki: Marifetullah ve Rabbani m&uuml;k&acirc;şefeler, Kur&rsquo;an ve vahiy ile kem&acirc;le erer. Akıl da, bu marifetullah ile aydınlanır, saflaşır ve olgunlaşır. Ruh cevheri ise, aydınlanmış olan bu akıl ile kem&acirc;le erer. Binaenaleyh beden de, bu ruh ile m&uuml;kemmel hale gelir. İşte bu noktada, hakikatin Vahiy ve Kur&rsquo;an olduğu ortaya &ccedil;ıkar. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; bunlar sayesinde, cehalet ve gaflet uykusundan uyanılabilir. B&ouml;ylece de, hayvanlık toprağından, melekliğin mertebesine ge&ccedil;mek m&uuml;mk&uuml;n olur. Bin&acirc;enaleyh &quot;Ruh&quot; kelimesini, vahiy manasında kullanmak son derece m&uuml;nasip ve uygundur.</p> <p>&nbsp;Yine Hz. Peygamber (s.a.v) de ş&ouml;yle buyurmuştur: <strong><em>&quot;<span dir="RTL">أَبِيتُ عِنْدَ رَبِّي يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِي</span>&quot;</em></strong> <strong><em>&quot;Ben, Rabbimin yanında gecelerim. O, beni yedirir ve i&ccedil;irir.</em></strong>&rdquo; İşte bundan dolayı, gayb &acirc;leminin hallerini en fazla bilenin kalp kuvveti bakımından pek y&uuml;ksek olup pek zaaf duymadığını g&ouml;rmekteyiz. Bundan dolayıdır ki Ali İbn Ebi Talib (k.v), <strong><em><span dir="RTL">وَاللَّهِ مَا قَلَعْتُ بَابَ خَيْبَرَ بِقُوَّةٍ جَسَدَانِيَّةٍ ، وَلَكِنْ بِقُوَّةٍ رَبَّانِيَّةٍ</span> </em></strong>.<strong><em>&quot;Allah&#39;a yemin olsun ki ben, Hayber&#39;in kapısını, beden&icirc; kuvvetimle değil, rabban&icirc; kuvvetimle s&ouml;k&uuml;p attım&quot;</em></strong> demiştir. Bu b&ouml;yledir, zira Hz. Ali (k.v)&#39;nin bakışları o vakitte madd&icirc; &acirc;lemden uzaklaşmış; Melekler, Kibriya &acirc;leminin nurlarıyla onu aydınlatmıştı. B&ouml;ylece onun ruhu kuvvetlenmiş ve melek&icirc; ruhların cevherine benzemişti. Ve onda, kutsiyet ve azamet &acirc;leminin ışıkları parlamıştı. İşte bu sebeple hi&ccedil; ş&uuml;phesiz ki o, başkasının yapamayacağı şeyi yapmıştı. İşte kul da b&ouml;yledir, o Allah&#39;a itaate devam ettiği s&uuml;rece, Allah&#39;ın, &quot;Onun kulağı, g&ouml;z&uuml; olurum&quot; dediği makama ulaşır. Allah&#39;ın cel&acirc;linin nuru, kendisinin kulağı olunca da, o kimse yakını-uzağı duyar. Onun g&ouml;z&uuml; olunca da, o yakını-uzağı g&ouml;r&uuml;r. O nur, onun eli olunca da o kimse, zor-kolay, uzak-yakın her şey hususunda tasarrufta bulunabilir. (F.Razi, Kehf 9-12)</p> <p><strong>Yedinci Delil:</strong> Bu delil, akli felsef&icirc; kanunlara dayalı bir delil olup, şudur: Biz, ruh cevherinin, b&ouml;l&uuml;nmeye ve par&ccedil;alanmaya m&uuml;sait, bozulan maddeler cinsinden olmadığını; tam aksine onun, melekler, g&ouml;kler &acirc;leminin varlıklarının cevherinden ve arınmış-tertemiz şeyler t&uuml;r&uuml;nden olduğunu beyan etmiştik. Ancak ne var ki ruh, bedenle alaka kurup kendini tamimiyle onun işlerini g&ouml;rmeye verdiğinde, bu kendini verme işinde, ilk vatanını ve ilk ikamet ettiği &acirc;lemi unutacak dereceye varır ve tamamen bozulup &ccedil;&uuml;r&uuml;yen maddelere benzemiş olur. B&ouml;ylece de, kuvveti zayıflar. Kudreti kalmaz; o fiillerden herhangi birisini de yapamaz. Ama ruh, marifetull&acirc;h ve muhabbetullaha &uuml;nsiyet kazanır, bu beden&icirc; işleriyle olan meşguliyeti azalır, &uuml;zerinde semav&icirc; ve Arşa ait mukaddes ruhların nuru parlar ve o nurlar bu ruha n&uuml;fuz ederse o, tıpkı felek&icirc; ruhların bu işleri yapabilmesi gibi, bu &acirc;lemin maddelerine tasarrufta bulunmaya da g&uuml;&ccedil; bulur ki, <u>işte keramet budur</u>.