KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (3)
<p>Buraya kadar yaptığımız genel girizgâhtan sonra esas mevzumuz olan Mümin kişinin Kur’an ve Sünnete uygun “Dünya Hayatı”na dönelim. Mümin bireyin dünya hayatında kime karşı ne yapması gerektiğini tasnif ederek takdim etmeye çalışalım İnşallah!</p>
<p>Mümin kişinin dünya hayatında ifa etmesi gereken görevler şunlardır:</p>
<ol>
<li>Mümin kişinin Allah’a (c.c) karşı görevleri,</li>
<li>Mümin kişinin kendisine karşı görevleri,</li>
<li>Mümin kişinin ailesine karşı görevleri,</li>
<li>Mümin kişinin topluma karşı görevleri,</li>
<li>Mümin kişinin hayvanata karşı görevleri,</li>
<li>Mümin kişinin nebatata karşı görevleri,</li>
<li>Mümin kişinin tabiata karşı görevleri olmak üzere yedi kategoride ele almak mümkündür.</li>
</ol>
<p style="margin-left:53.4pt"> </p>
<ol>
<li><strong>Mümin kişinin Allah’a (c.c) karşı görevleri:</strong></li>
</ol>
<p style="margin-left:53.45pt"> </p>
<ol style="list-style-type:lower-alpha">
<li><strong><u>Yalnız Allah’a (c.c) kulluk etmelidir: </u></strong></li>
</ol>
<p>Öncelikle şunu kat’i bir şekilde bilmeliyiz ki; her akıl sahibi ve ergenlik çağına ermiş kimse, Allah Teâlâ’yı bilip yalnız O’na kulluk etmekle sorumludur. Zira Allah (c.c) Kur’an-ı azimuşşanda şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ</span> “Ben Cinleri ve İnsanları Bana kulluk etsinler diye yarattım.” </strong>diye beyan etmektedir<strong> (</strong>Zariyat 56). Dolayısıyla kula düşen görev, fıtratına uygun hareket edip Allah’a (c.c) karşı ubudiyetini hakkıyla yerine getirmesidir. Zira Ayet-i kerimede belirtilen yaradılış maksadı gereği, insanın fıtratında Allah’a (c.c) ibadet etme özelliği var edilmiştir. Bu özellik sayesinde şayet ailesi, çevresi, eğitim kurumları ve başka etkin kişi ve çevrelerce hak ve hakikat dikkate alınarak bu istikamete yönlendirilse, kul fıtratı gereği Allah’a (c.c) karşı ubudiyetini hakkıyla yerine getirecektir. Aksi istikametteki telkinler ise, kulun fıtrat gereği olan Allah’a (c.c) ibadet (kulluk) etme görevi, telkin edilme istikametindeki başka varlıklara, örneğin; Güneş’e, Ay’a, Yıldız’a veya sair çeşitli varlıklara olacaktır.</p>
<p> </p>
<p>Nitekim Resül-i Ekrem (s.a.v) bir hadisi şerifinde bu istikamette şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">عن أبي هريرة رضي الله عنه قال قال النبي صلى الله عليه وسلم كل مولود يولد على الفطرة فأبواه يهودانه أو ينصرانه أو يمجسانه </span> </strong>Ebu Hureyre’den (r.a) rivayetle Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:<strong> “Her çocuk fıtrat (İslam) üzerine doğar. Sonra anası ile babası onu Yahudi yaparlar, yahud Nasranî (hiristiyan) yaparlar, yahud Mecusi (ateşperest) yaparlar. </strong>(Buhari, Cenaiz, Hadis No:1319)</p>
<p> </p>
<p>Bu Hadis-i şerifte beyan edildiği gibi, insanlar doğuştan İslam’ı kabul­lenme temayül ve kabiliyetindedirler. Zira onlar böyle bir tabiat üzere yaratıl­mışlardır. Fakat ana baba çocuğu doğru yola sevk edebileceği gibi sapık dinlere de sürükleyebilirler.</p>
<p>Keza kulun çevresi, ebeveynleri ve eğitim kurumları gibi yönlendirici herhangi bir etki altında kalmaması halinde şu Ayet-i kerimede belirtildiği gibi: <strong><span dir="RTL">فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّٖينِ حَنٖيفًا فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّتٖى فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدٖيلَ لِخَلْقِ اللّٰهِ ذٰلِكَ الدّٖينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ </span>“Yüzünü dine bir hanîf (Allah’ın birliğine inanan) olarak tut. O Allah fıtratına (dinine) ki insanları onun üzerine yaratmıştır, Allah yaradılışında tebdil (değişiklik) bulunmaz. Doğru sabit din odur. Velâkin nâsın (insanların) ekserisi bunu bilmezler” (</strong>Rum 30), fıtratı icabı hakikati bulmaya kadirdir.</p>
<p>Ayet-i kerimede zikredilen Fıtrat’tan maksat ise, yaratılma şekli, din, ihlas, İslam, tevhid inancı, Allaha verilen ahd vb. anlamlarda yorumlanmıştır.</p>
<p>Yezid bin Ebi Meryem diyor ki: "Bir gün Ömer (r.a), Muaz b. Cebel'in yanından geçti ve ona "Bu ümmeti ayakta tutan direkler nelerdir?" diye sordu. Muaz da: "İnsanları kurtaran şu üç şeydir.": 1-İhlas: İşte Allah’ın insanları yarattığı fıt­rat budur. 2-Namaz: Hz. İbrahim’in dini işte budur. 3-İtaat: Bu da kulun muhafaza edilmesidir." Bunun üzerine Ömer: "Doğru söyledin." dedi. (Taberi tfsr. Rum 30))</p>
