KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (14)
<p>Velayet ve keramet mevzuuna değinmişken, bu bölümde de, Şeyh ve Sofi ilişkilerine, bunların ibadette, muamelede, Vecd ve Semadaki davranışları hakkında vs. İmam Kurtubi’nin (rh.a) fikirlerine yer vermek istiyoruz.</p>
<p>Takip eden açıklamalardan da müşahede edeceğimiz gibi, İmam Kurtubi’nin (rh.a) tenkit veya red ettiği, bazı cahil Şeyh ve Sofi’lerdir. Bunların fikir ve davranışlarının Kur’an ve Sünnete muhalif olduğu, dolayısıyla İslam inancı çerçevesinin dışına çıktıklarından, bunların insanların inancında tahribata sebebiyet verdiği ve genelde de İslam inancının yanlış algılanmasına yol açtığı aşikârdır. Günümüzde de müşahede ettiğimiz gibi, Kuran ve Sünnetle hiç alakası olmayan, hatta bırakın Kur’anı kerimin anlamını, Kuran-ı kerimi yüzünden okumasını bilmeyen nice şeyh ve mürit geçinen cahilleri görmekteyiz. Hatta bunların bazıları Allah’tan (c.c) vahi aldıklarını (peygamber olduklarını) iddia etmektedirler. Hâlbuki şu Ayet-ı kerime ile son Peygamberin Hz. Muhammed olduğu sabittir: <strong><span dir="RTL">مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ <u>وَلٰـكِنْ رَسُولَ</u> <u>اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّٖنَ</u> وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَیْءٍ عَلٖيمًا </span> “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. <u>Fakat o, Allah’ın Resûlü ve nebîlerin sonuncusudur</u>. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” </strong>Bu acınası durumda olmamızın yegâne sebebide, dinimizden bihaber olmamızdır. Dolayısıyla bu sahtekâr insanların peşine düşmek suretiyle hem dünyamızı ve hemde ahiretimizi heba ediyoruz.</p>
<p>İşte İmam Kurtubi’nin mevzuya bahis ettiği sahte şeyh ve onlara kanıp onların peşinden giden zavallı sofileridir. Yoksa gerçek Veli ve Zahidlerin herhangi bir şekilde tenkidi veya reddi söz konusu değildir.</p>
<p>İmam Kurtubi (rh.a), Tasavvufi tefsir´in önderlerinden olan Ebû Muhammed Sehl et-Tüsterî, Ebû Abdurrahman Muhammed es-Sülemî, keza onun öğrencisi olan Ebû Nasr Abdulkerim el-Kuşeyrî gibi mutasavvıf âlimlerden görüşler nakleder. Bu görüşler arasında Kur´ân ve Sünnete uygun kanaatleri herhangi bir eleştiriye tabi tutmadan nakletmekle birlikte, bahusus kimi zaman cahil bulduğu bazı mutasavvıf ve Sofi kesimlere değinerek, onların yanlış kanaatlerine temas eder ve bu kanaatlerini Kur´ân ve Sünnete uygun olmadıkları gerekçesi ile tenkit ve yerine göre reddeder.</p>
<p>İmam Kurtubî´nin (rh.a) reddettiği ve kabul etmediği tasavvufi yaklaşımlar, Kur´ân ve Sünnetin çerçevesinde yer almayan yaklaşımlardır. Herhangi bir şekilde Kur´ân ve Sünnete, isnat edilmeyen tutum ve davranışları reddeder. Bu tutum ve davranışların, ileri gelen şahsiyetler tarafından benimsenmiş ve yaygınlaştırılmış olması, onun bunları benimsemeyip reddetmesinde bir engel teşkil etmez. Zira Kurtubî, her Müslümanın sahip olması gereken şu esas ilkeyi her zaman için titizlikle göz önünde bulundurmuştur:</p>
<p>İmam Kurtubi’ye göre, Kimin görüşü olursa olsun, (Mezhep imamları dâhil olmak üzere) naslara (Kur’an ve Sünnete) aykırı olduğu takdirde her görüş red edilmelidir. Her zaman için nasların benimsendiği görüşü tercih etme gayretini ortaya koyan Kurtubî, naslara uygun olmayan görüş ve kanaatleri reddetmeye çalışır.</p>
<p>Bunlara dair örnekleri Kurtubî’nin kendi Tefsiri"nden ele almaya çalışalım:</p>
<p><strong>1) Mahlûk’a secde:</strong> İmam Kurtubî, cahil mutasavvıfların, şeyhlerinin huzuruna girdikleri vakit önlerinde eğilmek, secde etmek gibi yanlış tutumlarının hiçbir şekilde doğru olamayacağını, şeyh-mürid ilişkisindeki yanlışlıkların düzeltilmesi gerektiğine dair Bakara suresinin 34. Ayetinin 4. Bölümün tefsirinde şunları söylemektedir:</p>
<p>Çoğunluğun kabul ettiği görüşe göre, Rasulullah (s.a.v)'ın dönemine kadar yaratıklara da secde etmek mubah idi. Ashabı; ağaç ve deveye sec­de edildiğinde Rasulullah'a şöyle demişlerdi: Ağaçtan ve ürküp kaçan deveden sana secde et­meye biz daha layığız. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Âlemlerin Rabbi olan Allah'tan başka hiçbir kimseye secde edilmemelidir."</p>
<p>Konu ile alakalı İbn Mace Sünen'inde, el-Büstî de Sahih'inde Ebû Vakid'in şöyle dediğini rivayet etmektedirler:</p>
<p><em><span dir="RTL">لَمَّا قَدِمَ مُعَاذُ بْنُ جَبَلٍ مِنَ الشَّامِ سَجَدَ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : ( مَا هَذَا ؟ ) فَقَالَ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، قَدِمْتُ الشَّامَ فَرَأَيْتُهُمْ يَسْجُدُونَ لِبَطَارِقَتِهِمْ وَأَسَاقِفَتِهِمْ ، فَأَرَدْتُ أَنْ أَفْعَلَ ذَلِكَ بِكَ ، قَالَ : فَلَا تَفْعَلْ فَإِنِّي لَوْ أَمَرْتُ شَيْئًا أَنْ يَسْجُدَ لِشَيْءٍ لَأَمَرْتُ الْمَرْأَةَ أَنْ تَسْجُدَ لِزَوْجِهَا لَا تُؤَدِّي الْمَرْأَةُ حَقَّ رَبِّهَا حَتَّى تُؤَدِّيَ حَقَّ زَوْجِهَا </span></em> </p>
<p><em>Muaz b. Cebel, Şam'dan gelince Rasulullah (s.a.v)'ın önünde secdeye kapandı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v): "Bu da ne oluyor?" deyince Muaz şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü, ben Şam'a vardım, baktım ki onlar yüksek kumandanlarına ve büyük din adamlarına secde ediyorlar, ben de bu işi sana yapmak istedim. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Hayır, böyle birşey yapma, çünkü ben herhangi bir şeyin herhangi bir şeye secde etmesini emredecek olursam, kadına kocasına secde etmesini emrederdim. Kadın kocasının hakkını yerine getirmedikçe Rabbinin hakkını yerine getir­miş olmaz</em>.</p>