</p> <p>Bize g&ouml;re bu husustaki diğer bir incelik de şudur: Oda beşer&icirc; ruhların, mahiyetleri bakımından farklılık arz etmeleridir. Onların i&ccedil;inde kuvvetli olanlar zayıf olanlar; nuran&icirc; olanlar bulanık olanlar; değerli olanlar değersiz olanlar bulunmaktadır. Ve Felek&icirc; ruhlar da keza b&ouml;yledirler. Allah&rsquo;ın (c.c) Cebrail&rsquo;i nasıl vasıflandırdığına baksana, Cen&acirc;b-ı Hak onu vasıflandırırken;&nbsp; &nbsp;<strong><span dir="RTL">إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ ذِي قُوَّةٍ عِنْدَ ذِي الْعَرْشِ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>مَكِينٍ مُطَاعٍ ثَمَّ أَمِينٍ</strong></span>&nbsp; <strong>&quot;Muhakkak o, &ccedil;ok şerefli bir el&ccedil;inin s&ouml;z&uuml;d&uuml;r (Kur&rsquo;an). O (Cebrail), &ccedil;etin bir kudrete maliktir. Arşın sahibi yanında &ccedil;ok itibarlıdır. Orada kendisine itaat olunandır, bir em&icirc;ndir&quot; </strong>(Tekvir 19-21). Ve meleklerin başka gruplarından s&ouml;z ederken de; <strong><span dir="RTL">وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِي السَّمَاوَاتِ لَا تُغْنِي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا</span></strong> <strong>&quot;G&ouml;klerde nice melek vardır ki, onların şefaatleri bile hi&ccedil;bir şeye yaramaz&quot;</strong> (Necm 26) buyurmuştur. Burada da b&ouml;yledir. Şayet yaratılışı g&uuml;&ccedil;l&uuml;, kuvvet ve kutsi unsurdan oluşmuş, cevheri aydın ve parlak, tabiatı y&uuml;ce bir nefiste m&uuml;ttefik kalınıp, sonra da bu nefse bulaşmış olan Kevn &acirc;leminin pislik ve &ccedil;&uuml;r&uuml;m&uuml;şl&uuml;ğ&uuml;n&uuml; &ccedil;eşitli riyazet amelleri ile izale edildiğinde, o nefs aydınlanır ve ışıldar. Binaenaleyh bu nefsin, Samediyyet&rsquo;in huzurunda bulunmasının marifetinin nuru yardımı, keza Celal ve İzzetin huzurunda bulunma aydınlığının takviyesi ile g&uuml;&ccedil;lenen nefis, Kevni ve fesat &acirc;leminin heyulasında tasarrufta bulunabilir. Biz bu hususta, daha fazla a&ccedil;ıklamada bulunmayalım, &ccedil;&uuml;nk&uuml; bunun &ouml;tesinde &ccedil;ok ince sırlar elde edemeyenlerin tasdik edemeyeceği derin haller bulunmaktadır. Biz, hayırları idrak etme hususunda, Allah&#39;ın (c.c) yardımını dileriz. (F.Razi, Kehf 9-12) (DEVAM EDCEK İNŞAALLAH)</p> <p>&nbsp;</p>
Ekleme Tarihi: 08 Ağustos 2017 - Salı

KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (13)

<p><strong><u>D-Sair Sahabe&rsquo;nin Kerametleri</u></strong></p> <p>Bu konudaki diğer sahabenin kerametlerine gelince, hayli &ccedil;oktur. Ancak biz burada az bir kısmını zikredeceğiz.</p> <p dir="RTL"><strong>الْأَوَّلُ </strong>: رَوَى مُحَمَّدُ بْنُ الْمُنْكَدِرِ عَنْ سَفِينَةَ مَوْلَى رَسُولِ اللَّهِ -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- قَالَ : رَكِبْتُ الْبَحْرَ فَانْكَسَرَتْ سَفِينَتِي الَّتِي كُنْتُ فِيهَا فَرَكِبْتُ لَوْحًا مِنْ أَلْوَاحِهَا ، فَطَرَحَنِي اللَّوْحُ فِي خَيْسَةٍ فِيهَا أَسَدٌ ، فَخَرَجَ الْأَسَدُ إِلَيَّ يُرِيدُنِي ، فَقُلْتُ : يَا أَبَا الْحَارِثِ أَنَا مَوْلَى رَسُولِ اللَّهِ -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- فَتَقَدَّمْ وَدَلَّنِي عَلَى الطَّرِيقِ ، ثُمَّ هَمْهَمَ ، فَظَنَنْتُ أَنَّهُ يُوَدِّعُنِي وَرَجَعَ<span dir="LTR"> .</span></p> <p><strong>1</strong>) Muhammed İbnu&#39;l-M&uuml;nkedir, Hz. Muhammed (s.a.v)&#39;in k&ouml;lesinin gemisinde zuhur eden bir hali ş&ouml;yle anlatır: &quot;K&ouml;le ş&ouml;yle der: &quot;Gemiye binmiştim; derken, i&ccedil;inde bulunduğum gemi par&ccedil;alandı. Geminin tahtalarından birisinin &uuml;zerine bindim. Bu tahta par&ccedil;ası beni bir aslan ini olan bir yere attı. Derken karşıma bir aslan &ccedil;ıktı. Bunun &uuml;zerine ben, &quot;Ey Ebu&#39;l-H&acirc;ris ben Hz. Peygamber (s.a.v)&#39;in k&ouml;lesiyim&quot; dedim. Bunun &uuml;zerine aslan &ouml;n&uuml;me d&uuml;şt&uuml; ve bana yol g&ouml;sterdi. Sonra aslan, hım hım edip kendince bir şeyler s&ouml;yledi; anladım ki beni uğurluyor. Sonra da geri d&ouml;nd&uuml;.