<p style="margin-left:36.0pt"> </p>
<p>Aslında "<strong>Fıtrat</strong>" Allah’ın (c.c) insanda var ettiği huy, aklıselim, tabiat, ka­rakter vb. sıfatlardır. Yani tabir caiz ise, yaratırken yüklediği programdır. Günümüz tabiri ile bu fabrika ayarları yukarıda zikrettiğimiz etkenler tarafından bozulmadığı takdirde, bu sıfatlar sayesinde insanın hakikati bulması pekâlâ mümkündür. Aksi takdirde yukarıya taşıdığımız Hadis-i şerifte geçtiği gibi, yönlendirildiği istikamette yolunu bulacaktır. Burada Hz. İbrahim’in (a.s) Kur’an’da geçen kıssasına değinmekte fayda mülahaza ediyorum.</p>
<p> </p>
<p> Bu kıssa F. Er-Razi tefsirinde şöyle geçer: O zamanın kralı, bir rüya görmüştü. Rüyayı tabir edenler de; Bunu, mülkü konusunda kendisine karşı gelecek bir erkek çocu­ğunun doğması" şeklinde yorumladılar. Bunun üzerine kral, doğan her erkek çocuğun kesilip öldürülmesini emretti. Derken Hz. İbrahim (a.s)'in annesi, ona hamile kaldı, ama bunu kimseye belli etmedi. Doğum sancıları başlayınca, dağdaki bir mağaraya gidip orada doğurdu. Sonra mağaranın girişini bir taşla kapattı. Bunun üzerine Cebrail (a.s) gelerek, parmağını İbrahim'in ağzına koyunca O da onu emdi. Böylece O'nun rızkı bu parmaktan hâsıl oldu. Cibril (a.s) zaman zaman onu ziyaret ediyordu. Annesi de sık sık yanına gelip onu emziriyordu. İbrahim (a.s) büyüyüp aklı gelişip, bir Rabbi olduğunu anlayıncaya kadar, bu hal böylece devam etti.</p>
<p> </p>
<p>İbrahim (a.s) bir gün annesine, "Benim Rabbim kim?" diye sorar. Annesi de: "Senin rabbin (yani seni terbiye edip büyüten), benim" der. Bunun üzerine İbrahim (a.s), "Ya senin Rabbin kim?" diye sorunca o, "Babandır” cevabını verir. Hz. İbrahim bunun üzerine babasına, "Senin Rabbin kim?" diye sorar. Babası, "Şehrin kralıdır" cevabını verir. Dolayısıyla o, ana ve babasının Rablerini tanımadıklarını anlar. Böylece Rabi’nin varlığına istidlal edebileceği (delil olabileceği) bir şey görebilmek için mağaradan dışarı bakar. Gökteki yıldızların en parlağını görür ve "İşte Rabbim budur" der. Bu hadise, aşağıdaki Ayetlerde anlatıldığı gibi kıssanın sonuna kadar devam eder. (F. Er-Razi tfsr.)</p>
<p> </p>
<p>Başka bir rivayete göre de kısaca şöyledir: Babil kralı Nemrut döneminde doğan erkek çocukların öldürülmesinden dolayı, annesi Hz. İbrahim’i mağarada doğurmuştur. Eşi Azer dâhil olmak üzere çevresindekilere; çocuğunun zayıf ve hastalıklı doğduğunu ve bu haliyle hayata tutunamadığını ve doğar doğmaz öldüğünü söylemiştir. Allah’ın (c.c) inayetiyle çocuğun parmağını emerek rızkı hâsıl olmuştur. Ayrıca arada bir annesi fırsat buldukça mağaraya gidip çocuğunu emzirerek, Allah’ın (c.c) yardımıyla bu mağarada çocuğunu büyütmüştür. Dolayısıyla fıtratını tahrip edici herhangi bir etkene maruz kalmayan bu çocuk kimi tarihçilere göre 13, kimisine göre 15, kimisine göre de 16, kimisine göre 17 yaşına geldiğinde genç bir adam olarak mağaradan çıktıktan sonra, annesi hakikati babası Azer’e anlatmıştır. Putperest olan Babil halkını hidayete davet eden Hz. İbrahim (a.s) babası Azer’e şöyle seslenmiştir:</p>
<p> </p>
<p><strong><span dir="RTL">وَاِذْ قَالَ اِبْرٰهٖيمُ لِاَبٖيهِ اٰزَرَ اَتَتَّخِذُ اَصْنَامًا اٰلِهَةً اِنّٖى اَرٰيكَ وَقَوْمَكَ فٖى ضَلَالٍ مُبٖينٍ</span></strong><strong> Ve bir zaman İbrahim babası Azere (şöyle) demişti: "Sen putları ilah mı ediniyorsun? Görüyorum ki sen ve halkın açık bir sapıklık içindesiniz. </strong>(Enam 74)</p>
<p style="margin-left:36.0pt"> </p>
<p><strong><span dir="RTL">وَكَذٰلِكَ نُرٖى اِبْرٰهٖيمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنٖينَ </span></strong><strong> Böylece Biz İbrahime, (Allahın) gökler ve yer üzerindeki güçlü hükümranlığı ile ilgili (ilk) kavrayışı kazandırdık, ki kalben mutmain olan kimselerden olsun. </strong>(Enam 75)</p>
<p>Taberi (rh.a) diyor ki: Bu ifade­den maksadın, göklerin ve yerin mülkiyetinin gösterilmesi oluğunu söyleyen görüştür. Yani, Allah Teâlâ, Hz. İbrahim'e, göklerde ve yerde yarattığı güneşi, ayı, yıldızlan, ağaçları hayvanları ve saltanatının azametini ifade eden diğer ya­ratıkları gösterdi. Böylece ona, hadiselerin dış yüzünü gösterdiği gibi, iç âlemlerini de öğretti."</p>