<p>Hadisin Muaz (r.a) yoluyla gelen rivayetlerinin birisinde de şöyle denilmektedir: Hz. Peygamber insanlara secde etmeyi ya­sakladı ve buna karşılık musafaha yapmayı emretti.</p>
<p>Derim ki: Sofilerin cahilleri; semaları, şeyhlerinin huzuruna girmeleri ve istiğfarda bulunmaları esnasında yapılması yasaklanan bu şekilde secde et­meyi adet haline getirmişlerdir. Onlardan herhangi birisi kendinden geçip cez­be haline geldiğinde, iddiasına göre daha kıdemli olanların önünde secde edermiş. Ancak bu onun bilgisizliğinden dolayıdır. Bilgisizliğinden dolayı kıb­leye doğru mu başka tarafa doğru mu secde ettiğine de dikkat etmez. On­ların bu şekildeki amelleri bir sapıklıktır ve boşa çıkmıştır. (Kurtubi, Bakara 34)</p>
<p>Yukarıya taşıdığımız Hadis’in metninden de anlaşılacağı üzere hadisin asıl maksadı Allah'tan (c.c) başkasına secde edilemeyeceği ile alakalıdır. Bu Hadis-i şerifle Peygamberimiz (s.a.v), kocanın kadın üzerindeki hakkının da önemine vurgu yapmıştır. Zira Koca ailenin geçimini sağlamakla görevlendirildiği gibi, aileyi koruma, kollama ve idare etmeden de sorumlu olduğu için, ailenin reisi konumundadır. Bundan dolayı Peygamberimiz (s.a.v) kocaya itaatı elzem görmüşlerdir.</p>
<p>Esasında bu Hadis-i şerifte geçen “kadının erkeğe itaatı” Nisa Suresinin 34. Ayet’inin buyurduğunun gereği oalarak telakki edilmelidir. Peygamberimiz (s.a.v) bu Ayet-i kerimeyi bu Hadis-i şerifle açıklamıştır. Ayet-i kerime şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ</span> “Erkekler kadınlar üzerine yöneticidirler (kavvâmdırlar). Bu , Allah'ın bazılarını bazılarına üstün kılmış olmasından ve erkek­lerin mallarından infak etmelerinden dolayı böyledir. Salih kadın­lar itaatli olan ve Allah'ın koruduğu gizlilikleri koruyanlardır.</strong></p>
<p>Ayet-i kerimede Yüce Allah'ın: "Erkekler kadınlar üzerine yöneticidirler" demesi, erkekler kadınların nafakalarını sağlar, onları gereği gibi korur ve himaye ederler demektir. Kavvam ve Kayyım (yönetici ve işleri çekip çeviren) ifa­deleri aynı anlamda kullanılır. Erkeğin bu yükümlülüklerine karşılıkta kadının erkeğe itaati emretmektedir. Ma’siyet bunun dışındadır. Zira Hiçbir kimseye haksız olan, meşru olmayan emir ve isteklerinde itaat edilmez</p>
<p><strong>2) Helalinden Mal ve Mülk edinme:</strong> İmam Kurtubi, Zahidlerin <u>mala ve servete</u>, bunların şer'î ölçüler içerisinde korunup geliştirilmesine dair kanaatlerini, bu kanaatleri savunan cahil mutasavvıf ve zahidleri eleştirmekle birlikte, Ebû'l-Ferec el-Cevzî'den de nakil ile bir takım ilim adamlarının da bu tuzağa düşmüş olduklarına dikkat çeker. Ve konu ile ilgili ileri sürülen aslı astarı olmayan rivayetleri ele alan, bu maksatla el-Muhasibî'nin konu ile ilgili naklettiği bir olayı Ebû Hâmid (el-Gazzâlî)'nin de nakletmek suretiyle bir hataya düşmüş olduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla mutasavvıf ve zahidlerin söylemlerini ve anlattıklarını her zaman için ilmi bir süzgeçten geçirilmesi gerektiğine, Bakara suresinin 283.ayetinin son babında şöyle izah etmektedir:</p>
<p>Yüce Allah'ın, yazışmayı, şahit tutmayı, rehin almayı emretmiş olması, malların korunması ve artırılmasına gereken riayetin gösterilmesi için kat'î bir nastır. Bunun böyle olmadığı görüşünde olan cahil ve tıpkı davar güdenlere benzeyen mutasavvıflara bir reddiyedir. Bunlar bütün mallarını elden çıkarır, kendilerine, ailelerine yetecek kadarını elde tutmazlar.</p>
<p>Diğer taraftan kendisi muhtaç olup ailesi fakir olunca, ya kardeşlerin minnetlerine ve sadakalarına maruz kalır yahut da dünya ehli kimselerden ve bunların zalimlerinden ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kalır. Bu ise yerilmiş ve yasaklanmış bir fiildir.</p>
<p>Ebu'l-Ferec el-Cevzî der ki: Ben bilgisi kıt ve zahid geçinen kimselerin bu tür faaliyetlerde bulunmalarına şaşmıyorum. Asıl belli bir ilim ve akla sahip birtakım kimselerin şeriata ve akla zıt olmakla birlikte bu işi teşvik etmelerine, bunu emretmelerine şaşıyorum.</p>
<p>El-Muhasibî bu konuda uzun uzun sözler nakleder. Ebu Hamid et-Tusî de onun bu konudaki görüşlerini metheder, onu destekler. Bana göre Haris el-Muhasibî, Ebu Hamid'e göre daha çok mazur görülebilir. Çünkü Ebu Hamid daha fakih idi. Ancak onun tasavvufa girmesi, girip kabul ettiği şeye yardımcı olmasını gerektirmiştir. El-Muhasibî bu konuda uzun açıklamaları arasında şunları söyler: Bana ulaştığına göre, Abdurrahman b. Avf vefat edince, Rasûlullah (s.a.v)'ın ashabından bazıları şöyle dedi: Terkettikleri şeyler (Geride bıraktığı mallar) hakkında Abdurrahman için korkuyoruz. Ancak Ka'b (el-Ahbâr) şöyle dedi: Subhanallah, Abdurrahman için ne diye korkuyorsunuz? Helâlden kazandı, güzel bir şekilde infak etti ve helâl şeyler bıraktı.</p>
<p>Bu sözler, Ebu Zerr'e ulaşınca, Ka'b'ı görmek kasdı ile kızgınlıkla dışarı çıktı. Yolda bir devenin çene kemiğini gördü, onu eline aldı. Sonra Ka'b'ı aramaya koyuldu. Ka'b'a: Ebu Zerr seni arıyor denilince çıkıp kaçtı.</p>
