HASİP TAYLAN
Köşe Yazarı
HASİP TAYLAN
 

KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (2)

<p><strong><u>Yaratılış hikmeti ve D&uuml;nya hayatının gayesi:</u></strong></p> <p>Allah&rsquo;ın (c.c) kendisini gizlemiş olması ve eserlerinin kendisi tarafından tezah&uuml;r&uuml; ile kendisini bu şekilde eserlerine tanıtması, ul&ucirc;hiyetin hikmetlerindendir. Yani eserin, Rabbini, kendi varlığı ile keza kendisi gibi yaratılanların var olması ile tanımasıdır. Muhyiddin-i Arabi (F&uuml;tuhatı mekkiye sayfa 103) , Abdulkerim Ciyli (El insan&uuml;l k&acirc;mil sayfa 39), Diyauddin Nakşibendi (Camiul Usul, sayfa 27), İmam-i Şarani (Tabakat&uuml;l-Kubra, sayfa 526) gibi tasavvuf ehli nezdinde makul bir hadis olarak kabul edilen ve her fırsatta yazdıkları eserlerinde yer verdikleri,<strong><span dir="RTL"> مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ&nbsp; </span></strong>&nbsp;&nbsp;<strong>&ldquo;Kim nefsini tanırsa Rabbini de tanır.&rdquo;</strong> Hadisi bu hususu &ccedil;ok veciz bir şekilde a&ccedil;ıklamaktadır. Binaenaleyh; İbn-i Teymiye ve İmam Nevevi gibi bazı ulema bu hadisin sıhhatinde ş&uuml;phe olduğu kanaatindedirler. Ki İmam Suy&ucirc;t&icirc;&rsquo;nin &ldquo;El-H&acirc;v&icirc; lil-Fet&acirc;v&acirc;&rdquo; adlı eserinin El-Fetavatussufiye babında, İmam Zerkeşi&rsquo;nin &ldquo;El Ehadisil Meşhura&rdquo;&rsquo;da buna temas ettiğini ve İbn Sem&rsquo;anın bu s&ouml;z&uuml;n Yahya bin Muaz El Razi&rsquo;nin s&ouml;z&uuml; olduğunu ifade etmektedir.</p> <p>H&uuml;lasa; Yahya bin Muaz El Razi (rh.a) gibi b&uuml;y&uuml;k mutasavvıf ve &acirc;limin s&ouml;z&uuml; de olsa, Kur&rsquo;an ve S&uuml;nnete uygun ve &ccedil;ok doğru bir s&ouml;zd&uuml;r. Nitekim Allah (c.c) yaratılış gayesini ve dolayısıyla hikmetini şu Ayet-i kerimede buyurduğu gibi: <strong><span dir="RTL">وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ</span>&nbsp; &ldquo;Ben Cinleri ve İnsanları Bana kulluk etsinler diye yarattım.&rdquo; </strong>diye beyan etmektedir<strong> (</strong>Zariyat 56).</p> <p>Yani; Cinler ve insanlar beni bilsinler, tanısınlar ve bunun sonucu ve gereği olan emirlerime itaat etmek ve nehiylerimden sakınmak suretiyle, D&uuml;nya hayatında Salih ameller işlemekle benim rızama nail olarak, d&uuml;nyayı kendilerini Cehenneme g&ouml;t&uuml;recek meta olmaktan &ccedil;ıkarıp Cennet&rsquo;e g&ouml;t&uuml;ren bir vasıtaya &ccedil;evirsinler.</p> <p>Bu Ayet-i kerime ile alakalı olarak M&uuml;cahidi ş&ouml;yle der: &ldquo;Ancak Beni bilip tanısınlar diye cinleri ve insanları yarattım&rdquo; şeklinde a&ccedil;ıklamıştır. Es-Saleb&icirc;; Bu g&uuml;zel bir a&ccedil;ıklamadır, demiştir. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; y&uuml;ce Allah onları yaratmamış olsaydı, O&#39;nun varlığı ve tevhidi bilinmezdi. (Kurtubi tfsr., Zariyat 56)</p> <p>Keza b&uuml;y&uuml;k mutasavvıf Muhyiddin-i Arabi&rsquo;nin (k.s) dediği gibi: &ldquo;rızk verilenler olmadık&ccedil;a rızk vericiliğin, bilinen olmadıktan sonra bilenin, yaşayanlar olmadıktan sonra yaşatanın anlamı kalmaz.&rdquo;</p> <p>Ayet (Zariyat 56) metninde &ouml;nce cin, sonra da insanlardan bahsedilmiştir. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; cinler varlık bakımından insanlardan &ouml;ncedir. Yani Cinler İnsanlardan &ouml;nce yaratılmışlar ve yery&uuml;z&uuml;n&uuml;n ilk mamurları olmuşlardır. Ayrıca Fahreddin Razi&rsquo;nin ilgili Ayet&rsquo;in tefsirinde; Cinlerin insanlardan daha fazla m&uuml;nkirleri olduğunu zikredilmektedir. Melekleri Cehab-i Hak bu ayette zikretmemektedir. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; meleklerin ibadet etmesi zaten teslim edilen bir durumdur. Yani Meleklerin Allah&rsquo;ın (c.c) emrinden &ccedil;ıkmamaları ve O&rsquo;na ibadet dışında herhangi bir m&uuml;kellefiyetleri yoktur.</p> <p>Burada bilin&ccedil; sahibi ve m&uuml;kellef olan insan ve cinlerin kendilerini ve varlıkları idrak etmek suretiyle, bizzat şehadet &acirc;lemindekileri g&ouml;rmeleri, bilmeleri ve tanımaları, dolayısıyla bu mevcudat vasıtasıyla şehadet &acirc;leminde bizzat ve direkt g&ouml;remedikleri Yaratıcıyı bilmeleri ve tanımaları noktasında, yukarıda ge&ccedil;en&nbsp; <strong>&ldquo;Kim nefsini tanırsa Rabbini de tanır.&rdquo; </strong>Hadis-i veya veciz s&ouml;z&uuml; &ccedil;ok yerinde ve aydınlatıcıdır. B&ouml;ylelikle şehadet &acirc;leminde bizzat m&uuml;şahede edemediğimiz Z&uuml;l-Celal&rsquo;i (c.c), yaratmış olduğu eserleri ile bilmiş ve tanımış oluyoruz.</p> <p>Nitekim bu şehadet &acirc;leminde Allah&rsquo;ı (c.c) zatı ile m&uuml;şahede etmek m&uuml;mk&uuml;n olmadığı hususunu, Hz. Musa&rsquo;nın (a.s) Sina dağında Allah&rsquo;la (c.c) konuştuğu esnada zatını g&ouml;rme arzusunu dile getirmesi neticesini şu Ayet-i kerimede m&uuml;şahede edebiliyoruz: <strong><span dir="RTL">وَلَمَّا جَاءَ مُوسٰى لِمٖيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ اَرِنٖى اَنْظُرْ اِلَيْكَ قَالَ لَنْ تَرٰینٖى وَلٰـكِنِ انْظُرْ اِلَى الْجَبَلِ فَاِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرٰینٖى فَلَمَّا تَجَلّٰى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسٰى صَعِقًا فَلَمَّا اَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ اِلَيْكَ وَاَنَا اَوَّلُ الْمُؤْمِنٖينَ</span>&nbsp; &ldquo;Musa belirlediğimiz vakitte geldiğinde ve Rabbi onunla konuştu. Musa : &laquo;Ey Rabbim !&raquo; dedi, &laquo;kendini bana g&ouml;ster de sana bakayım&raquo;. Rabbi ona: &laquo;Sen elbette beni g&ouml;remezsin. Lakin dağa dikkatle bak, eğer yerinde durursa beni g&ouml;rebileceksin demektir,&raquo; buyurdu. Rabbi dağa tecelli edince onu param par&ccedil;a etti ve Musa da bayılıp d&uuml;şt&uuml;. Kendine gelince, &laquo;Seni tenzih ve tespih ederim. Sana t&ouml;vbe ile y&ouml;neldim ve ben M&uuml;minlerin ilkiyim&raquo; dedi.&rdquo; </strong>(A&rsquo;raf 143)</p> <p>Bu Ayet-i kerimede Hz. Musa (a.s), Allah (c.c) ile konuşmak i&ccedil;in Sina dağına gitmiş ve orada Allah Te&acirc;l&acirc; kendisiyle konuşmuştur. Kendisini konuşmanın havasına kaptıran Hz. Musa, Allah Te&acirc;l&acirc;&rsquo;dan, kendisini g&ouml;stermesini istemiştir. Allah Te&acirc;l&acirc; da ona cevap vererek: &quot;Sen bu d&uuml;nya hayatında beni asla g&ouml;remezsin. Fakat sen şu dağa bak. Eğer o dağ, beni g&ouml;rmeye tahamm&uuml;l edip yerinde durabilirse sen de beni g&ouml;rebilirsin.&quot; demiştir. Allah, dağa g&ouml;r&uuml;n&uuml;nce onu yerle bir etti. Musa da bayılıp yere d&uuml;şt&uuml;. Ayılınca dedi ki: &quot;Ey Allah&#39;ım, ben seni, d&uuml;nyada herhangi bir kimsenin g&ouml;rebileceğinden tenzih ederim. Seni g&ouml;rmek istememden dolayı sana t&ouml;vbe ederim. Ben, İsrail oğullarından, senin, d&uuml;nyada g&ouml;r&uuml;lemeyeceğine iman edenlerin ilkiyim.&quot; dedi.