<p>Ayet-i kerimede "Yakinen iman edenlerden olsun diye" buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat şudur: "Biz İbrahim’e, göklerin ve yerin mülkünü gösterdik ki o, Al- lah’ı belirleyenlerden ve kavuştuğu hidayetin gerçeğini bilenlerden ve kavminin, putlara tapmalarının bir sapıklık olduğunu idrak edenlerden olsun." (Taberi tfsr.)</p>
<p style="margin-left:36.0pt"> </p>
<p><strong><span dir="RTL">فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ اللَّيْلُ رَاٰ كَوْكَبًا قَالَ هٰـذَا رَبّٖى فَلَمَّا اَفَلَ قَالَ لَا اُحِبُّ الْاٰفِلٖينَ</span></strong><strong> Üzerine gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. “İşte Rabbim!” dedi. Yıldız batınca da, “Ben öyle batanları sevmem” dedi. </strong>(Enam 76)</p>
<p>Hz. İbrahim gece olup karanlık olunca, ortaya çıkan bir yıldız gördü. Allah'tan başkasına ibadet etmenin bâtıl olduğuna dair bir delil göstermek için kavmine "Bakın işte benim rabbim bu." dedi. Sonra yıldız kaybolunca da "Ben, kaybolup gidenleri sevmem." dedi.</p>
<p> </p>
<p><strong><span dir="RTL">فَلَمَّا رَاَ الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هٰـذَا رَبّٖى فَلَمَّا اَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِنٖى رَبّٖى لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّالّٖينَ </span></strong><strong>Sonra, ayın doğduğunu görünce, "İşte benim Rabbim bu!" dedi. Ama ay da batınca, "Gerçekten, eğer Rabbim beni doğru yola iletmezse ben kesinlikle sapkınlığa düşmüş kimselerden olurdum!" dedi. </strong>(Enam 77)</p>
<p>Hz. İbrahim, yıldızdan sonra daha büyük ve parlak olan Ay'ı görünce kavmine hitaben "Benim rabbim bu" dedi. Ama ay da batınca, “Gerçekten, eğer Rabbim beni doğru yola iletmezse ben kesinlikle sapıklığa düşmüş kimselerden olurum!” dedi. Ve sözlerine devamla "Eğer rabbim bana, onun ilahlığını anlayacak bir idrak kabiliyeti vermemiş olsaydı yemin olsun ki ben de sa­pıklardan biri gibi olurdum" dedi ve bu gibi batıp kaybolan şeylerin tanrı olama­yacağını kavmine göstermek istedi.</p>
<p style="margin-left:36.0pt"> </p>
<p><strong><span dir="RTL">فَلَمَّا رَاَ الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰـذَا رَبّٖى هٰـذَا اَكْبَرُ فَلَمَّا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّٖى بَرٖیءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ</span></strong><strong> Sonra</strong> <strong>Güneşi doğarken görünce de, “İşte benim Rabbim! Bu daha büyük” dedi. O da batınca (kavmine dönüp), “Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım” dedi. </strong></p>
<p>Diğer gezegenlerden daha büyük ve daha parlak olan Güneş de kaybolup gidince Hz. İbrahim, bunun da ilah olamayacağına işaretle kavmine "Sizin, tap­tığınız bu gibi şeylerden ben uzağım. Bilin ki bunlar ilah olamaz." diyerek onla­rı bir kere daha uyarmış oldu.</p>
<p style="margin-left:36.0pt"> </p>
<p>Abdullah b. Abbas ve Muhammet b. İshak'tan rivayet edilen bir görü­şe göre Hz. İbrahim, Nemrut'un erkek çocukları öldürmesi sebebiyle bir mağa­rada saklanıp büyümüştür. Onun mağaradaki rızkı ise, parmaklarında idi. O parmaklarını emerdi. Daha sonra dışarı çıkınca, yıldızı, ayı, güneşi, rabbi zannederek gerçekten onlara tapmış fakat onların geçici olduklarını görünce, ilah ol­maya layık olmadıklarını anlamış ve hakiki ma’bud olan Allah-ı idrak etmiş ve ona iman ettiğini beyan etmiştir. (Taberi, Kurtubi tfsr.)</p>
<p> </p>
<p><strong>UYARI</strong>: Burada dikkatimizden kaçmaması gereken çok önemli bir hususa özellikle işaret etmek istiyorum. Allah (c.c) şu Ayet-i kerimede belirttiği gibi:<strong><span dir="RTL">اَللّٰهُ يَصْطَفٖى مِنَ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>الْمَلٰئِكَةِ رُسُلًا وَمِنَ النَّاسِ اِنَّ اللّٰهَ سَمٖيعٌ بَصٖيرٌ </strong></span><strong>“Allah meleklerden de, insanlardan da elçiler seçer. Ama yine de her şeyi gören, her şeyi işiten Allah'tır.” </strong>(Hac 75) Peygamberler, insanlar arasından Yüce Allah (c.c) tarafından seçilir. Bu nedenle peygamberlik; çalışmak veya ibadet yolu ile elde edilebilecek bir mertebe ve görev değildir. Allah (c.c), mesajını iletmek üzere insanların içinden bazılarını seçip görevlendirmiştir. Bu özel kişiler, diğer insanlara Allah’ın (c.c) buyruklarını bildirmişlerdir. Binaenaleyh peygamber olabilmek için Allah (c.c) tarafından seçilmiş olmak en temel koşuldur. Yani Hz. İbrahim (a.s) fıtraten tahrip olmadığından peygamber seçilmiş değildir. Belki peygamber seçildiği için fıtraten sağlam kalmıştır. (Allah-u a’lem). Ancak tahrip edilmemiş fıtratın, dolayısıyla aklıselim ve idrakin önemine işaret etmek maksadıyla, Hz. İbrahim’in Kur’an’da geçen kıssasına burada yer verdik.</p>