<p>Nihayet, Ka'b Hz. Osman'ın yanına çıktı, ondan himaye edilmeyi istedi ve durumu ona bildirdi. Ebu Zerr ise Ka'b'ı takip edip duruyordu. Nihayet Hz. Osman'ın evine ulaştı. İçeri girince Ka'b kalkıp Ebu Zerr'den kaçarak Hz. Osman'ın arkasına oturdu. Ebu Zerr ona: Ey yahudi kadının oğlu! Sen Abdurrahman'ın geriye bıraktığı şeyler dolayısıyla onun için bir mahzur olmadığını mı ileri sürüyorsun? And dolsun ki Rasûlullah (s.a.v) bir gün dışarı çıktı ve şöyle dedi: <em><span dir="RTL">الْأَكْثَرُونَ هُمُ الْأَقَلُّونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِلَّا مَنْ قَالَ هَكَذَا </span></em><span dir="RTL">وَهَكَذَا </span><em>"Malları pek çok olanlar Kıyamet gününde pek az olacaklardır. Ancak şöyle ve şöyle diyenler (ve servetini infak edenler) müstesna."</em></p>
<p>El-Muhasibî der ki: İşte Abdurrahman b. Avf, faziletine rağmen Kıyamet gününde helâlden kazandıkları dolayısıyla Arafat'ta durdurulacaktır. Bunların iffetlerini korumak ve iyilikler yapmak için mal elde etmeleri, fakirlerle birlikte cennette yürümelerine engel olmuştur. Onların ardından emekleyerek gitmek zorunda kalmışlardır (der) ve buna benzer diğer sözleri...</p>
<p>Bunları Ebu Hamid zikrettikten sonra bu sözleri takdir eder ve Sa'lebe hadisiyle de güçlendirir. Sa'lebe'ye mal ihsan edildiğini fakat onun da zekât vermediğini kaydeder. Ebu Hamid der ki: Peygamberlerin ve velilerin hallerini sözlerini tetkik eden bir kimse mala sahip olmamanın, malın varlığından daha faziletli olduğunda şüphe etmez. İsterse bu var olan mal hayırlı yollarda harcansın. Çünkü malın en asgarî hali, o malı yoluna koymak için kalbin onunla uğraşması ve Allah'ın zikrinden uzak durmasıdır. O bakımdan müridin, elinde zarurî olan miktarı dışında hiçbir mal kalmayacak şekilde malını elinden çıkarması gerekir. Çünkü elinde bir dirhem kaldığı sürece kalbi ona meyil eder ve onun kalbi böylelikle yüce Allah'tan perdelenmiş olur.</p>
<p>El-Cevzî der ki: İşte bütün bunlar şeriata da akla da muhaliftir. Maldan kastın ne olduğunun yanlış anlaşıldığını ortaya koymaktadır. Hâlbuki Allah malı şereflendirmiş, kadrini yüceltmiş, korunmasını emretmiştir. Zira Allah Teâlâ malı Âdemoğlunun hayatını ayakta tutan bir unsur kılmıştır. Şerefli Âdemoğlunu ayakta tutacak konuma getirdiği şey de elbette ki şereflidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">وَلَا تُؤْتُوا السُّفَهَاءَ أَمْوَالَكُمُ الَّتِي جَعَلَ اللَّهُ لَكُمْ قِيَامًا</span></strong> <strong>"Allah'ın, sizi başına diktiği mallarınızı beyinsizlere vermeyin."</strong> (Nisâ 5). Yine yüce Allah, malın reşid olandan başkasına teslim edilmesini şu buyruğuyla yasaklamaktadır: <strong><span dir="RTL">فَإِنْ آنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْدًا فَادْفَعُوا إِلَيْهِمْ أَمْوَالَهُم</span></strong> <strong>"Şayet onlarda bir reşitlik görürseniz mallarını onlara teslim edin."</strong> (Nisâ 6)</p>
<p>Peygamber (s.a.v) da malın zayi edilmesini nehyetmiştir.</p>
<p>Hz. Sa'd'e de şöyle demiştir: <em><span dir="RTL">إِنَّكَ أَنْ تَذَرَ وَرَثَتَكَ أَغْنِيَاءَ خَيْرٌ مِنْ أَنْ تَذَرَهُمْ عَالَةً يَتَكَفَّفُونَ النَّاسَ</span></em> <em>"Şüphesiz ki senin, mirasçılarını zengin bırakman onları insanlara avuç açacak şekilde fakir bırakmandan daha hayırlıdır.”</em></p>
<p>Yine Hz. Peygamber: <em><span dir="RTL">مَا نَفَعَنِي مَالٌ كَمَالِ أَبِي بَكْرٍ</span></em> <em>"Ebu Bekir'in malı gibi bana hiçbir malın faydası dokunmamıştır" diye buyurmuştur.</em></p>
<p>Amr b. el-As'a da şöyle demiştir: "<em><span dir="RTL"> نِعْمَ الْمَالُ الصَّالِحُ لِلرَّجُلِ الصَّالِحِ</span></em> <em>“Salih olan mal Salih olan adama ne güzel yakışır.”</em></p>
<p>Ayrıca Hz. Enes'e dua etmiş ve duasının sonunda şöyle buyurmuştur: <em><span dir="RTL">اللَّهُمَّ أَكْثِرْ مَالَهُ وَوَلَدَهُ وَبَارِكْ لَهُ فِيهِ</span></em> . <em>"Al­lah'ım ona çokça mal ve evlat ver ve bunları ona mübarek kıl."</em></p>
<p>Ka'b: Ey Allah'ın Rasûlü! Benim tevbemin bir bölümü de Allah'a ve Rasûlüne sadaka olmak üzere malımı bütünüyle elimden çıkarmaktır dedi. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: <em><span dir="RTL">أَمْسِكْ عَلَيْكَ بَعْضَ مَالِكَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكَ ُ</span></em> <em>"Malının bir kısmını elinde tut. Böylesi senin için daha hayırlıdır. " </em></p>
<p>El-Cevzî der ki: Bu hadisler sahih kitaplarda rivayet edilmiştir ve bunlar mutasavvıfların malı çoğaltmanın bir hicap ve bir ceza olduğu ve malı elde tutmanın tevekküle aykırı olduğu şeklindeki kanaatlerine muhaliftir. Mal fitnesinden korkulduğu inkâr olunamaz. Pek çok kimsenin bu korku dolayısıyla maldan uzak durdukları, malın uygun yoldan toplamanın çok nadir görüldüğü, kalbin mal fitnesinden uzak durmasının az olduğu, malın varlığı ile birlikte kalbin ahireti hatırda tutmasının nadir görüldüğü inkâr olunamaz. İşte bundan dolayı mal fitnesinden korkulmuştur.</p>
<p>Mal kazanmaya gelince; helâl yoldan ihtiyaç kadarını kazanmakla yetinmek kaçınılmaz bir iştir. Yine helâl yoldan mal toplamak ve malı çoğaltmak maksadını güdenin ise, maksadına bakılır. Eğer bununla övünmeyi, başkalarına karşı iftihar etmeyi kastetmiş ise, bu çok kötü bir maksattır. Şayet kendisinin ve aile halkının iffetini koruyup kendisinin ve onların karşı karşıya kalacakları sıkıntılı zamanlar için saklayacak olursa, kardeşlerinin darlıklarını genişletmek, fakirleri zengin kılmak, türlü menfaatleri yapmak kastı ile bu işi yaparsa, bu maksadı dolayısıyla ona sevap verilir. Bu niyet ile onun mal toplaması pek çok itaatten daha faziletlidir.</p>