</p> <p>Hz. Musa (a.s) zaten inanan biri olduğuna g&ouml;re, &quot;Ey Allah&#39;ım, ben seni, d&uuml;nyada herhangi bir kimsenin g&ouml;rebileceğinden tenzih ederim. Seni g&ouml;rmek istememden dolayı sana t&ouml;vbe ederim. Ben, İsrail oğullarından, senin, d&uuml;nyada g&ouml;r&uuml;lemeyeceğine iman edenlerin ilkiyim.&quot; dediği bu s&ouml;z&uuml;, o&#39;nun sadece Allah&#39;ın varlığına olan inancını değil, fakat daha &ccedil;ok, Allah&#39;ın insan tarafından g&ouml;r&uuml;lemezliği konusunda vardığı inancı dile getiriyor (İbni &lsquo;Abbas&#39;tan rivayetle ibni Kes&icirc;r tfsr.).</p> <p>Yakın &ccedil;ağımızın &ouml;nemli filozoflarından ve modern felsefenin kurucusu olarak kabul edilen Fransız Descartes&rsquo;in (31 Mart 1596-11 Şubat 1650)&nbsp; &ldquo;D&uuml;ş&uuml;n&uuml;yorum &ouml;yle ise varım&rdquo; s&ouml;z&uuml; &ccedil;ok anlamlıdır kanaatindeyim. Yani bilin&ccedil;li bir varlık olarak d&uuml;ş&uuml;nebilmekte ve dolayısıyla kendisinin var olduğunu bu sayede idrak ve ispat etmektedir. Bunu daha da geniş kapsamlı m&uuml;talaa edersek, varlıkların mevcudiyeti, bir var edenin varlığını gerektirir. Bu var edende biz m&uuml;minlerin inancına g&ouml;re her şeyi yoktan yaratan Allah&rsquo;tır (c.c).&nbsp;</p> <p>İşte Allah&rsquo;ı (c.c) tanımanın ve bilmenin nasıl olacağı sorusuna yukarıdaki veciz s&ouml;z cevap vermektedir.</p> <p>Bu mevzua dair İmam-i Rabbani (k.s) şunları s&ouml;ylemektedir: Ey Oğul, varlıkların hul&acirc;sası olan insanın yaratılmasından gaye; Oyun, oyuncakla eğlenmek, yemek ve i&ccedil;mek değildir. Onun yaratılmasından gaye şudur: Kulluk vazifelerini yerine getirmek, z&uuml;l, inkisar, acz, iftikar, Y&uuml;ce Sultan Mukaddes Gaffar Allah&#39;a devamlı bir şekilde iltica ve tazarrudur. (Mektubat-i Rabbani, 73. Mektup)</p> <p>&Ouml;te yandan, D&uuml;nya hayatının gayesine ve var oluş hikmetine m&uuml;drik olmayan, b&uuml;sb&uuml;t&uuml;n d&uuml;nyaya y&ouml;nelen ve bu sebeple de, ahireti elde etmekten y&uuml;z &ccedil;evirenler i&ccedil;in Cen&acirc;bi Hak (c.c),&nbsp; &quot;D&uuml;nya hayatı bir aldanış ve metadan başka bir şey değildir.&quot; buyurmuştur. Yani faydasız, değersiz ve hatta cazibesine kapılanlar i&ccedil;in h&uuml;sran demektir. Onların d&uuml;nyanın &ccedil;ekiciliğine kapılarak d&uuml;nyaya bağlanmaları, tıpkı su arayan insanın serabı su zannettiği gibidir. Ondan bir fayda elde edemez ve bağlandıkları bu d&uuml;nyanın b&uuml;t&uuml;n maddi nimetleri, onları tatmin etmez. Dolayısıyla maneviyatı zayıf nice varlıklı insanların &uuml;mitsizliğe kapılarak bu y&uuml;zden kendi canlarına kıydıklarına g&uuml;n&uuml;m&uuml;zde &ccedil;ok&ccedil;a şahit oluyoruz. Zira &uuml;midi t&uuml;kenen bir insanın kendisi de t&uuml;kenmiş demektir. Binaenaleyh, Allah&rsquo;ın (c.c) rızasını kazanmış olmanın ve ebediyen O&rsquo;nun Cennetinde yaşamayı elde etmenin &uuml;midi yanında d&uuml;nya hayatının değeri ne olabilir ki?</p> <p>Nitekim Rahman ve Rahim olan Rabbimiz (c.c) rahmetinden &uuml;mit kesmememiz gerektiğini şu Ayet-i kerime ile bize bildirmektedir: <strong><span dir="RTL">قُلْ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>يَا عِبَادِىَ الَّذٖينَ اَسْرَفُوا عَلٰى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمٖيعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحٖيم</strong></span><strong>&nbsp; &ldquo;De ki: &ldquo;Ey nefisleri aleyhine aşırı giden kullarım! Allah&rsquo;ın rahmetinden &uuml;midinizi kesmeyin. Ş&uuml;phesiz Allah, b&uuml;t&uuml;n g&uuml;nahları affeder. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; O, &ccedil;ok bağışlayandır, &ccedil;ok merhamet edendir.&rdquo; </strong>(Z&uuml;mer 53)</p> <p>Bu Ayet hakkında Abdullah Bin &Ouml;mer (r. anhuma) ş&ouml;yle buyurmuştur: Bu Ayet-i kerime, m&uuml;minlerden b&uuml;y&uuml;k bir g&uuml;nah işleyenlerin cehennemlik olduklarını zannedenler hakkında nazil olmuş ve Allah Te&acirc;l&acirc;&rsquo;nın, kullarından dilediğinin b&uuml;t&uuml;n g&uuml;nahlarını affedeceğini bildirmiştir. Ve devamla diyor ki: &quot;Biz, ResuluIIah&rsquo;ın sahabeleri, yaptığımız b&uuml;t&uuml;n iyiliklerin kabul edildiği Kanaat&rsquo;ında idik. Sonra şu Ayet-i kerime nazil oldu. <strong><span dir="RTL">يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اَطٖيعُوا اللّٰهَ وَاَطٖيعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُوا اَعْمَالَكُم</span></strong> <strong>&quot;Ey iman edenler Allah&rsquo;a ve Peygambere itaat edin, sakın amellerinizi heder etmeyin.&quot;</strong> (Muhammed 33). Bizler, amellerimizi heder edecek olan şeyin b&uuml;y&uuml;k g&uuml;nahlar ve hayasızlık olduğunu s&ouml;ylemeye başladık. Bunlardan birini yapanı g&ouml;rd&uuml;ğ&uuml;m&uuml;z zaman &quot;Artık bu helak oldu.&quot; diyorduk. Nihayet: <strong>&quot;Ey Muhammed, kullarıma ş&ouml;yle dediğimi s&ouml;yle &quot;Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım, Allah&rsquo;ın rahmetinden &uuml;midinizi kesmeyin. Ş&uuml;phesiz ki Allah, b&uuml;t&uuml;n g&uuml;nahları bağışlar. Muhakkak ki o, &ccedil;ok affeden ve &ccedil;ok merhamet edendir.&quot;</strong> ayeti nazil oldu. Biz de artık bunları s&ouml;ylemekten vazge&ccedil;tik. (Taberi tfsr., Z&uuml;mer 53).</p> <p>Bu Ayet-i kerimeden de anlıyoruz ki, kul tarafından işlenen b&uuml;y&uuml;k veya k&uuml;&ccedil;&uuml;k hangi g&uuml;nah olursa olsun, kulu &ccedil;aresizlik ve &uuml;mitsizliğe sevk etmemeli ve Allah&rsquo;ın (c.c) rahmetinden &uuml;mit kesmemelidir. Tam aksine t&ouml;vbe ve istiğfarla sonsuz merhamet sahibi olan Allah&rsquo;ın (c.c) rahmetine nail olacağını şu Ayet-i kerimede teyit etmektedir:&nbsp; <strong><span dir="RTL">وَمَنْ يَعْمَلْ سُوءًا اَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّٰهَ يَجِدِ اللّٰهَ غَفُورًا رَحٖيمًا</span>&nbsp; &ldquo;Kim bir k&ouml;t&uuml;l&uuml;k yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah&rsquo;tan mağfiret dilerse o, Allah&rsquo;ı &ccedil;ok bağışlayıcı, &ccedil;ok merhamet edici bulur.&rdquo; </strong>(Nisa 110). Bu Ayet-i kerime ile de yukarıdaki Ayet-i kerimede zikredildiği gibi, Cenab-i Hak kullarının herhangi bir g&uuml;nah işlemeleri veya şirk gibi en b&uuml;y&uuml;k g&uuml;nahla nefsine zulmettiği ve sonrada t&ouml;vbe ederek Allah&rsquo;tan (c.c) mağfiret dilediği zaman, Allah&rsquo;ın (c.c) onu bağışlayacağını m&uuml;jdelemektedir.