&quot;</p> <p dir="RTL"><strong>الثَّانِي</strong> : رَوَى ثَابِتٌ عَنْ أَنَسٍ أَنَّ أُسَيْدَ بْنَ حُضَيْرٍ وَرَجُلًا آخَرَ مِنَ الْأَنْصَارِ تَحَدَّثَا عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- فِي حَاجَةٍ لَهُمَا حَتَّى ذَهَبَ مِنَ اللَّيْلِ زَمَانٌ ، ثُمَّ خَرَجَا مِنْ عِنْدِهِ وَكَانَتِ اللَّيْلَةُ شَدِيدَةَ الظُّلْمَةِ ، وَفِي يَدِ كُلٍّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا عَصَا ، فَأَضَاءَتْ عَصَا أَحَدِهِمَا لَهُمَا حَتَّى مَشَيَا فِي ضَوْئِهَا ، فَلَمَّا انْفَرَقَ بَيْنَهُمَا الطَّرِيقُ أَضَاءَتْ لِلْآخَرِ عَصَاهُ ، فَمَشَى فِي ضَوْئِهَا حَتَّى بَلَغَ مَنْزِلَهُ<span dir="LTR"> .</span></p> <p><strong>2</strong>) Sabit, Enes (r.a)&#39;den şunu rivayet etmiştir: &quot;Useyd İbn Hudayr ile Ens&acirc;rdan başka birisi Hz. Peygamber (s.a.v)&#39;in huzurunda, ihtiya&ccedil; duydukları bir konuda konuşuyorlardı. Derken gece epey ilerlemişti. Sonra bu ikisi Hz. Peygamberin evinden ayrıldılar. Gece alabildiğine karanlıktı. Her birinin elinde bir değnek vardı. Bu esnada, onların değneklerinden birisi onlara ışık tuttu, yollarını aydınlattı ve onun ışığında yollarına devam ettiler. Yolları ayrılınca, berikinin asası, kendisinin yolunu aydınlattı; o da onun ışığında y&uuml;r&uuml;d&uuml; ve evine ulaştı.&quot;</p> <p dir="RTL"><strong>الثَّالِثُ</strong> : قَالُوا لِخَالِدِ بْنِ الْوَلِيدِ : إِنَّ فِي عَسْكَرِكَ مَنْ يَشْرَبُ الْخَمْرَ ، فَرَكِبَ فَرَسَهُ لَيْلَةً فَطَافَ بِالْعَسْكَرِ ، فَلَقِيَ رَجُلًا عَلَى فَرَسٍ وَمَعَهُ زِقُّ خَمْرٍ ، فَقَالَ مَا هَذَا ؟ قَالَ : خَلٌّ ، فَقَالَ خَالِدٌ : اللَّهُمَّ اجْعَلْهُ خَلًّا . فَذَهَبَ الرَّجُلُ إِلَى&nbsp; أَصْحَابِهِ ، فَقَالَ : أَتَيْتُكُمْ بِخَمْرٍ مَا شَرِبَتِ الْعَرَبُ مِثْلَهَا ، فَلَمَّا فَتَحُوا فَإِذَا هُوَ خَلٌّ ، فَقَالُوا : وَاللَّهِ مَا جِئْتَنَا إِلَّا بِخَلٍّ ؟ فَقَالَ : هَذَا وَاللَّهِ دُعَاءُ خَالِدِ بْنِ الْوَلِيدِ<span dir="LTR"> .</span></p> <p><strong>3</strong>) Halid İbn el-Vel&icirc;d&#39;e askerleri arasında i&ccedil;ki i&ccedil;enler bulunduğu s&ouml;ylenir. O, bir gece atına bindi ve askerini dolaştı. Derken, yanında bir k&uuml;p i&ccedil;ki bulunan, at &uuml;zerindeki bir adama rastladı. Ona, &quot;bu nedir?&quot; diye sorduğunda o, &quot;sirke!&quot; cevabını verdi. Bunun &uuml;zerine Halid: &quot;Ey Allah&#39;ım, onu sirkeye &ccedil;evir!&quot; dedi. Adam, arkadaşlarının yanına vardı ve: &quot;Size, Arapların &ouml;mr&uuml;nde i&ccedil;medikleri bir i&ccedil;ki getirdim&quot; dedi. Onlar k&uuml;p&uuml;n ağzını a&ccedil;ınca, onun sirke olduğunu g&ouml;rd&uuml;ler ve: &quot;Allah&#39;a yemin olsun ki, sen bize getirdiğin sirkeden başka bir şey değildir&quot; dediler. Bunun &uuml;zerine o adam: &quot;Allah&#39;a yemin olsun ki, bu Halid İbn el-Vel&icirc;d&#39;in duasının sonucudur&quot; dedi.</p> <p dir="RTL"><strong>الرَّابِعُ</strong> : الْوَاقِعَةُ الْمَشْهُورَةُ وَهِيَ أَنَّ خَالِدَ بْنَ الْوَلِيدِ أَكَلَ كَفًّا مِنَ السُّمِّ عَلَى اسْمِ اللَّهِ وَمَا ضَرَّهُ<span dir="LTR"> .</span></p> <p><strong>4</strong>) Meşhur bir vakıa da şudur: Halid İbn el-Vel&icirc;d, Allah&#39;ın ismini anarak bir avu&ccedil; zehir yedi. Ama zehir ona zarar vermedi.</p> <p dir="RTL"><strong>الْخَامِسُ</strong> : رُوِيَ أَنَّ ابْنَ عُمَرَ كَانَ فِي بَعْضِ أَسْفَارِهِ ، فَلَقِيَ جَمَاعَةً وَقَفُوا عَلَى الطَّرِيقِ مِنْ خَوْفِ السَّبُعِ ، فَطَرَدَ السَّبُعَ مِنْ طَرِيقِهِمْ ، ثُمَّ قَالَ : إِنَّمَا يُسَلَّطُ عَلَى ابْنِ آدَمَ مَا يَخَافُهُ ، وَلَوْ أَنَّهُ لَمْ يَخَفْ غَيْرَ اللَّهِ لَمَا سُلِّطَ عَلَيْهِ شَيْءٌ<span dir="LTR"> .</span></p> <p><strong>5</strong>) Rivayet olunduğuna g&ouml;re İbn &Ouml;mer, bir yolculuğunda, vahşi ve yırtıcı hayvanların korkusu sebebiyle yolda bekleyen bir cemaate rasgelir. Bunun &uuml;zerine o, onların yolundaki vahş&icirc; hayvanları kovar. Daha sonra da, &quot;Allah, insanoğluna, korktuğunu musallat kılar. Şayet o insanoğlu, Allah&rsquo;tan başkasından korkmasaydı, ona hi&ccedil;bir şey musallat olmazdı&quot; der.