<p>Ashab-ı kiramın büyük bir çoğunluğunun mal toplama hususundaki niyetleri, bu konudaki maksatları güzel olduğundan dolayı kötülükten uzaktır. O bakımdan mala karşı tutkuları vardı ve mallarının artırılmasını dilemişlerdir. Peygamber (s.a.v) ez-Zübeyr'e atının koşabildiği kadar bir yeri ikta olarak verince atını koşturdu, nihayet atı durunca ayağa kalktı, sonra da kamçısını ileri attı, Hz. Peygamber de: <em><span dir="RTL">أَعْطُوهُ حَيْثُ بَلَغَ سَوْطُهُ</span></em> <em>"Kamçısının ulaştığı yere kadarını ona veriniz"</em> diye buyurdu.</p>
<p>Sa'd b. Ubade de duasında: Allah'ım, bana genişlik ver, derdi. Hz.Yusuf'un kardeşleri de: <strong><span dir="RTL">وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَعِير</span></strong> <strong>"Bir deve yükü de fazladan zahire alırız"</strong> (Yusuf 65) demişlerdi. Hz. Şuayb da Hz. Musa'ya: <strong><span dir="RTL">فَإِنْ أَتْمَمْتَ عَشْرًا فَمِنْ عِنْدِكَ</span></strong> <strong>"Şayet on yıla tamamlarsan o senin iyiliğindendir."</strong> (Kasas 27) demişti. Hz. Eyyub'a da afiyet (Sağlık) verilince büyük bir kitle halinde altından çekirgeler saçılmıştı. O da elbisesine doldurdukça doldurmaya çalıştı. Ona: Doymadın mı denilince: Rabbim hiç fakir senin lütfundan doyar mı? Demişti. Bu, insan tabiatında yer etmiş olan bir husustur.</p>
<p>El-Muhasibî'nin sözlerine gelince; bu bilgisizliğe delalet eden bir hatadır. Ka'b ve Ebu Zerr ile ilgili naklettiği hadise gelince; bu imkânsız ve saçmadır. Cahillerin uydurmasıdır. O kafileye (mutasavvıflara) katıldığı için bu hadisin sahih olmadığını bilememiştir. Rivayet tariki sabit olmamakla birlikte kısmen rivayet edilmiştir. Çünkü onun senedinde İbn Lehia vardır İbn Lehia da tenkid edilmişir.</p>
<p>Yahya bu Hadis delil olmaz demiştir. Tarihî bakımdan sahih olan ise Ebu Zerr'in hicri 25 yılında vefat ettiği, Abdurrahman b. Avf'ın ise 32 hicri yılında vefat ettiğidir. Buna göre Abdurrahman b. Avf, Ebu Zerr'den yedi yıl daha fazla yaşamış bulunmaktadır.</p>
<p>Diğer taraftan onların hadis diye zikrettikleri şeyin lafzı, bu hadislerin uydurma olduğunu göstermektedir. Ashab-ı Kiram: Bizler Abdurrahman b. Avf için korkuyoruz, nasıl diyebilir? Malın helâl yoldan toplanmasının mubah olduğuna dair icma yok mudur? Mubah olmakla birlikte böyle bir korku nasıl açıklanabilir? Şeriat önce bir şeye izin, vermişken sonra da bundan dolayı cezayı öngörebilir mi? Bu gerçekten az bir kavrayış ve az bir fıkhın eseridir.</p>
<p>Diğer taraftan hiç Ebu Zerr Abdurrahman b. Avf'a karşı çıkar mı? Abdurrahman b. Avf, Ebu Zerr kendisine yaklaşamayacak kadar ondan hayırlıdır. Onun yalnızca Abdurrahman b. Avf ile bu açıdan ilgilenmesi, ashabı kiramın siretini gereği gibi tetkik etmediğinin delilidir. Çünkü Hz. Talha, her birisinde üç kantar bulunan üç yüz yük miras bırakmıştı. Ez-Zübeyr'in malı 250.000 (dirhem) idi. İbn Mes'ud geriye doksan bin (dirhem) bırakmıştı.</p>
<p>Ashab-ı kiramın pek çoğu mal kazanmış, bunları geriye bırakmıştı. Kimse de bunların bu yaptıklarına tepki göstermemişti. Onun: "Abdurrahman Kıyamet gününde emekleyerek gidecektir" demesine gelince; bu onun hadisi bilmediğinin delilidir. Kıyamet gününde Abdurrahman b. Avf'ın emeklemesini söylemekten Allah'a sığınırım. Ne dersiniz! İlk Müslümanlardan cennete gireceklerine dair şahitlik edilen on kişiden birisi, Bedir'e katılmış ve Hz. Ömer'in halifeyi tayin etmek üzere tesbit ettiği şura üyelerinden birisi emekler mi?</p>
<p>Ayrıca bu hadisi Umare b. Zazan rivayet etmektedir. Buhârî der ki: Kimi zaman onun rivayet ettiği hadisler muzdariptir. Ahmed der ki: Enes'ten pek çok münker hadis rivayet eder. Ebu Hatim er-Râzî de der ki: Onun rivayeti delil olmaz. Dârakutnî der ki: Zayıftır.</p>
<p>El-Muhasibî'nin: "Helal malı terk etmek toplamaktan daha faziletlidir" sözlerine gelince; durum hiç de öyle değildir. Toplama maksadı sahih olduğu takdirde; onu toplamanın ilim adamlarına göre daha faziletli olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur.</p>
<p>Said b. Müseyyeb şöyle derdi: Mal taleb etmeyende hayır yoktur. Mal ile borcunu öder ve yine onunla ırzını korur. Ölürse o malı kendisinden sonrakilere miras bırakır. İbn Müseyyeb geriye 400 dinar miras bırakmıştı. Süfyan es-Sevri, 200 dinar. <u>Süfyan şöyle derdi: Mal bu zamanda bir silahtır</u>.</p>
<p>Selef malı övüp durur ve karşı karşıya kalacakları sıkıntılar için fakirlere yardımcı olmak için mal toplarlardı. Aralarında bazılarının mal toplamaktan uzak durmaları, ibadetle uğraşmayı tercih etmelerinden dolayıdır. Bütün gayretlerini bu hususta bir araya toplamak istediklerinden dolayı da az mal ile kani olmuşlardır. Eğer bu kişi, şüphesiz az mal daha iyidir, deseydi haktan fazla uzaklaşmış olmazdı. Ancak o bu konuda söyledikleriyle günah işlemek mertebesine doğru yaklaşmıştır.</p>
<p>Derim ki: Malları korumaya ve onları görüp gözetmeye delil olan hususlardan birisi de malı korumanın ve mal için çarpışmanın mubah kılınmasıdır. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: <strong><em><span dir="RTL">مَنْ قُتِلَ دُونَ مَالِهِ فَهُوَ شَهِيد</span></em></strong> <strong><em>"Malı uğrunda öldürülen kişi şehittir."</em> </strong>(Kurtubi, Bakara 283) (DEVAM EDCEK İNŞAALLAH)</p>
<p> </p>
Ekleme
Tarihi: 10 Ekim 2017 - Salı
KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (14)
<p>Velayet ve keramet mevzuuna değinmişken, bu bölümde de, Şeyh ve Sofi ilişkilerine, bunların ibadette, muamelede, Vecd ve Semadaki davranışları hakkında vs. İmam Kurtubi’nin (rh.a) fikirlerine yer vermek istiyoruz.</p>
<p>Takip eden açıklamalardan da müşahede edeceğimiz gibi, İmam Kurtubi’nin (rh.a) tenkit veya red ettiği, bazı cahil Şeyh ve Sofi’lerdir. Bunların fikir ve davranışlarının Kur’an ve Sünnete muhalif olduğu, dolayısıyla İslam inancı çerçevesinin dışına çıktıklarından, bunların insanların inancında tahribata sebebiyet verdiği ve genelde de İslam inancının yanlış algılanmasına yol açtığı aşikârdır. Günümüzde de müşahede ettiğimiz gibi, Kuran ve Sünnetle hiç alakası olmayan, hatta bırakın Kur’anı kerimin anlamını, Kuran-ı kerimi yüzünden okumasını bilmeyen nice şeyh ve mürit geçinen cahilleri görmekteyiz. Hatta bunların bazıları Allah’tan (c.c) vahi aldıklarını (peygamber olduklarını) iddia etmektedirler. Hâlbuki şu Ayet-ı kerime ile son Peygamberin Hz. Muhammed olduğu sabittir: <strong><span dir="RTL">مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ <u>وَلٰـكِنْ رَسُولَ</u> <u>اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّٖنَ</u> وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَیْءٍ عَلٖيمًا </span> “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. <u>Fakat o, Allah’ın Resûlü ve nebîlerin sonuncusudur</u>. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” </strong>Bu acınası durumda olmamızın yegâne sebebide, dinimizden bihaber olmamızdır. Dolayısıyla bu sahtekâr insanların peşine düşmek suretiyle hem dünyamızı ve hemde ahiretimizi heba ediyoruz.</p>
<p>İşte İmam Kurtubi’nin mevzuya bahis ettiği sahte şeyh ve onlara kanıp onların peşinden giden zavallı sofileridir. Yoksa gerçek Veli ve Zahidlerin herhangi bir şekilde tenkidi veya reddi söz konusu değildir.</p>
<p>İmam Kurtubi (rh.a), Tasavvufi tefsir´in önderlerinden olan Ebû Muhammed Sehl et-Tüsterî, Ebû Abdurrahman Muhammed es-Sülemî, keza onun öğrencisi olan Ebû Nasr Abdulkerim el-Kuşeyrî gibi mutasavvıf âlimlerden görüşler nakleder. Bu görüşler arasında Kur´ân ve Sünnete uygun kanaatleri herhangi bir eleştiriye tabi tutmadan nakletmekle birlikte, bahusus kimi zaman cahil bulduğu bazı mutasavvıf ve Sofi kesimlere değinerek, onların yanlış kanaatlerine temas eder ve bu kanaatlerini Kur´ân ve Sünnete uygun olmadıkları gerekçesi ile tenkit ve yerine göre reddeder.</p>
<p>İmam Kurtubî´nin (rh.a) reddettiği ve kabul etmediği tasavvufi yaklaşımlar, Kur´ân ve Sünnetin çerçevesinde yer almayan yaklaşımlardır. Herhangi bir şekilde Kur´ân ve Sünnete, isnat edilmeyen tutum ve davranışları reddeder. Bu tutum ve davranışların, ileri gelen şahsiyetler tarafından benimsenmiş ve yaygınlaştırılmış olması, onun bunları benimsemeyip reddetmesinde bir engel teşkil etmez. Zira Kurtubî, her Müslümanın sahip olması gereken şu esas ilkeyi her zaman için titizlikle göz önünde bulundurmuştur:</p>
<p>İmam Kurtubi’ye göre, Kimin görüşü olursa olsun, (Mezhep imamları dâhil olmak üzere) naslara (Kur’an ve Sünnete) aykırı olduğu takdirde her görüş red edilmelidir. Her zaman için nasların benimsendiği görüşü tercih etme gayretini ortaya koyan Kurtubî, naslara uygun olmayan görüş ve kanaatleri reddetmeye çalışır.</p>
<p>Bunlara dair örnekleri Kurtubî’nin kendi Tefsiri"nden ele almaya çalışalım:</p>
<p><strong>1) Mahlûk’a secde:</strong> İmam Kurtubî, cahil mutasavvıfların, şeyhlerinin huzuruna girdikleri vakit önlerinde eğilmek, secde etmek gibi yanlış tutumlarının hiçbir şekilde doğru olamayacağını, şeyh-mürid ilişkisindeki yanlışlıkların düzeltilmesi gerektiğine dair Bakara suresinin 34. Ayetinin 4. Bölümün tefsirinde şunları söylemektedir:</p>
<p>Çoğunluğun kabul ettiği görüşe göre, Rasulullah (s.a.v)'ın dönemine kadar yaratıklara da secde etmek mubah idi. Ashabı; ağaç ve deveye sec­de edildiğinde Rasulullah'a şöyle demişlerdi: Ağaçtan ve ürküp kaçan deveden sana secde et­meye biz daha layığız. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Âlemlerin Rabbi olan Allah'tan başka hiçbir kimseye secde edilmemelidir."</p>
<p>Konu ile alakalı İbn Mace Sünen'inde, el-Büstî de Sahih'inde Ebû Vakid'in şöyle dediğini rivayet etmektedirler:</p>
<p><em><span dir="RTL">لَمَّا قَدِمَ مُعَاذُ بْنُ جَبَلٍ مِنَ الشَّامِ سَجَدَ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : ( مَا هَذَا ؟ ) فَقَالَ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، قَدِمْتُ الشَّامَ فَرَأَيْتُهُمْ يَسْجُدُونَ لِبَطَارِقَتِهِمْ وَأَسَاقِفَتِهِمْ ، فَأَرَدْتُ أَنْ أَفْعَلَ ذَلِكَ بِكَ ، قَالَ : فَلَا تَفْعَلْ فَإِنِّي لَوْ أَمَرْتُ شَيْئًا أَنْ يَسْجُدَ لِشَيْءٍ لَأَمَرْتُ الْمَرْأَةَ أَنْ تَسْجُدَ لِزَوْجِهَا لَا تُؤَدِّي الْمَرْأَةُ حَقَّ رَبِّهَا حَتَّى تُؤَدِّيَ حَقَّ زَوْجِهَا </span></em> </p>
<p><em>Muaz b. Cebel, Şam'dan gelince Rasulullah (s.a.v)'ın önünde secdeye kapandı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v): "Bu da ne oluyor?" deyince Muaz şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü, ben Şam'a vardım, baktım ki onlar yüksek kumandanlarına ve büyük din adamlarına secde ediyorlar, ben de bu işi sana yapmak istedim. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Hayır, böyle birşey yapma, çünkü ben herhangi bir şeyin herhangi bir şeye secde etmesini emredecek olursam, kadına kocasına secde etmesini emrederdim. Kadın kocasının hakkını yerine getirmedikçe Rabbinin hakkını yerine getir­miş olmaz</em>.</p>