</p> <p>Bu Ayet-i kerime ile alakalı olarak Hz. Ali&rsquo;den (r.a) ş&ouml;yle bir Hadis nakledilmiştir:</p> <p>Hz. Ali&rsquo;den (r.a) ş&ouml;yle dediği rivayet edilmektedir: Rasulullah&rsquo;tan (s.a.v) bir hadis işittiğimde, Allah (c.c) onunla beni dilediği kadar faydalandırırdı. Onu, başkasından işittiğim zaman, (doğruluğundan emin olmak maksadıyla), ona yemin ettirirdim. Ebubekir de (r.a) bana hadis nakletti ve Ebubekir doğru s&ouml;ylemiştir. Dedi ki: Her hangi bir kul eğer bir g&uuml;nah işler, sonra abdest alır iki rek&acirc;t namaz kılar ve Allah&#39;tan mağfiret dilerse, mutlaka Allah (c.c) ona mağfiret buyurur. Daha sonra da ; &ldquo;Kim bir k&ouml;t&uuml;l&uuml;k yapar yahut nefsine zulmeder de, sonra Allah&#39;tan mağfiret dilerse, Allah&#39;ın &ccedil;ok&ccedil;a mağfiret edici, &ccedil;ok merhametli olduğunu g&ouml;r&uuml;r&rdquo; ayetini okudu. (Kurtubi tfsr., Nisa 110)</p> <p>Sa&icirc;d ibn C&uuml;beyr (r.a) ş&ouml;yle demiştir: &quot;D&uuml;nya, seni ahireti elde etmekten alıkoyarsa, senin i&ccedil;in aldatan Meta&rsquo;dır. Ama seni, Allah&#39;ın (c.c) rızasını ve ahiret mutluluğunu elde etmeye g&ouml;t&uuml;r&uuml;rse, o zaman da ne g&uuml;zel bir vesiledir? (F. Razi tfsr., Hadid 20)</p> <p>Dolayısıyla Ebedi hayata kıyasla d&uuml;nya hayatının bir değerinin olmadığı, binaenaleyh ebedi hayatı d&uuml;nya hayatına değişip heba edilmemesi gerektiği, ancak m&uuml;jdelenen ebedi hayatın elde edilmesi de kulun bu d&uuml;nya hayatında g&ouml;stereceği performansa bağlı olduğu, Peygamber efendimiz (s.a.v),&nbsp; &ccedil;eşitli Hadislerinde ş&ouml;yle buyuruyorlar:</p> <p><strong>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; <span dir="RTL">عَنْ سَهْلِ بْنِ سَعْدٍ قَالَ&nbsp; قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَوْ كَانَتْ الدُّنْيَا تَعْدِلُ عِنْدَ اللَّهِ جَنَاحَ بَعُوضَةٍ مَا سَقَى كَافِرًا مِنْهَا شَرْبَةَ مَاءٍ</span>&nbsp; Sehl bin Sa&rsquo;d Resulullah&rsquo;ın ş&ouml;yle buyurduğunu s&ouml;yl&uuml;yor: </strong>&quot;<strong>Eğer d&uuml;nya Allah nazarında sivri sineğin kanadı kadar bir değer taşısaydı tek bir kafire ondan bir yudum su i&ccedil;irmezdi&rdquo;</strong> (Musned-i Tirmizi, Kitabuzzuhd, Hds. No: 2320)</p> <p><strong><span dir="RTL">أبا هريرة يقول&nbsp; سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول ألا إن الدنيا ملعونة ملعون ما فيها إلا ذكر الله وما والاه وعالم أو متعلم</span></strong>&nbsp; <strong>Eba Hureyre Resulullah (s.a.v)&rsquo;den şunu duyduğunu s&ouml;yl&uuml;yor: &ldquo;Bilinki D&uuml;nya mel&rsquo;und&uuml;r ve onun i&ccedil;indekilerde melundur. Ancak Allah&rsquo;ın zikri ve ona yaklaştıran şeylerle bilen veya &ouml;ğreten hari&ccedil;tir.&rdquo; </strong>(Musned-i Tirmizi, Kitabuzzuhd, Hds. No: 2322).</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Yani; yaptığımız her meşru amelde Allah&rsquo;ı (c.c) anmamız, aklımızdan &ccedil;ıkarmamamız gerektiği, dolayısıyla bu faaliyetlerimizi melun sıfattan Allah&rsquo;ı (c.c) mezk&ucirc;r sıfata &ccedil;evirerek O&rsquo;na olan kulluğumuzu pekiştirmek suretiyle hem d&uuml;nyamızı ve hem de ahiretimizi kazanmak elimizdedir. Aksi takdirde melanetlerle lanetlenir, hem d&uuml;nyada ve hem de ahirette zelil ve perişan oluruz.</p> <p><strong><span dir="RTL">عَنْ سَهْلِ بْنِ سَعْدٍ السَّاعِدِيِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ&nbsp; أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ رِبَاطُ يَوْمٍ فِي سَبِيلِ اللَّهِ خَيْرٌ مِنْ الدُّنْيَا وَمَا عَلَيْهَا وَمَوْضِعُ سَوْطِ أَحَدِكُمْ مِنْ الْجَنَّةِ خَيْرٌ مِنْ الدُّنْيَا وَمَا عَلَيْهَا</span></strong><strong>&nbsp; Sehl bin Sa&rsquo;d Essaidi&rsquo;den (r.a) Resulullah&rsquo;ın (s.a.v) ş&ouml;yle buyurduklarını nakleder: &ldquo;Allah yolunda bir g&uuml;nl&uuml;k amel işlemek</strong> <strong>d&uuml;nyadan ve onun &uuml;zerinde bulunanlardan daha hayırlıdır ve Cennette sizden birinizin kam&ccedil;ısının kapladığı kadar yer, d&uuml;nyadan ve onun &uuml;zerinde bulunanlardan daha hayırlıdır.&rdquo; </strong>(Sahihulbuhari, Kitabulcihad, Hds. No: 2735)</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Bu Hadis-i şeriflerde yerilen d&uuml;nyanın, Ahiret d&uuml;ş&uuml;ncesi ve gayesinin &uuml;zerine kurulmadığı bir d&uuml;nya hayatıdır. Bu anlayış i&ccedil;erisinde yaşayan bir fert, artık kendini d&uuml;nya hayatının cazibesine kaptırmış, ruh&icirc; ve manev&icirc; her şeyden soyutlanmış bir vaziyette d&uuml;nyaya ehemmiyet veren ve d&uuml;nyevi hedeflerinin tutsağı haline gelen bir ferttir. Artık b&ouml;yle bir insan, Kur&rsquo;an&rsquo;da tarif edilen fıtratı bozulmuş ve hayatın ger&ccedil;ek gayesini anlama yeteneğini yitirmiş bir insandır. Dolayısıyla Kur&rsquo;an&rsquo;ın &ouml;z&uuml;n&uuml;n ve mesajının kapsamı dışına &ccedil;ıkmış demektir. Nitekim daha &ouml;nce değindiğimiz gibi, bu &ccedil;er&ccedil;evede s&uuml;rd&uuml;r&uuml;len d&uuml;nya hayatını Kur&rsquo;an, bir&ccedil;ok ayetinde boş bir eğlence ve ge&ccedil;ici bir heves olarak tanımlamıştır.</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; H&acirc;lbuki yukarıda da izah etmeye &ccedil;alıştığımız gibi, insanoğlunun yaratılış gayesinin Allah&rsquo;a (c.c) kulluk etmek olması m&uuml;nasebetiyle, d&uuml;nya hayatında Allah&rsquo;a (c.c) kulluk icabı olan emirlerine boyun eğmek ve nehiylerinden sakınmak suretiyle temel ama&ccedil; olan, ahiretin kazanılması olmalıdır. Esas itibarıyla Kur&rsquo;an&rsquo;ın &uuml;zerinde durduğu temel nokta bu olmuştur. Ahiret d&uuml;ş&uuml;ncesi ve gayesinin &uuml;zerine kurulmadığı bir d&uuml;nya hayatı, Kur&rsquo;an&rsquo;ın &ouml;z&uuml;n&uuml;n ve mesajının kapsamı dışına &ccedil;ıkmış demektir. Zira bu &ccedil;er&ccedil;evede s&uuml;rd&uuml;r&uuml;len d&uuml;nya hayatını Kur&rsquo;an, Ayetlerinde boş bir eğlence ve ge&ccedil;ici bir heves olarak tanımlamıştır.</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Ancak burada &ouml;nemle belirtmek gerekir ki, m&uuml;min hem d&uuml;nyasını ve hem de ahiretini ihya etme yolunu tercih etmelidir. Ve bunu da Allah&rsquo;tan istemelidir. Zira m&uuml;minin esas hedefi olması gereken ahiret hayatının kazanılması, ancak d&uuml;nya hayatının ihyasıyla m&uuml;mk&uuml;nd&uuml;r. D&uuml;nya hayatının ihyasından maksat; m&uuml;jdelenen ahiret hayatı olan Cennet ve Onun nimetlerine kavuşmamızı sağlamada yardımcı olan v&uuml;cut sağlığı, ge&ccedil;im bolluğu, ilim ve ibadet gibi meşru şeyler olmalıdır. Nitekim Cenab-ı Hak (c.c) m&uuml;minlerin ş&ouml;yle dua ettikleri Kur&rsquo;an-ı kerimde zikredilmektedir:&nbsp; <strong><span dir="RTL">رَبَّنَا اٰتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ</span>&nbsp; &ldquo;Rabbimiz! Bize d&uuml;nyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru&rdquo; </strong>(Bakara 201)</p> <p>Hammad b. Seleme&#39;nin, Sabit&#39;ten rivayet ettiğine g&ouml;re, birileri Enes (r.a)&#39;e. &quot;Bizim i&ccedil;in dua et&quot; dediler. O da, bunun &uuml;zerine, &quot;Ya Rabbena, bize hem bu d&uuml;nyada iyilik ver, hem de ahirette iyilik ver ve bizi cehennem ateşinden koru&quot; demişti. Onlar, &quot;Bize daha fazla dua et&quot; dediklerinde, o aynı duayı tekrar etmiş, yine &quot;Bize daha da fazlasını s&ouml;yle..