</p> <p dir="RTL"><strong>السَّادِسُ</strong> : رُوِيَ أَنَّ النَّبِيَّ -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- بَعَثَ الْعَلَاءَ بْنَ الْحَضْرَمِيِّ فِي غَزَاةٍ فَحَالَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْمَطْلُوبِ قِطْعَةٌ مِنَ الْبَحْرِ ، فَدَعَا بِاسْمِ اللَّهِ الْأَعْظَمِ ، وَمَشَوْا عَلَى الْمَاءِ ، وَفِي كُتُبِ الصُّوفِيَّةِ مِنْ هَذَا الْبَابِ رِوَايَاتٌ مُتَجَاوِزَةٌ عَنِ الْحَدِّ وَالْحَصْرِ ، فَمَنْ أَرَادَهَا طَالَعَهَا<span dir="LTR"> .</span></p> <p><strong>6</strong>) Rivayet olunduğuna g&ouml;re, Hz. Peygamber (s.a.v), Al&acirc; İbnu&#39;l-Hadr&acirc;m&icirc;&#39;yi bir savaşa yollamıştı. Derken onlarla, varacağı o yer arasına bir deniz par&ccedil;ası (kadar b&uuml;y&uuml;k) bir su girer. Bunun &uuml;zerine o, İsm-i Azam du&acirc;sıyla du&acirc; eder ve b&ouml;ylece suyun &uuml;zerinden y&uuml;r&uuml;yerek ge&ccedil;erler. Bu konuda suf&icirc;lerin kitaplarında sayısız rivayetler bulunmaktadır. İsteyen, onları g&ouml;zden ge&ccedil;irsin. (F.Razi, Kehf 9-12)</p> <p><strong><u>E-Keramet&rsquo;e dair Akli Deliller</u></strong></p> <p>Keramet&rsquo;e dair akli delillere gelince, bunlar pek &ccedil;oktur. Bunlardan birka&ccedil; tanesini zikredelim:</p> <p><strong>Birinci Delil:</strong> Kul, Allah&#39;ın dostudur. Nitekim Cen&acirc;b-ı Hak, <strong><span dir="RTL">أَلَا إِنَّ أَوْلِيَاءَ اللَّهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ</span> &quot;Haberiniz olsun ki Allah&#39;ın veli kullan i&ccedil;in hi&ccedil;bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir&quot;</strong> (Yunus 62) buyurmuştur. Rab Te&acirc;l&acirc; da, kulunun dostudur. Nitekim Cen&acirc;b-ı Hak: <strong><span dir="RTL">اللَّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُو</span></strong><span dir="RTL">ا</span>&nbsp; <strong>&quot;Allah iman edenlerin yardımcısıdır&quot;</strong> (Bakara. 257). Başka bir Ayette&nbsp; <strong><span dir="RTL">وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِحِينَ</span></strong> <strong>&quot;O, b&uuml;t&uuml;n salihlere de velilik ediyor&quot; </strong>(A&rsquo;raf 196). Ve <strong><span dir="RTL">إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ</span></strong> <strong>&quot;Sizin dostunuz ancak Allah ve O&#39;nun Resul&uuml;d&uuml;r&quot;</strong> (Maide 55). <strong><span dir="RTL">أَنْتَ مَوْلَانَا</span></strong> <strong>&ldquo;Sen bizim Mevla&rsquo;mızsın&rdquo;</strong> (Bakara 286). Ve&nbsp; <strong><span dir="RTL">ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا</span></strong> <strong>&quot;Bunun sebebi şudur: &Ccedil;&uuml;nk&uuml; Allah ş&uuml;phesiz iman edenlerin vel&icirc;sidir&quot;</strong> (Muhammed 11) buyurmuştur.</p> <p>B&ouml;ylece Allah Te&acirc;l&acirc; kulunun dostu, kulu da Allah Te&acirc;l&acirc;&#39;nın dostu olduğu sabit olmuş olur. Keza Allah (c.c) kulunu sever ve kul da Allah&#39;ı (c.c) sever. Nitekim Cen&acirc;b-ı Hak: <strong><span dir="RTL">يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ</span></strong> <strong>&quot;O onları sever onlar da O&#39;nu severler&quot;</strong> (Maide54). Keza: <strong><span dir="RTL">وَالَّذِينَ آمَنُوا أَشَدُّ حُبًّا لِلَّه</span></strong> <strong>&quot;&icirc;man edenler ise Allah&#39;ı daha &ccedil;ok severler&quot;</strong> (Bakara 165). Ve&nbsp; <strong><span dir="RTL">إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ</span> &quot;Allah tevbe edenleri ve iyice temizlenenleri sever&quot; </strong>(Bakara. 222) buyurmuştur. Bunun b&ouml;yle olduğu sabit olunca biz deriz ki: Kul, Allah&#39;a itaatte kusur etmeyip, O&#39;nun emrettiği ve kendisinde rızasının bulunduğu her şeyi yapacak ve O&#39;nun nehyettiği ve yasakladığı her şeyi de bırakacak bir dereceye ulaştığında, Hak&icirc;m ve Rah&icirc;m olan Allah&#39;ın, kulunun bir kerecik istediği o şeyi yapması ve yerine getirmesi nasıl akıldan uzak g&ouml;r&uuml;lebilir ki? Tam aksine, Cen&acirc;b-ı Hakk&#39;ın, onun bu isteğini yerine getirmesi daha uygundur. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; kul; cimrilik, acizlik ve tembelliğine rağmen Allah Te&acirc;l&acirc;&#39;nın kendisinden istediği ve kendisine emrettiği her şeyi yapınca, Rah&icirc;m olan Rabb Te&acirc;l&acirc;&#39;nın, kulunun istediğini bir kerecik yerine getirmesi haydi haydi gerekir. İşte bundan dolayı Cen&acirc;b-ı Hak, <strong><span dir="RTL">وَأَوْفُوا بِعَهْدِي أُوفِ بِعَهْدِكُمْ </span></strong>&nbsp;<strong>&quot;Ahdime riayet edin ki, ben de size olan ahdimi tutayım&quot;</strong> (Bakara, 40) buyurmuştur. (F.Razi, Kehf 9-12)</p> <p><strong>İkinci Delil:</strong> Keramet izhar etmek eğer imk&acirc;nsız olsaydı, bu imk&acirc;nsızlık, ya Allah Te&acirc;l&acirc;&#39;nın bunu yapmaya ehil olamamasından veyahut da, o m&uuml;min kulun, bu bağışın kendisine verilmesine ehil olamamasından kaynaklanır. Birincisi Allah&#39;ın kudretini zedeler ki, bu k&uuml;f&uuml;rd&uuml;r. İkincisi de batıldır, zira Allah&#39;ın zatını, sıfatlarını, fiillerini, h&uuml;k&uuml;mlerini ve isimlerini tanımak, Allah&#39;ı sevmek, O&#39;na itaat etmek, O&#39;nu takdis, temcit ve y&uuml;celtmeye devam etmek, &ccedil;&ouml;lde bir yufka ekmeği vermekten veya bir yılanı ya da bir aslanı kulunun emrine vermekten daha kıymetlidir. Bin&acirc;enaleyh O, kuluna, kulu herhangi bir istekte bulunmaksızın, kendisini tanımayı, sevmeyi zikir ve ş&uuml;kretmeyi nasip ettiğine g&ouml;re ona, &ccedil;&ouml;lde bir yufka ekmeği haydi haydi verir. Bunda, akla sığmayan ne var ki? (F.Razi, Kehf 9-12)</p> <p><strong>&Uuml;&ccedil;&uuml;nc&uuml; Delil:</strong> Hz. Peygamber (s.a.v)&#39;in naklettiği bir hadis-i kuds&icirc;de Cen&acirc;b-ı Allah ş&ouml;yle buyurmuştur: <strong><em>&quot; <span dir="RTL">مَا تَقَرَّبَ عَبْدٌ إِلَيَّ بِمِثْلِ أَدَاءِ مَا افْتَرَضْتُ عَلَيْهِ ، وَلَا يَزَالُ يَتَقَرَّبُ إِلَيَّ بِالنَّوَافِلِ حَتَّى أُحِبَّهُ فَإِذَا أَحْبَبْتُهُ كُنْتُ لَهُ سَمْعًا وَبَصَرًا وَلِسَانًا وَقَلْبًا وَيَدًا وَرِجْلًا ، بِي يَسْمَعُ وَبِي يُبْصِرُ وَبِي يَنْطِقُ وَبِي يَمْشِي</span></em></strong>&quot; <strong>&ldquo;<em>Kul bana, kendisine farz kıldığım şeyleri eda etmekle yaklaştığı kadar başka hi&ccedil;bir amel ile yaklaşamaz. Farzların yanında nafile ibadetlerle de kulum bana yaklaşır, yaklaşır; nihayet ben onu severim. Ben onu sevdim mi, onun işiten kulağı, g&ouml;ren g&ouml;z&uuml;, s&ouml;yleyen dili, anlayan kalbi ve y&uuml;r&uuml;yen ayağı olurum. O, benimle duyar, benimle g&ouml;r&uuml;r, benimle konuşur ve benimle y&uuml;r&uuml;r.&rdquo; </em></strong></p> <p>Bu kutsi hadis, bu gibi kimselerin kulağında, g&ouml;z&uuml;nde ve diğer uzuvlarında başkasına ait bir nasip ve payın kalmadığını g&ouml;sterir. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; eğer orada, başkasına ait bir hisse ve pay kalmış olsaydı, o zaman Cen&acirc;b-ı Hak, &quot;Ben onun kulağı, g&ouml;z&uuml; olurum&quot; demezdi. Bunun b&ouml;yle olduğu sabit olunca biz diyoruz ki: Hi&ccedil; ş&uuml;phesiz ki bu makam, yılanı ve vahş&icirc; hayvanları o kulunu emrine vermekten ve ona bir yufka ekmek, bir salkım &uuml;z&uuml;m ve bir bardak su vermekten daha değerlidir. Bin&acirc;enaleyh, Allah Te&acirc;l&acirc;, rahmetiyle o kulunun bu y&uuml;ksek derecelere ulaştırdığına g&ouml;re, ona &ccedil;&ouml;lde, bir par&ccedil;a ekmek bir bardak su vermesinde akla sığmayacak ne vardır? (F.Razi, Kehf 9-12)</p> <p><strong>D&ouml;rd&uuml;nc&uuml; Delil:</strong> Yine Hz. Peygamber (s.a.s)&#39;in Cen&acirc;b-ı Hak&#39;tan naklettiği bir hadis-i kutside, <strong><em>&quot; <span dir="RTL">مَنْ آذَى لِي وَلِيًّا فَقَدْ بَارَزَنِي بِالْمُحَارَبَةِ</span></em></strong> &quot;&quot;<strong><em>Kim benim dostum olan kimseye eziyet ederse, o a&ccedil;ık&ccedil;a bana savaş ilan etmiş olur.