<p>Hadisin Muaz (r.a) yoluyla gelen rivayetlerinin birisinde de şöyle denilmektedir: Hz. Peygamber insanlara secde etmeyi ya­sakladı ve buna karşılık musafaha yapmayı emretti.</p>
<p>Derim ki: Sofilerin cahilleri; semaları, şeyhlerinin huzuruna girmeleri ve istiğfarda bulunmaları esnasında yapılması yasaklanan bu şekilde secde et­meyi adet haline getirmişlerdir. Onlardan herhangi birisi kendinden geçip cez­be haline geldiğinde, iddiasına göre daha kıdemli olanların önünde secde edermiş. Ancak bu onun bilgisizliğinden dolayıdır. Bilgisizliğinden dolayı kıb­leye doğru mu başka tarafa doğru mu secde ettiğine de dikkat etmez. On­ların bu şekildeki amelleri bir sapıklıktır ve boşa çıkmıştır. (Kurtubi, Bakara 34)</p>
<p>Yukarıya taşıdığımız Hadis’in metninden de anlaşılacağı üzere hadisin asıl maksadı Allah'tan (c.c) başkasına secde edilemeyeceği ile alakalıdır. Bu Hadis-i şerifle Peygamberimiz (s.a.v), kocanın kadın üzerindeki hakkının da önemine vurgu yapmıştır. Zira Koca ailenin geçimini sağlamakla görevlendirildiği gibi, aileyi koruma, kollama ve idare etmeden de sorumlu olduğu için, ailenin reisi konumundadır. Bundan dolayı Peygamberimiz (s.a.v) kocaya itaatı elzem görmüşlerdir.</p>
<p>Esasında bu Hadis-i şerifte geçen “kadının erkeğe itaatı” Nisa Suresinin 34. Ayet’inin buyurduğunun gereği oalarak telakki edilmelidir. Peygamberimiz (s.a.v) bu Ayet-i kerimeyi bu Hadis-i şerifle açıklamıştır. Ayet-i kerime şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ</span> “Erkekler kadınlar üzerine yöneticidirler (kavvâmdırlar). Bu , Allah'ın bazılarını bazılarına üstün kılmış olmasından ve erkek­lerin mallarından infak etmelerinden dolayı böyledir. Salih kadın­lar itaatli olan ve Allah'ın koruduğu gizlilikleri koruyanlardır.</strong></p>
<p>Ayet-i kerimede Yüce Allah'ın: "Erkekler kadınlar üzerine yöneticidirler" demesi, erkekler kadınların nafakalarını sağlar, onları gereği gibi korur ve himaye ederler demektir. Kavvam ve Kayyım (yönetici ve işleri çekip çeviren) ifa­deleri aynı anlamda kullanılır. Erkeğin bu yükümlülüklerine karşılıkta kadının erkeğe itaati emretmektedir. Ma’siyet bunun dışındadır. Zira Hiçbir kimseye haksız olan, meşru olmayan emir ve isteklerinde itaat edilmez</p>
<p><strong>2) Helalinden Mal ve Mülk edinme:</strong> İmam Kurtubi, Zahidlerin <u>mala ve servete</u>, bunların şer'î ölçüler içerisinde korunup geliştirilmesine dair kanaatlerini, bu kanaatleri savunan cahil mutasavvıf ve zahidleri eleştirmekle birlikte, Ebû'l-Ferec el-Cevzî'den de nakil ile bir takım ilim adamlarının da bu tuzağa düşmüş olduklarına dikkat çeker. Ve konu ile ilgili ileri sürülen aslı astarı olmayan rivayetleri ele alan, bu maksatla el-Muhasibî'nin konu ile ilgili naklettiği bir olayı Ebû Hâmid (el-Gazzâlî)'nin de nakletmek suretiyle bir hataya düşmüş olduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla mutasavvıf ve zahidlerin söylemlerini ve anlattıklarını her zaman için ilmi bir süzgeçten geçirilmesi gerektiğine, Bakara suresinin 283.ayetinin son babında şöyle izah etmektedir:</p>
<p>Yüce Allah'ın, yazışmayı, şahit tutmayı, rehin almayı emretmiş olması, malların korunması ve artırılmasına gereken riayetin gösterilmesi için kat'î bir nastır. Bunun böyle olmadığı görüşünde olan cahil ve tıpkı davar güdenlere benzeyen mutasavvıflara bir reddiyedir. Bunlar bütün mallarını elden çıkarır, kendilerine, ailelerine yetecek kadarını elde tutmazlar.</p>
<p>Diğer taraftan kendisi muhtaç olup ailesi fakir olunca, ya kardeşlerin minnetlerine ve sadakalarına maruz kalır yahut da dünya ehli kimselerden ve bunların zalimlerinden ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kalır. Bu ise yerilmiş ve yasaklanmış bir fiildir.</p>
<p>Ebu'l-Ferec el-Cevzî der ki: Ben bilgisi kıt ve zahid geçinen kimselerin bu tür faaliyetlerde bulunmalarına şaşmıyorum. Asıl belli bir ilim ve akla sahip birtakım kimselerin şeriata ve akla zıt olmakla birlikte bu işi teşvik etmelerine, bunu emretmelerine şaşıyorum.</p>
<p>El-Muhasibî bu konuda uzun uzun sözler nakleder. Ebu Hamid et-Tusî de onun bu konudaki görüşlerini metheder, onu destekler. Bana göre Haris el-Muhasibî, Ebu Hamid'e göre daha çok mazur görülebilir. Çünkü Ebu Hamid daha fakih idi. Ancak onun tasavvufa girmesi, girip kabul ettiği şeye yardımcı olmasını gerektirmiştir. El-Muhasibî bu konuda uzun açıklamaları arasında şunları söyler: Bana ulaştığına göre, Abdurrahman b. Avf vefat edince, Rasûlullah (s.a.v)'ın ashabından bazıları şöyle dedi: Terkettikleri şeyler (Geride bıraktığı mallar) hakkında Abdurrahman için korkuyoruz. Ancak Ka'b (el-Ahbâr) şöyle dedi: Subhanallah, Abdurrahman için ne diye korkuyorsunuz? Helâlden kazandı, güzel bir şekilde infak etti ve helâl şeyler bıraktı.</p>
<p>Bu sözler, Ebu Zerr'e ulaşınca, Ka'b'ı görmek kasdı ile kızgınlıkla dışarı çıktı. Yolda bir devenin çene kemiğini gördü, onu eline aldı. Sonra Ka'b'ı aramaya koyuldu. Ka'b'a: Ebu Zerr seni arıyor denilince çıkıp kaçtı.</p>