&quot; dediklerinde, Hz. Enes (r.a): &quot;Daha ne istiyorsunuz? Ben sizin i&ccedil;in, d&uuml;nya ve ahiretin en hayırlı şeylerini istedim demiştir. Ger&ccedil;ekten Enes (r.a) doğru s&ouml;ylemiştir. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; kulun, d&uuml;nya ve ahiretten başka yurdu yoktur. Binaenaleyh o, d&uuml;nya ve ahiretin iyiliklerini istediğinde, geriye bir şey kalmamıştır.</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Kaff&acirc;l Tefsir&rsquo;inde, Enes (r.a)&#39;den, Hz. Peygamber efendimizin, hastalık kendisini iyice yiyip bitirmiş bir kimsenin yanına girerek, onu ziyaret ettiğini ve ona, &quot;Bundan &ouml;nce nasıl dua ediyordun?&quot; diye sorduğunu, o adamın da, &quot;Allah&#39;ım, bana ahirette vereceğin cezayı d&uuml;nyada iken hemen ver&quot; diye dua ediyordum&quot; dediğini, bunun &uuml;zerine Hz. Peygamber (s.a.s)&#39;in, &quot;Suphanallah! Sen, bu hastalığa katlanamazsın. Ş&ouml;yle dua etseydin ya: &quot;Ey Rabbimiz, bize d&uuml;nyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem ateşinin azabından koru&quot; dediğini nakleder. Hz. Enes (r.a) s&ouml;z&uuml;ne ş&ouml;yle devam eder: &quot;Hz. Peygamber (s.a.s) o adama duada bulundu, adam hemen şifa buldu.&quot; (F. Razi tfsr. Bakara 201)</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Yukarıdaki Enes&rsquo;ten (r.a) rivayet edilen Hadiste de m&uuml;şahede ettiğimiz gibi, Peygamber (s.a.v)&rsquo;in ahiretimizin tarlası olan d&uuml;nyamızın da ihyası i&ccedil;in dua etmemiz gerektiğini bildirmektedir.</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Burada, d&uuml;nya hayatında g&uuml;zelliklerin talebi ile ayni zamanda ahiret hayatı da ama&ccedil;lanmalıdır. Zira salt ama&ccedil;lanan d&uuml;nya hayatının g&uuml;zellikleri ahiret hayatına faydalı olamayacağından, kişi i&ccedil;in b&uuml;y&uuml;k bir h&uuml;srandır. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; ahiret hayatına herhangi bir paye sağlamayacaktır. Nitekim Canab-ı Hak&rsquo;ın (c.c) şu Ayet-i kerimede belirttiği gibi: <strong><span dir="RTL">فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا اٰتِنَا فِى الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِى الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاق</span> &ldquo;İnsanlardan, (bazıları) &ldquo;Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu d&uuml;nyada ver&rdquo; diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur.&rdquo; </strong>(Bakara 200).</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Bu hususta <u>Elmalıl Hamdi Yazır</u> tefsirinde şunları s&ouml;ylemektadir: İmam Fahruddin Raz&icirc; tefsirinde der ki: &quot;Mutlulukların mertebeleri &uuml;&ccedil;t&uuml;r: Ruha ait, bedene ait ve dışarıya ait. Ruha ait mutluluk ikidir. Birisi ilimle g&ouml;r&uuml;ş kuvvetinin tamamlanması, biri de &uuml;st&uuml;n ahl&acirc;k ile amel kuvvetinin tamamlanmasıdır. Bedene ait mutluluk da ikidir. Bunlar sağlık ve g&uuml;zelliktir. Dış mutluluk da ikidir. Bunlar mal ve makamdır. &ldquo;Bize d&uuml;nyada ver.&rdquo; talebi de bu kısımlardan her birini i&ccedil;ine alır. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; ilim, d&uuml;nyada s&uuml;slenmek ve emsalinden &ouml;ne ge&ccedil;mek i&ccedil;in istenirse d&uuml;nyadan olur. Yine aynı şekilde &uuml;st&uuml;n ahl&acirc;k da d&uuml;nyada başa ge&ccedil;mek ve d&uuml;nya menfaatlerini zapt ve idare etmek i&ccedil;in istenirse bu da d&uuml;nyadan olur. &Ouml;ld&uuml;kten sonra dirilmeye ve k&acirc;inatın sonuna imanı olmayanlar da gerek ruha ve gerekse bedene ait herhangi bir fazileti isterlerse ancak d&uuml;nya i&ccedil;in isterler. (E. Hamdi Yazır tfsr., Bakara 200)</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; H&uuml;lasa, m&uuml;min kul nereden ve neden bu d&uuml;nyaya geldiğini, bu d&uuml;nya hayatında neler yapması gerektiğini ve bu hayatta yapacaklarının karşılığını Ayeti kerimede belirtildiği gibi;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; <strong><span dir="RTL">وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَراًّ يَرَه</span></strong>&nbsp; .&nbsp; <strong><span dir="RTL">فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْراً يَرَهُۜ</span> &ldquo;Kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun m&uuml;k&acirc;fatını g&ouml;recektir, Kim de zerre ağırlığınca bir k&ouml;t&uuml;l&uuml;k işlerse, onun cezasını g&ouml;recektir.&rdquo; </strong>(Zilzal 7) miskal-i zerre miktarı dahi olsa karşılığını ama k&acirc;r ama zarar g&ouml;receğini bildirmektedir. Bu bilgi de ger&ccedil;ek h&uuml;k&uuml;m sahibi olan Allah&rsquo;ın (c.c) g&ouml;revlendirdiği Peygamberleri vasıtasıyla kendisine bildirilmiştir. Artık M&uuml;sl&uuml;man bu ger&ccedil;eği tasdik etmiş, tanık olmuştur. Binaenaleyh, her m&uuml;min bu ger&ccedil;eğe g&ouml;re hayatını inşa etme mesuliyeti taşımaktadır.</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Kulun İslami bir nizama g&ouml;re hayatını tanzim etmesi, Cenab-i Hakk&rsquo;ın Efendimize (s.a.v) Cebrail (a.s) vasıtasıyla indirdiği Kur&rsquo;an&rsquo;a ve Efendimizin (s.a.v) s&uuml;nnet-i seniyelerine uygun olmalıdır. Yani, Allah (c.c) ve Resul&uuml; (s.a.v) nasıl bildirdi ise, o haliyle, İsl&acirc;m dinini &ouml;ğrenmek ve yaşamak gereklidir. Kendi g&ouml;r&uuml;ş ve d&uuml;ş&uuml;ncelerimize g&ouml;re din&icirc; anlayış geliştirmek, bir yol &ccedil;izmek yanlış ve bizi dal&acirc;lete g&ouml;t&uuml;r&uuml;r. Din, Allah&rsquo;tan (c.c) geldiği gibi kabul edilmelidir. Zira d&uuml;nya ve ahiret hayatının hakikatine dair yeg&acirc;ne ger&ccedil;ek bilgi kaynağı Allah&rsquo;tan (c.c) gelen İsl&acirc;m Dininin kaynağı olan Kur&rsquo;andır. Bu bilgi d&uuml;nyayı, ahireti, canlı ve cansız her nevi varlığı yaratan Allah&rsquo;tan (c.c) gelmektedir.</p> <p>Allah (c.c), aklın idrak edebildiği ve idrak edemediği hikmetlere bağlı olarak her yarattığına istediği sureti vermiş ve hayatını belirlemiştir. Onlar &uuml;zerinde istediği gibi etki ve tasarruf sahibi olan da O&rsquo;dur. Keza Allah Te&acirc;l&acirc;, &acirc;lemi bir b&uuml;t&uuml;nl&uuml;k i&ccedil;erisinde yaratmıştır. &Acirc;lemdeki her bir unsur diğerine bağlıdır. İyi veya k&ouml;t&uuml; haliyle diğerini etkiler. Varlığın fıtratından uzaklaşması, i&ccedil;inde bulunduğu &acirc;leme yabancılaşması demektir. Varlığın bu hali zarar g&ouml;rmesine yol a&ccedil;tığı gibi, &ccedil;evresine de zarar vermeye başlar. İsl&acirc;m bu yabancılaşmanın, dolayısıyla hakikatten uzaklaşmanın &ouml;n&uuml;ne ge&ccedil;mek i&ccedil;in kurallar koymuştur. Yapılacakları ve yapılmayacakları belirler. B&ouml;ylece hayat i&ccedil;in g&uuml;venli bir alan oluşturur. (DEVAM EDECEK İNŞA-ALLAH)</p> <p>&nbsp;</p>