<p>Burada Fıtrat’ın hakka ve hakikate daha meyilli olduğu, dolayısıyla bozulmadığı takdirde Allah’tan (c.c) gelen emir ve nehiylere uygun tepkiyi vermeye kabil ve meyilli olduğunu özellikle vurgulamak isterim. Bozulmayan fıtrata sunulan seçimde, muhakkak iyiyi tercih edecektir. Dolayısıyla Allah (c.c) peygamberleri vasıtasıyla insanlara gösterdiği hakikati idrak etmesi ve buna iman etmesi öncelikli tercihi olacaktır.</p>
<p>Nitekim cennete girenlerin şöyle dediklerini Ayet-i kerimede müşahede ediyoruz: <strong><span dir="RTL">وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ</span></strong> <strong>“Bütün övgüler, bizi bu bahtiyarlığa eriştiren Allah'a yakışır; çünkü eğer O bize yol göstermeseydi biz asla doğru yolu bulamazdık! Ve Rabbimizin elçileri bize gerçekten de doğruyu söylemişler!” diyecekler. Ve bir ses: “işte geçmişte edip-eyledikleriniz sayesinde kazandığınız cennet, bu!” diye yankılanacak.” </strong>(A’raf 43)</p>
<p>Ayrıca Cenab-i Hak (c.c) kendisini bilip, tanıyıp ve kendisine kulluk etmek için yaratmış olduğu bizlerden, “kıyamet günü inkârımızı önlemek için”, bizlerin O’nun kulu ve O’nun da bizim Rabbimiz olduğuna dair bizimle bir ahit ile söz almıştır. Şu Ayet-i kerimede zikredildiği gibi: <strong><span dir="RTL">وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنٖى اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰى اَنْفُسِهِمْ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ قَالُوا بَلٰى شَهِدْنَا اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰـذَا غَافِلٖينَ </span>“Hani Rabbin Âdemoğullarının sulblerinden zürriyetlerini alıp, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye şahit tuttuğunda, onlar da; “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.” </strong>(A’raf 172)</p>
<p>Müfessirler, nakillere dayanarak ayetin zahirî manasını almışlar ve Allah Teâlâ'nın, bütün insanları zerrecikler halinde Hz. Âdemin sulbundan çıkarıp akıl verdiğini ve onlara, rableri olduğunu ikrar ettirdiğini, daha sonra beşer olarak dünyaya gelen insanlardan bir kısmının bu sözlerine sadık kaldıklarını bir kısmının da sözlerinden döndüklerini açıklamışlardır. (Taberi tfsr., A’raf 172)</p>
<p> </p>
<p>Konu ile alakalı bir Hadis-i şerifte şunlar zikredilmektedir:</p>
<p><strong><span dir="RTL">عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : " أَخَذَ اللَّهُ الْمِيثَاقَ مِنْ ظَهْرِ آدَمَ بِنَعْمَانَ يَعْنِي عَرَفَةَ فَأَخْرَجَ مَنْ صُلْبِهِ كُلَّ ذُرِّيَّةٍ ذَرَأَهَا ، فَنَثَرَهُمْ بَيْنَ يَدَيْهِ كَالذَّرِّ ، ثُمَّ كَلَّمَهُمْ قُبُلًا فَقَالَ : أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ قَالُوا بَلَى شَهِدْنَا </span></strong>Abdullah b. Abbas Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir;</p>
<p><strong>“Allah, Arafat’ta, Âdemin sulbundaki zerreciklerden söz aldı ve onun sulbundan yarattığı her zürriyeti çıkardı. Onları zerrecikler halinde önüne dizdi sonra hepsiyle yüz yüze konuştu ve onlara bu ayetleri bildirdi: ben Rabbiniz değil miyim? Onlarda: evet şehadet ederiz dediler.” </strong></p>
<p> </p>
<p>Binaenaleyh dikkatimizi celbeden husus; Ayet-i celilede (A’raf 172) “<strong>Âdemoğullarının sulblerinden zürriyetler” </strong>ifadesi geçtiği halde, Hadis-i şerifte “<strong>Âdemin sulbundaki zürriyet” </strong>diye ifade edilmektedir. Bu çelişki gibi görünen ifadeleri imam Fahruddin Razi (Rh.a) tefsirinde şöyle izah etmektedir:</p>