<p>Nihayet, Ka'b Hz. Osman'ın yanına çıktı, ondan himaye edilmeyi istedi ve durumu ona bildirdi. Ebu Zerr ise Ka'b'ı takip edip duruyordu. Nihayet Hz. Osman'ın evine ulaştı. İçeri girince Ka'b kalkıp Ebu Zerr'den kaçarak Hz. Osman'ın arkasına oturdu. Ebu Zerr ona: Ey yahudi kadının oğlu! Sen Abdurrahman'ın geriye bıraktığı şeyler dolayısıyla onun için bir mahzur olmadığını mı ileri sürüyorsun? And dolsun ki Rasûlullah (s.a.v) bir gün dışarı çıktı ve şöyle dedi: <em><span dir="RTL">الْأَكْثَرُونَ هُمُ الْأَقَلُّونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِلَّا مَنْ قَالَ هَكَذَا </span></em><span dir="RTL">وَهَكَذَا </span><em>"Malları pek çok olanlar Kıyamet gününde pek az olacaklardır. Ancak şöyle ve şöyle diyenler (ve servetini infak edenler) müstesna."</em></p>
<p>El-Muhasibî der ki: İşte Abdurrahman b. Avf, faziletine rağmen Kıyamet gününde helâlden kazandıkları dolayısıyla Arafat'ta durdurulacaktır. Bunların iffetlerini korumak ve iyilikler yapmak için mal elde etmeleri, fakirlerle birlikte cennette yürümelerine engel olmuştur. Onların ardından emekleyerek gitmek zorunda kalmışlardır (der) ve buna benzer diğer sözleri...</p>
<p>Bunları Ebu Hamid zikrettikten sonra bu sözleri takdir eder ve Sa'lebe hadisiyle de güçlendirir. Sa'lebe'ye mal ihsan edildiğini fakat onun da zekât vermediğini kaydeder. Ebu Hamid der ki: Peygamberlerin ve velilerin hallerini sözlerini tetkik eden bir kimse mala sahip olmamanın, malın varlığından daha faziletli olduğunda şüphe etmez. İsterse bu var olan mal hayırlı yollarda harcansın. Çünkü malın en asgarî hali, o malı yoluna koymak için kalbin onunla uğraşması ve Allah'ın zikrinden uzak durmasıdır. O bakımdan müridin, elinde zarurî olan miktarı dışında hiçbir mal kalmayacak şekilde malını elinden çıkarması gerekir. Çünkü elinde bir dirhem kaldığı sürece kalbi ona meyil eder ve onun kalbi böylelikle yüce Allah'tan perdelenmiş olur.</p>
<p>El-Cevzî der ki: İşte bütün bunlar şeriata da akla da muhaliftir. Maldan kastın ne olduğunun yanlış anlaşıldığını ortaya koymaktadır. Hâlbuki Allah malı şereflendirmiş, kadrini yüceltmiş, korunmasını emretmiştir. Zira Allah Teâlâ malı Âdemoğlunun hayatını ayakta tutan bir unsur kılmıştır. Şerefli Âdemoğlunu ayakta tutacak konuma getirdiği şey de elbette ki şereflidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">وَلَا تُؤْتُوا السُّفَهَاءَ أَمْوَالَكُمُ الَّتِي جَعَلَ اللَّهُ لَكُمْ قِيَامًا</span></strong> <strong>"Allah'ın, sizi başına diktiği mallarınızı beyinsizlere vermeyin."</strong> (Nisâ 5). Yine yüce Allah, malın reşid olandan başkasına teslim edilmesini şu buyruğuyla yasaklamaktadır: <strong><span dir="RTL">فَإِنْ آنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْدًا فَادْفَعُوا إِلَيْهِمْ أَمْوَالَهُم</span></strong> <strong>"Şayet onlarda bir reşitlik görürseniz mallarını onlara teslim edin."</strong> (Nisâ 6)</p>
<p>Peygamber (s.a.v) da malın zayi edilmesini nehyetmiştir.</p>
<p>Hz. Sa'd'e de şöyle demiştir: <em><span dir="RTL">إِنَّكَ أَنْ تَذَرَ وَرَثَتَكَ أَغْنِيَاءَ خَيْرٌ مِنْ أَنْ تَذَرَهُمْ عَالَةً يَتَكَفَّفُونَ النَّاسَ</span></em> <em>"Şüphesiz ki senin, mirasçılarını zengin bırakman onları insanlara avuç açacak şekilde fakir bırakmandan daha hayırlıdır.”</em></p>
<p>Yine Hz. Peygamber: <em><span dir="RTL">مَا نَفَعَنِي مَالٌ كَمَالِ أَبِي بَكْرٍ</span></em> <em>"Ebu Bekir'in malı gibi bana hiçbir malın faydası dokunmamıştır" diye buyurmuştur.</em></p>
<p>Amr b. el-As'a da şöyle demiştir: "<em><span dir="RTL"> نِعْمَ الْمَالُ الصَّالِحُ لِلرَّجُلِ الصَّالِحِ</span></em> <em>“Salih olan mal Salih olan adama ne güzel yakışır.”</em></p>
<p>Ayrıca Hz. Enes'e dua etmiş ve duasının sonunda şöyle buyurmuştur: <em><span dir="RTL">اللَّهُمَّ أَكْثِرْ مَالَهُ وَوَلَدَهُ وَبَارِكْ لَهُ فِيهِ</span></em> . <em>"Al­lah'ım ona çokça mal ve evlat ver ve bunları ona mübarek kıl."</em></p>
<p>Ka'b: Ey Allah'ın Rasûlü! Benim tevbemin bir bölümü de Allah'a ve Rasûlüne sadaka olmak üzere malımı bütünüyle elimden çıkarmaktır dedi. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: <em><span dir="RTL">أَمْسِكْ عَلَيْكَ بَعْضَ مَالِكَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكَ ُ</span></em> <em>"Malının bir kısmını elinde tut. Böylesi senin için daha hayırlıdır. " </em></p>
<p>El-Cevzî der ki: Bu hadisler sahih kitaplarda rivayet edilmiştir ve bunlar mutasavvıfların malı çoğaltmanın bir hicap ve bir ceza olduğu ve malı elde tutmanın tevekküle aykırı olduğu şeklindeki kanaatlerine muhaliftir. Mal fitnesinden korkulduğu inkâr olunamaz. Pek çok kimsenin bu korku dolayısıyla maldan uzak durdukları, malın uygun yoldan toplamanın çok nadir görüldüğü, kalbin mal fitnesinden uzak durmasının az olduğu, malın varlığı ile birlikte kalbin ahireti hatırda tutmasının nadir görüldüğü inkâr olunamaz. İşte bundan dolayı mal fitnesinden korkulmuştur.</p>
<p>Mal kazanmaya gelince; helâl yoldan ihtiyaç kadarını kazanmakla yetinmek kaçınılmaz bir iştir. Yine helâl yoldan mal toplamak ve malı çoğaltmak maksadını güdenin ise, maksadına bakılır. Eğer bununla övünmeyi, başkalarına karşı iftihar etmeyi kastetmiş ise, bu çok kötü bir maksattır. Şayet kendisinin ve aile halkının iffetini koruyup kendisinin ve onların karşı karşıya kalacakları sıkıntılı zamanlar için saklayacak olursa, kardeşlerinin darlıklarını genişletmek, fakirleri zengin kılmak, türlü menfaatleri yapmak kastı ile bu işi yaparsa, bu maksadı dolayısıyla ona sevap verilir. Bu niyet ile onun mal toplaması pek çok itaatten daha faziletlidir.</p>