&quot;</em></strong> Buyurmuş. B&ouml;ylece dostuna eziyet etmeyi kendisine eziyet etme gibi addetmiş olur. Ki bu, Cen&acirc;b-ı Hakk&#39;ın: <strong><span dir="RTL">إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ</strong></span>&nbsp; <strong>&quot;Muhakkak ki sana biat edenler, Allah&#39;a biat etmiş olurlar&quot;</strong> (Feth 10) ayetinin manasına yakın bir ifadedir.</p> <p>Yine Cen&acirc;b-ı Hak; &nbsp;<strong><span dir="RTL">وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا</span></strong><strong> &quot;Allah ve Resul&uuml; bir işe h&uuml;kmettiği zaman gerek m&uuml;min olan bir erkek, gerek m&uuml;min olan bir kadın i&ccedil;in, işlerinde kendilerine bir muhayyerlik yoktur&quot; </strong>(Ahzap 36). Keza başka bir Ayet-i kerimede ş&ouml;yle buyurulmuş;<strong> <span dir="RTL">إِنَّ الَّذِينَ يُؤْذُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمُ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ</span></strong> <strong>&quot;Muhakkak ki Allah&#39;a ve Resul&uuml;ne eza edenler Allah onları d&uuml;nyada da ahirette de lanetlemiştir.&quot; </strong>(Ahzab. 57).</p> <p>Hz. Muhammed&rsquo;e (s.a.v) yapılan biati, kendisine yapılmış olan bir biat, onun rızasını kendisinin rızası, ona eziyeti de kendisine eziyet kabul etmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v)&#39;in derecesinin, b&uuml;t&uuml;n derecelerin &uuml;st&uuml;nde olup zirveye &ccedil;ıktığında ş&uuml;phe yoktur. İşte burada da b&ouml;yledir. O, &quot;Kim benim has dostum olan kimseye eziyet ederse, o a&ccedil;ık&ccedil;a bana savaş ilan etmiş olur&quot; buyurunca, bu, Allah Te&acirc;l&acirc;&#39;nın, velisine eziyet etmeyi, kendisine eziyet etme addettiğini g&ouml;sterir.</p> <p>Bu husus, şu meşhur hadis-i kuds&icirc; ile de desteklenir. &quot;Cen&acirc;b-ı Hak Kıyamet g&uuml;n&uuml;nde ş&ouml;yle buyurur: <strong><em><span dir="RTL">مَرِضْتَ فَلَمْ تَعُدْنِي ، اسْتَسْقَيْتُكَ فَمَا سَقَيْتَنِي ، اسْتَطْعَمْتُكَ فَمَا أَطْعَمْتَنِي ، فَيَقُولُ : يَا رَبّ</span></em></strong><em><span dir="RTL"> <strong>كَيْفَ أَفْعَلُ هَذَا وَأَنْتَ رَبُّ الْعَالَمِينَ ؟ فَيَقُولُ : إِنَّ عَبْدِي فُلَانًا مَرِضَ ، فَلَمْ تَعُدْهُ ، أَمَا عَلِمْتَ أَنَّكَ لَوْ عُدْتَهُ لَوَجَدْتَ ذَلِكَ عِنْدِي</strong></span></em> <strong><em>Hastalandım beni ziyaret etmedin; su istedim su vermedin; yiyecek istedim yiyecek vermedin. &quot;Bunun &uuml;zerine kul, &quot;Ey Rabbim, sen &acirc;lemlerin Rabbi iken ben bunu nasıl yapabilirim?&quot; dediğinde; Cen&acirc;b-ı Hak: &quot;Falanca kulum hastalandı da, sen onu ziyaret etmedin, onu ziyaret etmen halinde, (bunun karşılığını) benim yanımda bulacağını bilmedin mi?</em></strong></p> <p>Su verme ve yiyecek vermedeki h&uuml;k&uuml;m de aynıdır. Bin&acirc;enaleyh, b&uuml;t&uuml;n bu hadisler, Allah&#39;ın veli kullarının bu derecelere ulaştıklarına del&acirc;let eder. O halde, Allah&#39;ın o kuluna bir par&ccedil;a ekmek ve bir bardak su vermesinde veyahut da bir k&ouml;peği veya bir aslanı onun emrine amade kılmasında, akla sığmayan ne var ki? (F.Razi, Kehf 9-12)</p> <p><strong>Beşinci Delil:</strong> Biz &ouml;rfen, h&uuml;k&uuml;mdarın kendi &ouml;zel hizmetine tahsis ettiği ve insanların meclisine katılmasına m&uuml;saade ettiği kimseye, başkasının yapamayacağı şeyleri yapma sal&acirc;hiyeti de verdiğini m&uuml;şahede etmekteyiz. Binaenaleyh akl-ı selim b&ouml;yle bir yakınlığın ne zaman h&acirc;sıl olacağı ve bu yakınlığa tabi olan makamı da m&uuml;şahede eder. Zira yakınlık asıl, makam da ona tabi kılınmıştır. H&uuml;k&uuml;mdarların en b&uuml;y&uuml;ğ&uuml; Rabb&uuml;&#39;l-&acirc;lem&icirc;n&#39;dir. Şayet o, kulunun kendisine hizmet eşiklerine, ikram