<p>Hz. Peygamber (s.a.v)'den, ayeti bu şekilde tefsir ettiğine dair gelen rivayet sahihtir. Resûtullah'ın yaptığı tefsiri tenkit etmek ise, mümkün değildir. Buna göre biz deriz ki: Ayetin zahiri, Hak Teâlâ'nın, zerreleri, âdemoğullarının sırtlarından çıkardığına delalet eder. Dolayısıyla bu, Allah Teâlâ'nın, falanca şahıstan falancanın, falancadan da falancanın doğup meydana geleceğini bildiği manasına hamledilir. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hakk, onların varlık âlemine gireceklerini, bildiği sıraya göre, onları çıkarmış ve birbirinden ayırt etmiştir. Allah Teâlâ'nın, bütün zürriyeti, Âdem (a.s)'in sulbundan çıkarması meselesine gelince; Ayetin lafzında, bunun şöyle veya böyle olduğuna dair herhangi bir delâlet bulunmamaktadır. Ancak ne var ki Hadis buna delâlet etmektedir. Binâenaleyh, zürriyetlerin âdemoğullarının sırtlarından çıkarıldığı Kur'an ile Âdem’in sırtından çıkarıldığı ise Hadis ile sabit olmuştur. Bunun böyle olması halinde de, bu iki husus arasında ne bir tezat ne de bir çelişki söz konusu değildir. Şu halde mümkün olduğu kadarıyla, hem ayeti, hem de hadisi tenkitten korumak için, bu iki hususun ikisini de birden benimsemek gerekir. (F.Razi Tefsiri, A’raf 172)</p>
<p>Abdullah bin Amr da Resulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Âdemin sulbundan, daha sonra meydana gelecek olan insanlar, tarağın, baştan bir şeyleri alması gibi alınıp çıkarıldılar. Sonra Allah onlara: <strong><span dir="RTL">أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ</span></strong> <strong>"Ben sizin Rab’ınız değil miyim?"</strong> diye sordu. Onlar da: <strong><span dir="RTL">قَالُوا بَلَى</span></strong> "<strong>Evet sen bizim rabbimizsin"</strong> dediler. Melekler de kıyamet gününde "Biz böyle bir şey hatırlamıyoruz" dememeniz için: <strong><span dir="RTL">شَهِدْنَا</span></strong> <strong>bizler şahidiz."</strong> dediler. (Taberi tfsr., A’raf 172) (DEVAM EDECEK İNŞA-ALLAH)</p>
<p> </p>
Ekleme
Tarihi: 16 Mayıs 2016 - Pazartesi
KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (3)
<p>Buraya kadar yaptığımız genel girizgâhtan sonra esas mevzumuz olan Mümin kişinin Kur’an ve Sünnete uygun “Dünya Hayatı”na dönelim. Mümin bireyin dünya hayatında kime karşı ne yapması gerektiğini tasnif ederek takdim etmeye çalışalım İnşallah!</p>
<p>Mümin kişinin dünya hayatında ifa etmesi gereken görevler şunlardır:</p>
<ol>
<li>Mümin kişinin Allah’a (c.c) karşı görevleri,</li>
<li>Mümin kişinin kendisine karşı görevleri,</li>
<li>Mümin kişinin ailesine karşı görevleri,</li>
<li>Mümin kişinin topluma karşı görevleri,</li>
<li>Mümin kişinin hayvanata karşı görevleri,</li>
<li>Mümin kişinin nebatata karşı görevleri,</li>
<li>Mümin kişinin tabiata karşı görevleri olmak üzere yedi kategoride ele almak mümkündür.</li>
</ol>
<p style="margin-left:53.4pt"> </p>
<ol>
<li><strong>Mümin kişinin Allah’a (c.c) karşı görevleri:</strong></li>
</ol>
<p style="margin-left:53.45pt"> </p>
<ol style="list-style-type:lower-alpha">
<li><strong><u>Yalnız Allah’a (c.c) kulluk etmelidir: </u></strong></li>
</ol>
<p>Öncelikle şunu kat’i bir şekilde bilmeliyiz ki; her akıl sahibi ve ergenlik çağına ermiş kimse, Allah Teâlâ’yı bilip yalnız O’na kulluk etmekle sorumludur. Zira Allah (c.c) Kur’an-ı azimuşşanda şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ</span> “Ben Cinleri ve İnsanları Bana kulluk etsinler diye yarattım.” </strong>diye beyan etmektedir<strong> (</strong>Zariyat 56). Dolayısıyla kula düşen görev, fıtratına uygun hareket edip Allah’a (c.c) karşı ubudiyetini hakkıyla yerine getirmesidir. Zira Ayet-i kerimede belirtilen yaradılış maksadı gereği, insanın fıtratında Allah’a (c.c) ibadet etme özelliği var edilmiştir. Bu özellik sayesinde şayet ailesi, çevresi, eğitim kurumları ve başka etkin kişi ve çevrelerce hak ve hakikat dikkate alınarak bu istikamete yönlendirilse, kul fıtratı gereği Allah’a (c.c) karşı ubudiyetini hakkıyla yerine getirecektir. Aksi istikametteki telkinler ise, kulun fıtrat gereği olan Allah’a (c.c) ibadet (kulluk) etme görevi, telkin edilme istikametindeki başka varlıklara, örneğin; Güneş’e, Ay’a, Yıldız’a veya sair çeşitli varlıklara olacaktır.</p>
<p> </p>