<p>Ashab-ı kiramın büyük bir çoğunluğunun mal toplama hususundaki niyetleri, bu konudaki maksatları güzel olduğundan dolayı kötülükten uzaktır. O bakımdan mala karşı tutkuları vardı ve mallarının artırılmasını dilemişlerdir. Peygamber (s.a.v) ez-Zübeyr'e atının koşabildiği kadar bir yeri ikta olarak verince atını koşturdu, nihayet atı durunca ayağa kalktı, sonra da kamçısını ileri attı, Hz. Peygamber de: <em><span dir="RTL">أَعْطُوهُ حَيْثُ بَلَغَ سَوْطُهُ</span></em> <em>"Kamçısının ulaştığı yere kadarını ona veriniz"</em> diye buyurdu.</p>
<p>Sa'd b. Ubade de duasında: Allah'ım, bana genişlik ver, derdi. Hz.Yusuf'un kardeşleri de: <strong><span dir="RTL">وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَعِير</span></strong> <strong>"Bir deve yükü de fazladan zahire alırız"</strong> (Yusuf 65) demişlerdi. Hz. Şuayb da Hz. Musa'ya: <strong><span dir="RTL">فَإِنْ أَتْمَمْتَ عَشْرًا فَمِنْ عِنْدِكَ</span></strong> <strong>"Şayet on yıla tamamlarsan o senin iyiliğindendir."</strong> (Kasas 27) demişti. Hz. Eyyub'a da afiyet (Sağlık) verilince büyük bir kitle halinde altından çekirgeler saçılmıştı. O da elbisesine doldurdukça doldurmaya çalıştı. Ona: Doymadın mı denilince: Rabbim hiç fakir senin lütfundan doyar mı? Demişti. Bu, insan tabiatında yer etmiş olan bir husustur.</p>
<p>El-Muhasibî'nin sözlerine gelince; bu bilgisizliğe delalet eden bir hatadır. Ka'b ve Ebu Zerr ile ilgili naklettiği hadise gelince; bu imkânsız ve saçmadır. Cahillerin uydurmasıdır. O kafileye (mutasavvıflara) katıldığı için bu hadisin sahih olmadığını bilememiştir. Rivayet tariki sabit olmamakla birlikte kısmen rivayet edilmiştir. Çünkü onun senedinde İbn Lehia vardır İbn Lehia da tenkid edilmişir.</p>
<p>Yahya bu Hadis delil olmaz demiştir. Tarihî bakımdan sahih olan ise Ebu Zerr'in hicri 25 yılında vefat ettiği, Abdurrahman b. Avf'ın ise 32 hicri yılında vefat ettiğidir. Buna göre Abdurrahman b. Avf, Ebu Zerr'den yedi yıl daha fazla yaşamış bulunmaktadır.</p>
<p>Diğer taraftan onların hadis diye zikrettikleri şeyin lafzı, bu hadislerin uydurma olduğunu göstermektedir. Ashab-ı Kiram: Bizler Abdurrahman b. Avf için korkuyoruz, nasıl diyebilir? Malın helâl yoldan toplanmasının mubah olduğuna dair icma yok mudur? Mubah olmakla birlikte böyle bir korku nasıl açıklanabilir? Şeriat önce bir şeye izin, vermişken sonra da bundan dolayı cezayı öngörebilir mi? Bu gerçekten az bir kavrayış ve az bir fıkhın eseridir.</p>
<p>Diğer taraftan hiç Ebu Zerr Abdurrahman b. Avf'a karşı çıkar mı? Abdurrahman b. Avf, Ebu Zerr kendisine yaklaşamayacak kadar ondan hayırlıdır. Onun yalnızca Abdurrahman b. Avf ile bu açıdan ilgilenmesi, ashabı kiramın siretini gereği gibi tetkik etmediğinin delilidir. Çünkü Hz. Talha, her birisinde üç kantar bulunan üç yüz yük miras bırakmıştı. Ez-Zübeyr'in malı 250.000 (dirhem) idi. İbn Mes'ud geriye doksan bin (dirhem) bırakmıştı.</p>
<p>Ashab-ı kiramın pek çoğu mal kazanmış, bunları geriye bırakmıştı. Kimse de bunların bu yaptıklarına tepki göstermemişti. Onun: "Abdurrahman Kıyamet gününde emekleyerek gidecektir" demesine gelince; bu onun hadisi bilmediğinin delilidir. Kıyamet gününde Abdurrahman b. Avf'ın emeklemesini söylemekten Allah'a sığınırım. Ne dersiniz! İlk Müslümanlardan cennete gireceklerine dair şahitlik edilen on kişiden birisi, Bedir'e katılmış ve Hz. Ömer'in halifeyi tayin etmek üzere tesbit ettiği şura üyelerinden birisi emekler mi?</p>
<p>Ayrıca bu hadisi Umare b. Zazan rivayet etmektedir. Buhârî der ki: Kimi zaman onun rivayet ettiği hadisler muzdariptir. Ahmed der ki: Enes'ten pek çok münker hadis rivayet eder. Ebu Hatim er-Râzî de der ki: Onun rivayeti delil olmaz. Dârakutnî der ki: Zayıftır.</p>
<p>El-Muhasibî'nin: "Helal malı terk etmek toplamaktan daha faziletlidir" sözlerine gelince; durum hiç de öyle değildir. Toplama maksadı sahih olduğu takdirde; onu toplamanın ilim adamlarına göre daha faziletli olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur.</p>
<p>Said b. Müseyyeb şöyle derdi: Mal taleb etmeyende hayır yoktur. Mal ile borcunu öder ve yine onunla ırzını korur. Ölürse o malı kendisinden sonrakilere miras bırakır. İbn Müseyyeb geriye 400 dinar miras bırakmıştı. Süfyan es-Sevri, 200 dinar. <u>Süfyan şöyle derdi: Mal bu zamanda bir silahtır</u>.</p>
<p>Selef malı övüp durur ve karşı karşıya kalacakları sıkıntılar için fakirlere yardımcı olmak için mal toplarlardı. Aralarında bazılarının mal toplamaktan uzak durmaları, ibadetle uğraşmayı tercih etmelerinden dolayıdır. Bütün gayretlerini bu hususta bir araya toplamak istediklerinden dolayı da az mal ile kani olmuşlardır. Eğer bu kişi, şüphesiz az mal daha iyidir, deseydi haktan fazla uzaklaşmış olmazdı. Ancak o bu konuda söyledikleriyle günah işlemek mertebesine doğru yaklaşmıştır.</p>
<p>Derim ki: Malları korumaya ve onları görüp gözetmeye delil olan hususlardan birisi de malı korumanın ve mal için çarpışmanın mubah kılınmasıdır. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: <strong><em><span dir="RTL">مَنْ قُتِلَ دُونَ مَالِهِ فَهُوَ شَهِيد</span></em></strong> <strong><em>"Malı uğrunda öldürülen kişi şehittir."</em> </strong>(Kurtubi, Bakara 283) (DEVAM EDCEK İNŞAALLAH)</p>
<p> </p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.