derecesine ulaştırmak ve onu, kendisini tanımanın sırlarına vakıf kılmak ve kendisiyle kulu arasındaki perdeleri kaldırarak onu kendisine yakınlık seccadesi &uuml;zerine oturtmak suretiyle şereflendirdiğinde, bu &acirc;lemdekilerin her biri, ruhan&icirc; mutlulukların ve rabban&icirc; bilgilerin bir zerresine nispetle, ancak yokluk gibi olmasına rağmen, bu &acirc;lemde bazı kerametlerin zuhur etmesinde akla aykırı ne vardır ki? (F.Razi, Kehf 9-12)</p> <p><strong>Altıncı Delil:</strong> Fiilleri &uuml;stlenenin, beden değil, ruh olduğunda ş&uuml;phe yoktur. Yine, beden i&ccedil;in ruh neyse ruh i&ccedil;in de Allah&#39;ı tanımanın aynen o durumda olduğunda bir ş&uuml;phe yoktur. Nitekim bunu Cen&acirc;b-ı Hakk&#39;ın, <strong><span dir="RTL">يُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ</span></strong> <strong>&ldquo;Melekleri emrindeki Ruh ile beraber indiriyor.&rdquo; </strong>(Nahl 2) ayetinin tefsirinde şu a&ccedil;ıklama ge&ccedil;mektedir; &quot;Ruh&quot;tan maksat vahiydir ve vahiy de Allah&#39;ın (c.c) kel&acirc;mı demektir. Sofiler ş&ouml;yle demişlerdir: &quot;Ceset haraptır, kesiftir, karanlıktır. Ama ona ruh girdiğinde, canlı, latif ve nuran&icirc; olur. B&ouml;ylece o nurun tesiri beş duyuda da g&ouml;r&uuml;l&uuml;r, Ruh da karanlık ve cahildir. Kendisine akıl verildiğinde, aydınlanır ve nurlanır. Akıl da aslında, tam nurani, arınmış, saf ve aydın değildi. Ancak o, Allah&#39;ın (c.c) zatını, sıfatlarını ve fiillerini, ruhlar ve maddeler &acirc;lemini, d&uuml;nya ve ahiret &acirc;lemini tanıyınca m&uuml;kemmelleşir. Sonra bu ilah&icirc; ve kıymetli bilgiler, vahiy ile ve Kur&#39;&acirc;n nuru ile m&uuml;kemmelleşmiş ve saflaşmıştır.</p> <p>&Ouml;zetleyecek olursak deriz ki: Marifetullah ve Rabbani m&uuml;k&acirc;şefeler, Kur&rsquo;an ve vahiy ile kem&acirc;le erer. Akıl da, bu marifetullah ile aydınlanır, saflaşır ve olgunlaşır. Ruh cevheri ise, aydınlanmış olan bu akıl ile kem&acirc;le erer. Binaenaleyh beden de, bu ruh ile m&uuml;kemmel hale gelir. İşte bu noktada, hakikatin Vahiy ve Kur&rsquo;an olduğu ortaya &ccedil;ıkar. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; bunlar sayesinde, cehalet ve gaflet uykusundan uyanılabilir. B&ouml;ylece de, hayvanlık toprağından, melekliğin mertebesine ge&ccedil;mek m&uuml;mk&uuml;n olur. Bin&acirc;enaleyh &quot;Ruh&quot; kelimesini, vahiy manasında kullanmak son derece m&uuml;nasip ve uygundur.</p> <p>&nbsp;Yine Hz. Peygamber (s.a.v) de ş&ouml;yle buyurmuştur: <strong><em>&quot;<span dir="RTL">أَبِيتُ عِنْدَ رَبِّي يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِي</span>&quot;</em></strong> <strong><em>&quot;Ben, Rabbimin yanında gecelerim. O, beni yedirir ve i&ccedil;irir.</em></strong>&rdquo; İşte bundan dolayı, gayb &acirc;leminin hallerini en fazla bilenin kalp kuvveti bakımından pek y&uuml;ksek olup pek zaaf duymadığını g&ouml;rmekteyiz. Bundan dolayıdır ki Ali İbn Ebi Talib (k.v), <strong><em><span dir="RTL">وَاللَّهِ مَا قَلَعْتُ بَابَ خَيْبَرَ بِقُوَّةٍ جَسَدَانِيَّةٍ ، وَلَكِنْ بِقُوَّةٍ رَبَّانِيَّةٍ</span> </em></strong>.<strong><em>&quot;Allah&#39;a yemin olsun ki ben, Hayber&#39;in kapısını, beden&icirc; kuvvetimle değil, rabban&icirc; kuvvetimle s&ouml;k&uuml;p attım&quot;</em></strong> demiştir. Bu b&ouml;yledir, zira Hz. Ali (k.v)&#39;nin bakışları o vakitte madd&icirc; &acirc;lemden uzaklaşmış; Melekler, Kibriya &acirc;leminin nurlarıyla onu aydınlatmıştı. B&ouml;ylece onun ruhu kuvvetlenmiş ve melek&icirc; ruhların cevherine benzemişti. Ve onda, kutsiyet ve azamet &acirc;leminin ışıkları parlamıştı. İşte bu sebeple hi&ccedil; ş&uuml;phesiz ki o, başkasının yapamayacağı şeyi yapmıştı. İşte kul da b&ouml;yledir, o Allah&#39;a itaate devam ettiği s&uuml;rece, Allah&#39;ın, &quot;Onun