<p>Nitekim Resül-i Ekrem (s.a.v) bir hadisi şerifinde bu istikamette şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">عن أبي هريرة رضي الله عنه قال قال النبي صلى الله عليه وسلم كل مولود يولد على الفطرة فأبواه يهودانه أو ينصرانه أو يمجسانه </span> </strong>Ebu Hureyre’den (r.a) rivayetle Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:<strong> “Her çocuk fıtrat (İslam) üzerine doğar. Sonra anası ile babası onu Yahudi yaparlar, yahud Nasranî (hiristiyan) yaparlar, yahud Mecusi (ateşperest) yaparlar. </strong>(Buhari, Cenaiz, Hadis No:1319)</p>
<p> </p>
<p>Bu Hadis-i şerifte beyan edildiği gibi, insanlar doğuştan İslam’ı kabul­lenme temayül ve kabiliyetindedirler. Zira onlar böyle bir tabiat üzere yaratıl­mışlardır. Fakat ana baba çocuğu doğru yola sevk edebileceği gibi sapık dinlere de sürükleyebilirler.</p>
<p>Keza kulun çevresi, ebeveynleri ve eğitim kurumları gibi yönlendirici herhangi bir etki altında kalmaması halinde şu Ayet-i kerimede belirtildiği gibi: <strong><span dir="RTL">فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّٖينِ حَنٖيفًا فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّتٖى فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدٖيلَ لِخَلْقِ اللّٰهِ ذٰلِكَ الدّٖينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ </span>“Yüzünü dine bir hanîf (Allah’ın birliğine inanan) olarak tut. O Allah fıtratına (dinine) ki insanları onun üzerine yaratmıştır, Allah yaradılışında tebdil (değişiklik) bulunmaz. Doğru sabit din odur. Velâkin nâsın (insanların) ekserisi bunu bilmezler” (</strong>Rum 30), fıtratı icabı hakikati bulmaya kadirdir.</p>
<p>Ayet-i kerimede zikredilen Fıtrat’tan maksat ise, yaratılma şekli, din, ihlas, İslam, tevhid inancı, Allaha verilen ahd vb. anlamlarda yorumlanmıştır.</p>
<p>Yezid bin Ebi Meryem diyor ki: "Bir gün Ömer (r.a), Muaz b. Cebel'in yanından geçti ve ona "Bu ümmeti ayakta tutan direkler nelerdir?" diye sordu. Muaz da: "İnsanları kurtaran şu üç şeydir.": 1-İhlas: İşte Allah’ın insanları yarattığı fıt­rat budur. 2-Namaz: Hz. İbrahim’in dini işte budur. 3-İtaat: Bu da kulun muhafaza edilmesidir." Bunun üzerine Ömer: "Doğru söyledin." dedi. (Taberi tfsr. Rum 30))</p>
<p style="margin-left:36.0pt"> </p>
<p>Aslında "<strong>Fıtrat</strong>" Allah’ın (c.c) insanda var ettiği huy, aklıselim, tabiat, ka­rakter vb. sıfatlardır. Yani tabir caiz ise, yaratırken yüklediği programdır. Günümüz tabiri ile bu fabrika ayarları yukarıda zikrettiğimiz etkenler tarafından bozulmadığı takdirde, bu sıfatlar sayesinde insanın hakikati bulması pekâlâ mümkündür. Aksi takdirde yukarıya taşıdığımız Hadis-i şerifte geçtiği gibi, yönlendirildiği istikamette yolunu bulacaktır. Burada Hz. İbrahim’in (a.s) Kur’an’da geçen kıssasına değinmekte fayda mülahaza ediyorum.</p>
<p> </p>
<p> Bu kıssa F. Er-Razi tefsirinde şöyle geçer: O zamanın kralı, bir rüya görmüştü. Rüyayı tabir edenler de; Bunu, mülkü konusunda kendisine karşı gelecek bir erkek çocu­ğunun doğması" şeklinde yorumladılar. Bunun üzerine kral, doğan her erkek çocuğun kesilip öldürülmesini emretti. Derken Hz. İbrahim (a.s)'in annesi, ona hamile kaldı, ama bunu kimseye belli etmedi. Doğum sancıları başlayınca, dağdaki bir mağaraya gidip orada doğurdu. Sonra mağaranın girişini bir taşla kapattı. Bunun üzerine Cebrail (a.s) gelerek, parmağını İbrahim'in ağzına koyunca O da onu emdi. Böylece O'nun rızkı bu parmaktan hâsıl oldu. Cibril (a.s) zaman zaman onu ziyaret ediyordu. Annesi de sık sık yanına gelip onu emziriyordu. İbrahim (a.s) büyüyüp aklı gelişip, bir Rabbi olduğunu anlayıncaya kadar, bu hal böylece devam etti.</p>
<p> </p>
<p>İbrahim (a.s) bir gün annesine, "Benim Rabbim kim?" diye sorar. Annesi de: "Senin rabbin (yani seni terbiye edip büyüten), benim" der. Bunun üzerine İbrahim (a.s), "Ya senin Rabbin kim?" diye sorunca o, "Babandır” cevabını verir. Hz. İbrahim bunun üzerine babasına, "Senin Rabbin kim?" diye sorar. Babası, "Şehrin kralıdır" cevabını verir. Dolayısıyla o, ana ve babasının Rablerini tanımadıklarını anlar. Böylece Rabi’nin varlığına istidlal edebileceği (delil olabileceği) bir şey görebilmek için mağaradan dışarı bakar. Gökteki yıldızların en parlağını görür ve "İşte Rabbim budur" der. Bu hadise, aşağıdaki Ayetlerde anlatıldığı gibi kıssanın sonuna kadar devam eder. (F. Er-Razi tfsr.)</p>
<p> </p>