Ekleme Tarihi: 18 Mart 2016 - Cuma

KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (2)

<p><strong><u>Yaratılış hikmeti ve D&uuml;nya hayatının gayesi:</u></strong></p> <p>Allah&rsquo;ın (c.c) kendisini gizlemiş olması ve eserlerinin kendisi tarafından tezah&uuml;r&uuml; ile kendisini bu şekilde eserlerine tanıtması, ul&ucirc;hiyetin hikmetlerindendir. Yani eserin, Rabbini, kendi varlığı ile keza kendisi gibi yaratılanların var olması ile tanımasıdır. Muhyiddin-i Arabi (F&uuml;tuhatı mekkiye sayfa 103) , Abdulkerim Ciyli (El insan&uuml;l k&acirc;mil sayfa 39), Diyauddin Nakşibendi (Camiul Usul, sayfa 27), İmam-i Şarani (Tabakat&uuml;l-Kubra, sayfa 526) gibi tasavvuf ehli nezdinde makul bir hadis olarak kabul edilen ve her fırsatta yazdıkları eserlerinde yer verdikleri,<strong><span dir="RTL"> مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ&nbsp; </span></strong>&nbsp;&nbsp;<strong>&ldquo;Kim nefsini tanırsa Rabbini de tanır.&rdquo;</strong> Hadisi bu hususu &ccedil;ok veciz bir şekilde a&ccedil;ıklamaktadır. Binaenaleyh; İbn-i Teymiye ve İmam Nevevi gibi bazı ulema bu hadisin sıhhatinde ş&uuml;phe olduğu kanaatindedirler. Ki İmam Suy&ucirc;t&icirc;&rsquo;nin &ldquo;El-H&acirc;v&icirc; lil-Fet&acirc;v&acirc;&rdquo; adlı eserinin El-Fetavatussufiye babında, İmam Zerkeşi&rsquo;nin &ldquo;El Ehadisil Meşhura&rdquo;&rsquo;da buna temas ettiğini ve İbn Sem&rsquo;anın bu s&ouml;z&uuml;n Yahya bin Muaz El Razi&rsquo;nin s&ouml;z&uuml; olduğunu ifade etmektedir.</p> <p>H&uuml;lasa; Yahya bin Muaz El Razi (rh.a) gibi b&uuml;y&uuml;k mutasavvıf ve &acirc;limin s&ouml;z&uuml; de olsa, Kur&rsquo;an ve S&uuml;nnete uygun ve &ccedil;ok doğru bir s&ouml;zd&uuml;r. Nitekim Allah (c.c) yaratılış gayesini ve dolayısıyla hikmetini şu Ayet-i kerimede buyurduğu gibi: <strong><span dir="RTL">وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ</span>&nbsp; &ldquo;Ben Cinleri ve İnsanları Bana kulluk etsinler diye yarattım.&rdquo; </strong>diye beyan etmektedir<strong> (</strong>Zariyat 56).</p> <p>Yani; Cinler ve insanlar beni bilsinler, tanısınlar ve bunun sonucu ve gereği olan emirlerime itaat etmek ve nehiylerimden sakınmak suretiyle, D&uuml;nya hayatında Salih ameller işlemekle benim rızama nail olarak, d&uuml;nyayı kendilerini Cehenneme g&ouml;t&uuml;recek meta olmaktan &ccedil;ıkarıp Cennet&rsquo;e g&ouml;t&uuml;ren bir vasıtaya &ccedil;evirsinler.</p> <p>Bu Ayet-i kerime ile alakalı olarak M&uuml;cahidi ş&ouml;yle der: &ldquo;Ancak Beni bilip tanısınlar diye cinleri ve insanları yarattım&rdquo; şeklinde a&ccedil;ıklamıştır. Es-Saleb&icirc;; Bu g&uuml;zel bir a&ccedil;ıklamadır, demiştir. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; y&uuml;ce Allah onları yaratmamış olsaydı, O&#39;nun varlığı ve tevhidi bilinmezdi. (Kurtubi tfsr., Zariyat 56)</p> <p>Keza b&uuml;y&uuml;k mutasavvıf Muhyiddin-i Arabi&rsquo;nin (k.s) dediği gibi: &ldquo;rızk verilenler olmadık&ccedil;a rızk vericiliğin, bilinen olmadıktan sonra bilenin, yaşayanlar olmadıktan sonra yaşatanın anlamı kalmaz.&rdquo;</p> <p>Ayet (Zariyat 56) metninde &ouml;nce cin, sonra da insanlardan bahsedilmiştir. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; cinler varlık bakımından insanlardan &ouml;ncedir. Yani Cinler İnsanlardan &ouml;nce yaratılmışlar ve yery&uuml;z&uuml;n&uuml;n ilk mamurları olmuşlardır. Ayrıca Fahreddin Razi&rsquo;nin ilgili Ayet&rsquo;in tefsirinde; Cinlerin insanlardan daha fazla m&uuml;nkirleri olduğunu zikredilmektedir. Melekleri Cehab-i Hak bu ayette zikretmemektedir. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; meleklerin ibadet etmesi zaten teslim edilen bir durumdur. Yani Meleklerin Allah&rsquo;ın (c.c) emrinden &ccedil;ıkmamaları ve O&rsquo;na ibadet dışında herhangi bir m&uuml;kellefiyetleri yoktur.</p> <p>Burada bilin&ccedil; sahibi ve m&uuml;kellef olan insan ve cinlerin kendilerini ve varlıkları idrak etmek suretiyle, bizzat şehadet &acirc;lemindekileri g&ouml;rmeleri, bilmeleri ve tanımaları, dolayısıyla bu mevcudat vasıtasıyla şehadet &acirc;leminde bizzat ve direkt g&ouml;remedikleri Yaratıcıyı bilmeleri ve tanımaları noktasında, yukarıda ge&ccedil;en&nbsp; <strong>&ldquo;Kim nefsini tanırsa Rabbini de tanır.&rdquo; </strong>Hadis-i veya veciz s&ouml;z&uuml; &ccedil;ok yerinde ve aydınlatıcıdır. B&ouml;ylelikle şehadet &acirc;leminde bizzat m&uuml;şahede edemediğimiz Z&uuml;l-Celal&rsquo;i (c.c), yaratmış olduğu eserleri ile bilmiş ve tanımış oluyoruz.</p> <p>Nitekim bu şehadet &acirc;leminde Allah&rsquo;ı (c.c) zatı ile m&uuml;şahede etmek m&uuml;mk&uuml;n olmadığı hususunu, Hz. Musa&rsquo;nın (a.s) Sina dağında Allah&rsquo;la (c.c) konuştuğu esnada zatını g&ouml;rme arzusunu dile getirmesi neticesini şu Ayet-i kerimede m&uuml;şahede edebiliyoruz: <strong><span dir="RTL">وَلَمَّا جَاءَ مُوسٰى لِمٖيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ اَرِنٖى اَنْظُرْ اِلَيْكَ قَالَ لَنْ تَرٰینٖى وَلٰـكِنِ انْظُرْ اِلَى الْجَبَلِ فَاِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرٰینٖى فَلَمَّا تَجَلّٰى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسٰى صَعِقًا فَلَمَّا اَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ اِلَيْكَ وَاَنَا اَوَّلُ الْمُؤْمِنٖينَ</span>&nbsp; &ldquo;Musa belirlediğimiz vakitte geldiğinde ve Rabbi onunla konuştu. Musa : &laquo;Ey Rabbim !&raquo; dedi, &laquo;kendini bana g&ouml;ster de sana bakayım&raquo;. Rabbi ona: &laquo;Sen elbette beni g&ouml;remezsin. Lakin dağa dikkatle bak, eğer yerinde durursa beni g&ouml;rebileceksin demektir,&raquo; buyurdu. Rabbi dağa tecelli edince onu param par&ccedil;a etti ve Musa da bayılıp d&uuml;şt&uuml;. Kendine gelince, &laquo;Seni tenzih ve tespih ederim. Sana t&ouml;vbe ile y&ouml;neldim ve ben M&uuml;minlerin ilkiyim&raquo; dedi.&rdquo; </strong>(A&rsquo;raf 143)</p> <p>Bu Ayet-i kerimede Hz. Musa (a.s), Allah (c.c) ile konuşmak i&ccedil;in Sina dağına gitmiş ve orada Allah Te&acirc;l&acirc; kendisiyle konuşmuştur. Kendisini konuşmanın havasına kaptıran Hz. Musa, Allah Te&acirc;l&acirc;&rsquo;dan, kendisini g&ouml;stermesini istemiştir. Allah Te&acirc;l&acirc; da ona cevap vererek: &quot;Sen bu d&uuml;nya hayatında beni asla g&ouml;remezsin. Fakat sen şu dağa bak. Eğer o dağ, beni g&ouml;rmeye tahamm&uuml;l edip yerinde durabilirse sen de beni g&ouml;rebilirsin.&quot; demiştir. Allah, dağa g&ouml;r&uuml;n&uuml;nce onu yerle bir etti. Musa da bayılıp yere d&uuml;şt&uuml;. Ayılınca dedi ki: &quot;Ey Allah&#39;ım, ben seni, d&uuml;nyada herhangi bir kimsenin g&ouml;rebileceğinden tenzih ederim. Seni g&ouml;rmek istememden dolayı sana t&ouml;vbe ederim. Ben, İsrail oğullarından, senin, d&uuml;nyada g&ouml;r&uuml;lemeyeceğine iman edenlerin ilkiyim.&quot; dedi.