kulağı, g&ouml;z&uuml; olurum&quot; dediği makama ulaşır. Allah&#39;ın cel&acirc;linin nuru, kendisinin kulağı olunca da, o kimse yakını-uzağı duyar. Onun g&ouml;z&uuml; olunca da, o yakını-uzağı g&ouml;r&uuml;r. O nur, onun eli olunca da o kimse, zor-kolay, uzak-yakın her şey hususunda tasarrufta bulunabilir. (F.Razi, Kehf 9-12)</p> <p><strong>Yedinci Delil:</strong> Bu delil, akli felsef&icirc; kanunlara dayalı bir delil olup, şudur: Biz, ruh cevherinin, b&ouml;l&uuml;nmeye ve par&ccedil;alanmaya m&uuml;sait, bozulan maddeler cinsinden olmadığını; tam aksine onun, melekler, g&ouml;kler &acirc;leminin varlıklarının cevherinden ve arınmış-tertemiz şeyler t&uuml;r&uuml;nden olduğunu beyan etmiştik. Ancak ne var ki ruh, bedenle alaka kurup kendini tamimiyle onun işlerini g&ouml;rmeye verdiğinde, bu kendini verme işinde, ilk vatanını ve ilk ikamet ettiği &acirc;lemi unutacak dereceye varır ve tamamen bozulup &ccedil;&uuml;r&uuml;yen maddelere benzemiş olur. B&ouml;ylece de, kuvveti zayıflar. Kudreti kalmaz; o fiillerden herhangi birisini de yapamaz. Ama ruh, marifetull&acirc;h ve muhabbetullaha &uuml;nsiyet kazanır, bu beden&icirc; işleriyle olan meşguliyeti azalır, &uuml;zerinde semav&icirc; ve Arşa ait mukaddes ruhların nuru parlar ve o nurlar bu ruha n&uuml;fuz ederse o, tıpkı felek&icirc; ruhların bu işleri yapabilmesi gibi, bu &acirc;lemin maddelerine tasarrufta bulunmaya da g&uuml;&ccedil; bulur ki, <u>işte keramet budur</u>.</p> <p>Bize g&ouml;re bu husustaki diğer bir incelik de şudur: Oda beşer&icirc; ruhların, mahiyetleri bakımından farklılık arz etmeleridir. Onların i&ccedil;inde kuvvetli olanlar zayıf olanlar; nuran&icirc; olanlar bulanık olanlar; değerli olanlar değersiz olanlar bulunmaktadır. Ve Felek&icirc; ruhlar da keza b&ouml;yledirler. Allah&rsquo;ın (c.c) Cebrail&rsquo;i nasıl vasıflandırdığına baksana, Cen&acirc;b-ı Hak onu vasıflandırırken;&nbsp; &nbsp;<strong><span dir="RTL">إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ ذِي قُوَّةٍ عِنْدَ ذِي الْعَرْشِ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>مَكِينٍ مُطَاعٍ ثَمَّ أَمِينٍ</strong></span>&nbsp; <strong>&quot;Muhakkak o, &ccedil;ok şerefli bir el&ccedil;inin s&ouml;z&uuml;d&uuml;r (Kur&rsquo;an). O (Cebrail), &ccedil;etin bir kudrete maliktir. Arşın sahibi yanında &ccedil;ok itibarlıdır. Orada kendisine itaat olunandır, bir em&icirc;ndir&quot; </strong>(Tekvir 19-21). Ve meleklerin başka gruplarından s&ouml;z ederken de; <strong><span dir="RTL">وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِي السَّمَاوَاتِ لَا تُغْنِي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا</span></strong> <strong>&quot;G&ouml;klerde nice melek vardır ki, onların şefaatleri bile hi&ccedil;bir şeye yaramaz&quot;</strong> (Necm 26) buyurmuştur. Burada da b&ouml;yledir. Şayet yaratılışı g&uuml;&ccedil;l&uuml;, kuvvet ve kutsi unsurdan oluşmuş, cevheri aydın ve parlak, tabiatı y&uuml;ce bir nefiste m&uuml;ttefik kalınıp, sonra da bu nefse bulaşmış olan Kevn &acirc;leminin pislik ve &ccedil;&uuml;r&uuml;m&uuml;şl&uuml;ğ&uuml;n&uuml; &ccedil;eşitli riyazet amelleri ile izale edildiğinde, o nefs aydınlanır ve ışıldar. Binaenaleyh bu nefsin, Samediyyet&rsquo;in huzurunda bulunmasının marifetinin nuru yardımı, keza Celal ve İzzetin huzurunda bulunma aydınlığının takviyesi ile g&uuml;&ccedil;lenen nefis, Kevni ve fesat &acirc;leminin heyulasında tasarrufta bulunabilir. Biz bu hususta, daha fazla a&ccedil;ıklamada bulunmayalım, &ccedil;&uuml;nk&uuml; bunun &ouml;tesinde &ccedil;ok ince sırlar elde edemeyenlerin tasdik edemeyeceği derin haller bulunmaktadır. Biz, hayırları idrak etme hususunda, Allah&#39;ın (c.c) yardımını dileriz. (F.Razi, Kehf 9-12) (DEVAM EDCEK İNŞAALLAH)</p> <p>&nbsp;</p>
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.