<p>Başka bir rivayete göre de kısaca şöyledir: Babil kralı Nemrut döneminde doğan erkek çocukların öldürülmesinden dolayı, annesi Hz. İbrahim’i mağarada doğurmuştur. Eşi Azer dâhil olmak üzere çevresindekilere; çocuğunun zayıf ve hastalıklı doğduğunu ve bu haliyle hayata tutunamadığını ve doğar doğmaz öldüğünü söylemiştir. Allah’ın (c.c) inayetiyle çocuğun parmağını emerek rızkı hâsıl olmuştur. Ayrıca arada bir annesi fırsat buldukça mağaraya gidip çocuğunu emzirerek, Allah’ın (c.c) yardımıyla bu mağarada çocuğunu büyütmüştür. Dolayısıyla fıtratını tahrip edici herhangi bir etkene maruz kalmayan bu çocuk kimi tarihçilere göre 13, kimisine göre 15, kimisine göre de 16, kimisine göre 17 yaşına geldiğinde genç bir adam olarak mağaradan çıktıktan sonra, annesi hakikati babası Azer’e anlatmıştır. Putperest olan Babil halkını hidayete davet eden Hz. İbrahim (a.s) babası Azer’e şöyle seslenmiştir:</p>
<p> </p>
<p><strong><span dir="RTL">وَاِذْ قَالَ اِبْرٰهٖيمُ لِاَبٖيهِ اٰزَرَ اَتَتَّخِذُ اَصْنَامًا اٰلِهَةً اِنّٖى اَرٰيكَ وَقَوْمَكَ فٖى ضَلَالٍ مُبٖينٍ</span></strong><strong> Ve bir zaman İbrahim babası Azere (şöyle) demişti: "Sen putları ilah mı ediniyorsun? Görüyorum ki sen ve halkın açık bir sapıklık içindesiniz. </strong>(Enam 74)</p>
<p style="margin-left:36.0pt"> </p>
<p><strong><span dir="RTL">وَكَذٰلِكَ نُرٖى اِبْرٰهٖيمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنٖينَ </span></strong><strong> Böylece Biz İbrahime, (Allahın) gökler ve yer üzerindeki güçlü hükümranlığı ile ilgili (ilk) kavrayışı kazandırdık, ki kalben mutmain olan kimselerden olsun. </strong>(Enam 75)</p>
<p>Taberi (rh.a) diyor ki: Bu ifade­den maksadın, göklerin ve yerin mülkiyetinin gösterilmesi oluğunu söyleyen görüştür. Yani, Allah Teâlâ, Hz. İbrahim'e, göklerde ve yerde yarattığı güneşi, ayı, yıldızlan, ağaçları hayvanları ve saltanatının azametini ifade eden diğer ya­ratıkları gösterdi. Böylece ona, hadiselerin dış yüzünü gösterdiği gibi, iç âlemlerini de öğretti."</p>
<p>Ayet-i kerimede "Yakinen iman edenlerden olsun diye" buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat şudur: "Biz İbrahim’e, göklerin ve yerin mülkünü gösterdik ki o, Al- lah’ı belirleyenlerden ve kavuştuğu hidayetin gerçeğini bilenlerden ve kavminin, putlara tapmalarının bir sapıklık olduğunu idrak edenlerden olsun." (Taberi tfsr.)</p>
<p style="margin-left:36.0pt"> </p>
<p><strong><span dir="RTL">فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ اللَّيْلُ رَاٰ كَوْكَبًا قَالَ هٰـذَا رَبّٖى فَلَمَّا اَفَلَ قَالَ لَا اُحِبُّ الْاٰفِلٖينَ</span></strong><strong> Üzerine gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. “İşte Rabbim!” dedi. Yıldız batınca da, “Ben öyle batanları sevmem” dedi. </strong>(Enam 76)</p>
<p>Hz. İbrahim gece olup karanlık olunca, ortaya çıkan bir yıldız gördü. Allah'tan başkasına ibadet etmenin bâtıl olduğuna dair bir delil göstermek için kavmine "Bakın işte benim rabbim bu." dedi. Sonra yıldız kaybolunca da "Ben, kaybolup gidenleri sevmem." dedi.</p>
<p> </p>
<p><strong><span dir="RTL">فَلَمَّا رَاَ الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هٰـذَا رَبّٖى فَلَمَّا اَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِنٖى رَبّٖى لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّالّٖينَ </span></strong><strong>Sonra, ayın doğduğunu görünce, "İşte benim Rabbim bu!" dedi. Ama ay da batınca, "Gerçekten, eğer Rabbim beni doğru yola iletmezse ben kesinlikle sapkınlığa düşmüş kimselerden olurdum!" dedi. </strong>(Enam 77)</p>
<p>Hz. İbrahim, yıldızdan sonra daha büyük ve parlak olan Ay'ı görünce kavmine hitaben "Benim rabbim bu" dedi. Ama ay da batınca, “Gerçekten, eğer Rabbim beni doğru yola iletmezse ben kesinlikle sapıklığa düşmüş kimselerden olurum!” dedi. Ve sözlerine devamla "Eğer rabbim bana, onun ilahlığını anlayacak bir idrak kabiliyeti vermemiş olsaydı yemin olsun ki ben de sa­pıklardan biri gibi olurdum" dedi ve bu gibi batıp kaybolan şeylerin tanrı olama­yacağını kavmine göstermek istedi.</p>
<p style="margin-left:36.0pt"> </p>