</p> <p>Hz. Musa (a.s) zaten inanan biri olduğuna g&ouml;re, &quot;Ey Allah&#39;ım, ben seni, d&uuml;nyada herhangi bir kimsenin g&ouml;rebileceğinden tenzih ederim. Seni g&ouml;rmek istememden dolayı sana t&ouml;vbe ederim. Ben, İsrail oğullarından, senin, d&uuml;nyada g&ouml;r&uuml;lemeyeceğine iman edenlerin ilkiyim.&quot; dediği bu s&ouml;z&uuml;, o&#39;nun sadece Allah&#39;ın varlığına olan inancını değil, fakat daha &ccedil;ok, Allah&#39;ın insan tarafından g&ouml;r&uuml;lemezliği konusunda vardığı inancı dile getiriyor (İbni &lsquo;Abbas&#39;tan rivayetle ibni Kes&icirc;r tfsr.).</p> <p>Yakın &ccedil;ağımızın &ouml;nemli filozoflarından ve modern felsefenin kurucusu olarak kabul edilen Fransız Descartes&rsquo;in (31 Mart 1596-11 Şubat 1650)&nbsp; &ldquo;D&uuml;ş&uuml;n&uuml;yorum &ouml;yle ise varım&rdquo; s&ouml;z&uuml; &ccedil;ok anlamlıdır kanaatindeyim. Yani bilin&ccedil;li bir varlık olarak d&uuml;ş&uuml;nebilmekte ve dolayısıyla kendisinin var olduğunu bu sayede idrak ve ispat etmektedir. Bunu daha da geniş kapsamlı m&uuml;talaa edersek, varlıkların mevcudiyeti, bir var edenin varlığını gerektirir. Bu var edende biz m&uuml;minlerin inancına g&ouml;re her şeyi yoktan yaratan Allah&rsquo;tır (c.c).&nbsp;</p> <p>İşte Allah&rsquo;ı (c.c) tanımanın ve bilmenin nasıl olacağı sorusuna yukarıdaki veciz s&ouml;z cevap vermektedir.</p> <p>Bu mevzua dair İmam-i Rabbani (k.s) şunları s&ouml;ylemektedir: Ey Oğul, varlıkların hul&acirc;sası olan insanın yaratılmasından gaye; Oyun, oyuncakla eğlenmek, yemek ve i&ccedil;mek değildir. Onun yaratılmasından gaye şudur: Kulluk vazifelerini yerine getirmek, z&uuml;l, inkisar, acz, iftikar, Y&uuml;ce Sultan Mukaddes Gaffar Allah&#39;a devamlı bir şekilde iltica ve tazarrudur. (Mektubat-i Rabbani, 73. Mektup)</p> <p>&Ouml;te yandan, D&uuml;nya hayatının gayesine ve var oluş hikmetine m&uuml;drik olmayan, b&uuml;sb&uuml;t&uuml;n d&uuml;nyaya y&ouml;nelen ve bu sebeple de, ahireti elde etmekten y&uuml;z &ccedil;evirenler i&ccedil;in Cen&acirc;bi Hak (c.c),&nbsp; &quot;D&uuml;nya hayatı bir aldanış ve metadan başka bir şey değildir.&quot; buyurmuştur. Yani faydasız, değersiz ve hatta cazibesine kapılanlar i&ccedil;in h&uuml;sran demektir. Onların d&uuml;nyanın &ccedil;ekiciliğine kapılarak d&uuml;nyaya bağlanmaları, tıpkı su arayan insanın serabı su zannettiği gibidir. Ondan bir fayda elde edemez ve bağlandıkları bu d&uuml;nyanın b&uuml;t&uuml;n maddi nimetleri, onları tatmin etmez. Dolayısıyla maneviyatı zayıf nice varlıklı insanların &uuml;mitsizliğe kapılarak bu y&uuml;zden kendi canlarına kıydıklarına g&uuml;n&uuml;m&uuml;zde &ccedil;ok&ccedil;a şahit oluyoruz. Zira &uuml;midi t&uuml;kenen bir insanın kendisi de t&uuml;kenmiş demektir. Binaenaleyh, Allah&rsquo;ın (c.c) rızasını kazanmış olmanın ve ebediyen O&rsquo;nun Cennetinde yaşamayı elde etmenin &uuml;midi yanında d&uuml;nya hayatının değeri ne olabilir ki?</p> <p>Nitekim Rahman ve Rahim olan Rabbimiz (c.c) rahmetinden &uuml;mit kesmememiz gerektiğini şu Ayet-i kerime ile bize bildirmektedir: <strong><span dir="RTL">قُلْ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>يَا عِبَادِىَ الَّذٖينَ اَسْرَفُوا عَلٰى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمٖيعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحٖيم</strong></span><strong>&nbsp; &ldquo;De ki: &ldquo;Ey nefisleri aleyhine aşırı giden kullarım! Allah&rsquo;ın rahmetinden &uuml;midinizi kesmeyin. Ş&uuml;phesiz Allah, b&uuml;t&uuml;n g&uuml;nahları affeder. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; O, &ccedil;ok bağışlayandır, &ccedil;ok merhamet edendir.&rdquo; </strong>(Z&uuml;mer 53)</p> <p>Bu Ayet hakkında Abdullah Bin &Ouml;mer (r. anhuma) ş&ouml;yle buyurmuştur: Bu Ayet-i kerime, m&uuml;minlerden b&uuml;y&uuml;k bir g&uuml;nah işleyenlerin cehennemlik olduklarını zannedenler hakkında nazil olmuş ve Allah Te&acirc;l&acirc;&rsquo;nın, kullarından dilediğinin b&uuml;t&uuml;n g&uuml;nahlarını affedeceğini bildirmiştir. Ve devamla diyor ki: &quot;Biz, ResuluIIah&rsquo;ın sahabeleri, yaptığımız b&uuml;t&uuml;n iyiliklerin kabul edildiği Kanaat&rsquo;ında idik. Sonra şu Ayet-i kerime nazil oldu. <strong><span dir="RTL">يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اَطٖيعُوا اللّٰهَ وَاَطٖيعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُوا اَعْمَالَكُم</span></strong> <strong>&quot;Ey iman edenler Allah&rsquo;a ve Peygambere itaat edin, sakın amellerinizi heder etmeyin.&quot;</strong> (Muhammed 33). Bizler, amellerimizi heder edecek olan şeyin b&uuml;y&uuml;k g&uuml;nahlar ve hayasızlık olduğunu s&ouml;ylemeye başladık. Bunlardan birini yapanı g&ouml;rd&uuml;ğ&uuml;m&uuml;z zaman &quot;Artık bu helak oldu.&quot; diyorduk. Nihayet: <strong>&quot;Ey Muhammed, kullarıma ş&ouml;yle dediğimi s&ouml;yle &quot;Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım, Allah&rsquo;ın rahmetinden &uuml;midinizi kesmeyin. Ş&uuml;phesiz ki Allah, b&uuml;t&uuml;n g&uuml;nahları bağışlar. Muhakkak ki o, &ccedil;ok affeden ve &ccedil;ok merhamet edendir.&quot;</strong> ayeti nazil oldu. Biz de artık bunları s&ouml;ylemekten vazge&ccedil;tik. (Taberi tfsr., Z&uuml;mer 53).</p> <p>Bu Ayet-i kerimeden de anlıyoruz ki, kul tarafından işlenen b&uuml;y&uuml;k veya k&uuml;&ccedil;&uuml;k hangi g&uuml;nah olursa olsun, kulu &ccedil;aresizlik ve &uuml;mitsizliğe sevk etmemeli ve Allah&rsquo;ın (c.c) rahmetinden &uuml;mit kesmemelidir. Tam aksine t&ouml;vbe ve istiğfarla sonsuz merhamet sahibi olan Allah&rsquo;ın (c.c) rahmetine nail olacağını şu Ayet-i kerimede teyit etmektedir:&nbsp; <strong><span dir="RTL">وَمَنْ يَعْمَلْ سُوءًا اَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّٰهَ يَجِدِ اللّٰهَ غَفُورًا رَحٖيمًا</span>&nbsp; &ldquo;Kim bir k&ouml;t&uuml;l&uuml;k yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah&rsquo;tan mağfiret dilerse o, Allah&rsquo;ı &ccedil;ok bağışlayıcı, &ccedil;ok merhamet edici bulur.&rdquo; </strong>(Nisa 110). Bu Ayet-i kerime ile de yukarıdaki Ayet-i kerimede zikredildiği gibi, Cenab-i Hak kullarının herhangi bir g&uuml;nah işlemeleri veya şirk gibi en b&uuml;y&uuml;k g&uuml;nahla nefsine zulmettiği ve sonrada t&ouml;vbe ederek Allah&rsquo;tan (c.c) mağfiret dilediği zaman, Allah&rsquo;ın (c.c) onu bağışlayacağını m&uuml;jdelemektedir.</p> <p>Bu Ayet-i kerime ile alakalı olarak Hz. Ali&rsquo;den (r.a) ş&ouml;yle bir Hadis nakledilmiştir:</p> <p>Hz. Ali&rsquo;den (r.a) ş&ouml;yle dediği rivayet edilmektedir: Rasulullah&rsquo;tan (s.a.v) bir hadis işittiğimde, Allah (c.c) onunla beni dilediği kadar faydalandırırdı. Onu, başkasından işittiğim zaman, (doğruluğundan emin olmak maksadıyla), ona yemin ettirirdim. Ebubekir de (r.a) bana hadis nakletti ve Ebubekir doğru s&ouml;ylemiştir. Dedi ki: Her hangi bir kul eğer bir g&uuml;nah işler, sonra abdest alır iki rek&acirc;t namaz kılar ve Allah&#39;tan mağfiret dilerse, mutlaka Allah (c.c) ona mağfiret buyurur. Daha sonra da ; &ldquo;Kim bir k&ouml;t&uuml;l&uuml;k yapar yahut nefsine zulmeder de, sonra Allah&#39;tan mağfiret dilerse, Allah&#39;ın &ccedil;ok&ccedil;a mağfiret edici, &ccedil;ok merhametli olduğunu g&ouml;r&uuml;r&rdquo; ayetini okudu. (Kurtubi tfsr., Nisa 110)</p> <p>Sa&icirc;d ibn C&uuml;beyr (r.a) ş&ouml;yle demiştir: &quot;D&uuml;nya, seni ahireti elde etmekten alıkoyarsa, senin i&ccedil;in aldatan Meta&rsquo;dır. Ama seni, Allah&#39;ın (c.c) rızasını ve ahiret mutluluğunu elde etmeye g&ouml;t&uuml;r&uuml;rse, o zaman da ne g&uuml;zel bir vesiledir? (F. Razi tfsr., Hadid 20)</p> <p>Dolayısıyla Ebedi hayata kıyasla d&uuml;nya hayatının bir değerinin olmadığı, binaenaleyh ebedi hayatı d&uuml;nya hayatına değişip heba edilmemesi gerektiği, ancak m&uuml;jdelenen ebedi hayatın elde edilmesi de kulun bu d&uuml;nya hayatında g&ouml;stereceği performansa bağlı olduğu, Peygamber efendimiz (s.a.v),&nbsp; &ccedil;eşitli Hadislerinde ş&ouml;yle buyuruyorlar:</p> <p><strong>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; <span dir="RTL">عَنْ سَهْلِ بْنِ سَعْدٍ قَالَ&nbsp; قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَوْ كَانَتْ الدُّنْيَا تَعْدِلُ عِنْدَ اللَّهِ جَنَاحَ بَعُوضَةٍ مَا سَقَى كَافِرًا مِنْهَا شَرْبَةَ مَاءٍ</span>&nbsp; Sehl bin Sa&rsquo;d Resulullah&rsquo;ın ş&ouml;yle buyurduğunu s&ouml;yl&uuml;yor: </strong>&quot;<strong>Eğer d&uuml;nya Allah nazarında sivri sineğin kanadı kadar bir değer taşısaydı tek bir kafire ondan bir yudum su i&ccedil;irmezdi&rdquo;</strong> (Musned-i Tirmizi, Kitabuzzuhd, Hds. No: 2320)</p> <p><strong><span dir="RTL">أبا هريرة يقول&nbsp; سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول ألا إن الدنيا ملعونة ملعون ما فيها إلا ذكر الله وما والاه وعالم أو متعلم</span></strong>&nbsp; <strong>Eba Hureyre Resulullah (s.a.v)&rsquo;den şunu duyduğunu s&ouml;yl&uuml;yor: &ldquo;Bilinki D&uuml;nya mel&rsquo;und&uuml;r ve onun i&ccedil;indekilerde melundur. Ancak Allah&rsquo;ın zikri ve ona yaklaştıran şeylerle bilen veya &ouml;ğreten hari&ccedil;tir.&rdquo; </strong>(Musned-i Tirmizi, Kitabuzzuhd, Hds. No: 2322).</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Yani; yaptığımız her meşru amelde Allah&rsquo;ı (c.c) anmamız, aklımızdan &ccedil;ıkarmamamız gerektiği, dolayısıyla bu faaliyetlerimizi melun sıfattan Allah&rsquo;ı (c.c) mezk&ucirc;r sıfata &ccedil;evirerek O&rsquo;na olan kulluğumuzu pekiştirmek suretiyle hem d&uuml;nyamızı ve hem de ahiretimizi kazanmak elimizdedir. Aksi takdirde melanetlerle lanetlenir, hem d&uuml;nyada ve hem de ahirette zelil ve perişan oluruz.</p> <p><strong><span dir="RTL">عَنْ سَهْلِ بْنِ سَعْدٍ السَّاعِدِيِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ&nbsp; أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ رِبَاطُ يَوْمٍ فِي سَبِيلِ اللَّهِ خَيْرٌ مِنْ الدُّنْيَا وَمَا عَلَيْهَا وَمَوْضِعُ سَوْطِ أَحَدِكُمْ مِنْ الْجَنَّةِ خَيْرٌ مِنْ الدُّنْيَا وَمَا عَلَيْهَا</span></strong><strong>&nbsp; Sehl bin Sa&rsquo;d Essaidi&rsquo;den (r.a) Resulullah&rsquo;ın (s.a.v) ş&ouml;yle buyurduklarını nakleder: &ldquo;Allah yolunda bir g&uuml;nl&uuml;k amel işlemek</strong> <strong>d&uuml;nyadan ve onun &uuml;zerinde bulunanlardan daha hayırlıdır ve Cennette sizden birinizin kam&ccedil;ısının kapladığı kadar yer, d&uuml;nyadan ve onun &uuml;zerinde bulunanlardan daha hayırlıdır.&rdquo; </strong>(Sahihulbuhari, Kitabulcihad, Hds. No: 2735)</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Bu Hadis-i şeriflerde yerilen d&uuml;nyanın, Ahiret d&uuml;ş&uuml;ncesi ve gayesinin &uuml;zerine kurulmadığı bir d&uuml;nya hayatıdır. Bu anlayış i&ccedil;erisinde yaşayan bir fert, artık kendini d&uuml;nya hayatının cazibesine kaptırmış, ruh&icirc; ve manev&icirc; her şeyden soyutlanmış bir vaziyette d&uuml;nyaya ehemmiyet veren ve d&uuml;nyevi hedeflerinin tutsağı haline gelen bir ferttir. Artık b&ouml;yle bir insan, Kur&rsquo;an&rsquo;da tarif edilen fıtratı bozulmuş ve hayatın ger&ccedil;ek gayesini anlama yeteneğini yitirmiş bir insandır. Dolayısıyla Kur&rsquo;an&rsquo;ın &ouml;z&uuml;n&uuml;n ve mesajının kapsamı dışına &ccedil;ıkmış demektir. Nitekim daha &ouml;nce değindiğimiz gibi, bu &ccedil;er&ccedil;evede s&uuml;rd&uuml;r&uuml;len d&uuml;nya hayatını Kur&rsquo;an, bir&ccedil;ok ayetinde boş bir eğlence ve ge&ccedil;ici bir heves olarak tanımlamıştır.</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; H&acirc;lbuki yukarıda da izah etmeye &ccedil;alıştığımız gibi, insanoğlunun yaratılış gayesinin Allah&rsquo;a (c.c) kulluk etmek olması m&uuml;nasebetiyle, d&uuml;nya hayatında Allah&rsquo;a (c.c) kulluk icabı olan emirlerine boyun eğmek ve nehiylerinden sakınmak suretiyle temel ama&ccedil; olan, ahiretin kazanılması olmalıdır. Esas itibarıyla Kur&rsquo;an&rsquo;ın &uuml;zerinde durduğu temel nokta bu olmuştur. Ahiret d&uuml;ş&uuml;ncesi ve gayesinin &uuml;zerine kurulmadığı bir d&uuml;nya hayatı, Kur&rsquo;an&rsquo;ın &ouml;z&uuml;n&uuml;n ve mesajının kapsamı dışına &ccedil;ıkmış demektir. Zira bu &ccedil;er&ccedil;evede s&uuml;rd&uuml;r&uuml;len d&uuml;nya hayatını Kur&rsquo;an, Ayetlerinde boş bir eğlence ve ge&ccedil;ici bir heves olarak tanımlamıştır.</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Ancak burada &ouml;nemle belirtmek gerekir ki, m&uuml;min hem d&uuml;nyasını ve hem de ahiretini ihya etme yolunu tercih etmelidir. Ve bunu da Allah&rsquo;tan istemelidir. Zira m&uuml;minin esas hedefi olması gereken ahiret hayatının kazanılması, ancak d&uuml;nya hayatının ihyasıyla m&uuml;mk&uuml;nd&uuml;r. D&uuml;nya hayatının ihyasından maksat; m&uuml;jdelenen ahiret hayatı olan Cennet ve Onun nimetlerine kavuşmamızı sağlamada yardımcı olan v&uuml;cut sağlığı, ge&ccedil;im bolluğu, ilim ve ibadet gibi meşru şeyler olmalıdır. Nitekim Cenab-ı Hak (c.c) m&uuml;minlerin ş&ouml;yle dua ettikleri Kur&rsquo;an-ı kerimde zikredilmektedir:&nbsp; <strong><span dir="RTL">رَبَّنَا اٰتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ</span>&nbsp; &ldquo;Rabbimiz! Bize d&uuml;nyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru&rdquo; </strong>(Bakara 201)</p> <p>Hammad b. Seleme&#39;nin, Sabit&#39;ten rivayet ettiğine g&ouml;re, birileri Enes (r.a)&#39;e. &quot;Bizim i&ccedil;in dua et&quot; dediler. O da, bunun &uuml;zerine, &quot;Ya Rabbena, bize hem bu d&uuml;nyada iyilik ver, hem de ahirette iyilik ver ve bizi cehennem ateşinden koru&quot; demişti. Onlar, &quot;Bize daha fazla dua et&quot; dediklerinde, o aynı duayı tekrar etmiş, yine &quot;Bize daha da fazlasını s&ouml;yle..&quot; dediklerinde, Hz. Enes (r.a): &quot;Daha ne istiyorsunuz? Ben sizin i&ccedil;in, d&uuml;nya ve ahiretin en hayırlı şeylerini istedim demiştir. Ger&ccedil;ekten Enes (r.a) doğru s&ouml;ylemiştir. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; kulun, d&uuml;nya ve ahiretten başka yurdu yoktur. Binaenaleyh o, d&uuml;nya ve ahiretin iyiliklerini istediğinde, geriye bir şey kalmamıştır.</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Kaff&acirc;l Tefsir&rsquo;inde, Enes (r.a)&#39;den, Hz. Peygamber efendimizin, hastalık kendisini iyice yiyip bitirmiş bir kimsenin yanına girerek, onu ziyaret ettiğini ve ona, &quot;Bundan &ouml;nce nasıl dua ediyordun?&quot; diye sorduğunu, o adamın da, &quot;Allah&#39;ım, bana ahirette vereceğin cezayı d&uuml;nyada iken hemen ver&quot; diye dua ediyordum&quot; dediğini, bunun &uuml;zerine Hz. Peygamber (s.a.s)&#39;in, &quot;Suphanallah! Sen, bu hastalığa katlanamazsın. Ş&ouml;yle dua etseydin ya: &quot;Ey Rabbimiz, bize d&uuml;nyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem ateşinin azabından koru&quot; dediğini nakleder. Hz. Enes (r.a) s&ouml;z&uuml;ne ş&ouml;yle devam eder: &quot;Hz. Peygamber (s.a.s) o adama duada bulundu, adam hemen şifa buldu.&quot; (F. Razi tfsr. Bakara 201)</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Yukarıdaki Enes&rsquo;ten (r.a) rivayet edilen Hadiste de m&uuml;şahede ettiğimiz gibi, Peygamber (s.a.v)&rsquo;in ahiretimizin tarlası olan d&uuml;nyamızın da ihyası i&ccedil;in dua etmemiz gerektiğini bildirmektedir.</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Burada, d&uuml;nya hayatında g&uuml;zelliklerin talebi ile ayni zamanda ahiret hayatı da ama&ccedil;lanmalıdır. Zira salt ama&ccedil;lanan d&uuml;nya hayatının g&uuml;zellikleri ahiret hayatına faydalı olamayacağından, kişi i&ccedil;in b&uuml;y&uuml;k bir h&uuml;srandır. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; ahiret hayatına herhangi bir paye sağlamayacaktır. Nitekim Canab-ı Hak&rsquo;ın (c.c) şu Ayet-i kerimede belirttiği gibi: <strong><span dir="RTL">فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا اٰتِنَا فِى الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِى الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاق</span> &ldquo;İnsanlardan, (bazıları) &ldquo;Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu d&uuml;nyada ver&rdquo; diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur.&rdquo; </strong>(Bakara 200).</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Bu hususta <u>Elmalıl Hamdi Yazır</u> tefsirinde şunları s&ouml;ylemektadir: İmam Fahruddin Raz&icirc; tefsirinde der ki: &quot;Mutlulukların mertebeleri &uuml;&ccedil;t&uuml;r: Ruha ait, bedene ait ve dışarıya ait. Ruha ait mutluluk ikidir. Birisi ilimle g&ouml;r&uuml;ş kuvvetinin tamamlanması, biri de &uuml;st&uuml;n ahl&acirc;k ile amel kuvvetinin tamamlanmasıdır. Bedene ait mutluluk da ikidir. Bunlar sağlık ve g&uuml;zelliktir. Dış mutluluk da ikidir. Bunlar mal ve makamdır. &ldquo;Bize d&uuml;nyada ver.&rdquo; talebi de bu kısımlardan her birini i&ccedil;ine alır. &Ccedil;&uuml;nk&uuml; ilim, d&uuml;nyada s&uuml;slenmek ve emsalinden &ouml;ne ge&ccedil;mek i&ccedil;in istenirse d&uuml;nyadan olur. Yine aynı şekilde &uuml;st&uuml;n ahl&acirc;k da d&uuml;nyada başa ge&ccedil;mek ve d&uuml;nya menfaatlerini zapt ve idare etmek i&ccedil;in istenirse bu da d&uuml;nyadan olur. &Ouml;ld&uuml;kten sonra dirilmeye ve k&acirc;inatın sonuna imanı olmayanlar da gerek ruha ve gerekse bedene ait herhangi bir fazileti isterlerse ancak d&uuml;nya i&ccedil;in isterler. (E. Hamdi Yazır tfsr., Bakara 200)</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; H&uuml;lasa, m&uuml;min kul nereden ve neden bu d&uuml;nyaya geldiğini, bu d&uuml;nya hayatında neler yapması gerektiğini ve bu hayatta yapacaklarının karşılığını Ayeti kerimede belirtildiği gibi;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; <strong><span dir="RTL">وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَراًّ يَرَه</span></strong>&nbsp; .&nbsp; <strong><span dir="RTL">فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْراً يَرَهُۜ</span> &ldquo;Kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun m&uuml;k&acirc;fatını g&ouml;recektir, Kim de zerre ağırlığınca bir k&ouml;t&uuml;l&uuml;k işlerse, onun cezasını g&ouml;recektir.&rdquo; </strong>(Zilzal 7) miskal-i zerre miktarı dahi olsa karşılığını ama k&acirc;r ama zarar g&ouml;receğini bildirmektedir. Bu bilgi de ger&ccedil;ek h&uuml;k&uuml;m sahibi olan Allah&rsquo;ın (c.c) g&ouml;revlendirdiği Peygamberleri vasıtasıyla kendisine bildirilmiştir. Artık M&uuml;sl&uuml;man bu ger&ccedil;eği tasdik etmiş, tanık olmuştur. Binaenaleyh, her m&uuml;min bu ger&ccedil;eğe g&ouml;re hayatını inşa etme mesuliyeti taşımaktadır.</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Kulun İslami bir nizama g&ouml;re hayatını tanzim etmesi, Cenab-i Hakk&rsquo;ın Efendimize (s.a.v) Cebrail (a.s) vasıtasıyla indirdiği Kur&rsquo;an&rsquo;a ve Efendimizin (s.a.v) s&uuml;nnet-i seniyelerine uygun olmalıdır. Yani, Allah (c.c) ve Resul&uuml; (s.a.v) nasıl bildirdi ise, o haliyle, İsl&acirc;m dinini &ouml;ğrenmek ve yaşamak gereklidir. Kendi g&ouml;r&uuml;ş ve d&uuml;ş&uuml;ncelerimize g&ouml;re din&icirc; anlayış geliştirmek, bir yol &ccedil;izmek yanlış ve bizi dal&acirc;lete g&ouml;t&uuml;r&uuml;r. Din, Allah&rsquo;tan (c.c) geldiği gibi kabul edilmelidir. Zira d&uuml;nya ve ahiret hayatının hakikatine dair yeg&acirc;ne ger&ccedil;ek bilgi kaynağı Allah&rsquo;tan (c.c) gelen İsl&acirc;m Dininin kaynağı olan Kur&rsquo;andır. Bu bilgi d&uuml;nyayı, ahireti, canlı ve cansız her nevi varlığı yaratan Allah&rsquo;tan (c.c) gelmektedir.</p> <p>Allah (c.c), aklın idrak edebildiği ve idrak edemediği hikmetlere bağlı olarak her yarattığına istediği sureti vermiş ve hayatını belirlemiştir. Onlar &uuml;zerinde istediği gibi etki ve tasarruf sahibi olan da O&rsquo;dur. Keza Allah Te&acirc;l&acirc;, &acirc;lemi bir b&uuml;t&uuml;nl&uuml;k i&ccedil;erisinde yaratmıştır. &Acirc;lemdeki her bir unsur diğerine bağlıdır. İyi veya k&ouml;t&uuml; haliyle diğerini etkiler. Varlığın fıtratından uzaklaşması, i&ccedil;inde bulunduğu &acirc;leme yabancılaşması demektir. Varlığın bu hali zarar g&ouml;rmesine yol a&ccedil;tığı gibi, &ccedil;evresine de zarar vermeye başlar. İsl&acirc;m bu yabancılaşmanın, dolayısıyla hakikatten uzaklaşmanın &ouml;n&uuml;ne ge&ccedil;mek i&ccedil;in kurallar koymuştur. Yapılacakları ve yapılmayacakları belirler. B&ouml;ylece hayat i&ccedil;in g&uuml;venli bir alan oluşturur. (DEVAM EDECEK İNŞA-ALLAH)</p> <p>&nbsp;</p>
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.