<p><strong><span dir="RTL">فَلَمَّا رَاَ الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰـذَا رَبّٖى هٰـذَا اَكْبَرُ فَلَمَّا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّٖى بَرٖیءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ</span></strong><strong> Sonra</strong> <strong>Güneşi doğarken görünce de, “İşte benim Rabbim! Bu daha büyük” dedi. O da batınca (kavmine dönüp), “Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım” dedi. </strong></p>
<p>Diğer gezegenlerden daha büyük ve daha parlak olan Güneş de kaybolup gidince Hz. İbrahim, bunun da ilah olamayacağına işaretle kavmine "Sizin, tap­tığınız bu gibi şeylerden ben uzağım. Bilin ki bunlar ilah olamaz." diyerek onla­rı bir kere daha uyarmış oldu.</p>
<p style="margin-left:36.0pt"> </p>
<p>Abdullah b. Abbas ve Muhammet b. İshak'tan rivayet edilen bir görü­şe göre Hz. İbrahim, Nemrut'un erkek çocukları öldürmesi sebebiyle bir mağa­rada saklanıp büyümüştür. Onun mağaradaki rızkı ise, parmaklarında idi. O parmaklarını emerdi. Daha sonra dışarı çıkınca, yıldızı, ayı, güneşi, rabbi zannederek gerçekten onlara tapmış fakat onların geçici olduklarını görünce, ilah ol­maya layık olmadıklarını anlamış ve hakiki ma’bud olan Allah-ı idrak etmiş ve ona iman ettiğini beyan etmiştir. (Taberi, Kurtubi tfsr.)</p>
<p> </p>
<p><strong>UYARI</strong>: Burada dikkatimizden kaçmaması gereken çok önemli bir hususa özellikle işaret etmek istiyorum. Allah (c.c) şu Ayet-i kerimede belirttiği gibi:<strong><span dir="RTL">اَللّٰهُ يَصْطَفٖى مِنَ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>الْمَلٰئِكَةِ رُسُلًا وَمِنَ النَّاسِ اِنَّ اللّٰهَ سَمٖيعٌ بَصٖيرٌ </strong></span><strong>“Allah meleklerden de, insanlardan da elçiler seçer. Ama yine de her şeyi gören, her şeyi işiten Allah'tır.” </strong>(Hac 75) Peygamberler, insanlar arasından Yüce Allah (c.c) tarafından seçilir. Bu nedenle peygamberlik; çalışmak veya ibadet yolu ile elde edilebilecek bir mertebe ve görev değildir. Allah (c.c), mesajını iletmek üzere insanların içinden bazılarını seçip görevlendirmiştir. Bu özel kişiler, diğer insanlara Allah’ın (c.c) buyruklarını bildirmişlerdir. Binaenaleyh peygamber olabilmek için Allah (c.c) tarafından seçilmiş olmak en temel koşuldur. Yani Hz. İbrahim (a.s) fıtraten tahrip olmadığından peygamber seçilmiş değildir. Belki peygamber seçildiği için fıtraten sağlam kalmıştır. (Allah-u a’lem). Ancak tahrip edilmemiş fıtratın, dolayısıyla aklıselim ve idrakin önemine işaret etmek maksadıyla, Hz. İbrahim’in Kur’an’da geçen kıssasına burada yer verdik.</p>
<p>Burada Fıtrat’ın hakka ve hakikate daha meyilli olduğu, dolayısıyla bozulmadığı takdirde Allah’tan (c.c) gelen emir ve nehiylere uygun tepkiyi vermeye kabil ve meyilli olduğunu özellikle vurgulamak isterim. Bozulmayan fıtrata sunulan seçimde, muhakkak iyiyi tercih edecektir. Dolayısıyla Allah (c.c) peygamberleri vasıtasıyla insanlara gösterdiği hakikati idrak etmesi ve buna iman etmesi öncelikli tercihi olacaktır.</p>
<p>Nitekim cennete girenlerin şöyle dediklerini Ayet-i kerimede müşahede ediyoruz: <strong><span dir="RTL">وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ</span></strong> <strong>“Bütün övgüler, bizi bu bahtiyarlığa eriştiren Allah'a yakışır; çünkü eğer O bize yol göstermeseydi biz asla doğru yolu bulamazdık! Ve Rabbimizin elçileri bize gerçekten de doğruyu söylemişler!” diyecekler. Ve bir ses: “işte geçmişte edip-eyledikleriniz sayesinde kazandığınız cennet, bu!” diye yankılanacak.” </strong>(A’raf 43)</p>
<p>Ayrıca Cenab-i Hak (c.c) kendisini bilip, tanıyıp ve kendisine kulluk etmek için yaratmış olduğu bizlerden, “kıyamet günü inkârımızı önlemek için”, bizlerin O’nun kulu ve O’nun da bizim Rabbimiz olduğuna dair bizimle bir ahit ile söz almıştır. Şu Ayet-i kerimede zikredildiği gibi: <strong><span dir="RTL">وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنٖى اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰى اَنْفُسِهِمْ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ قَالُوا بَلٰى شَهِدْنَا اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰـذَا غَافِلٖينَ </span>“Hani Rabbin Âdemoğullarının sulblerinden zürriyetlerini alıp, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye şahit tuttuğunda, onlar da; “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.” </strong>(A’raf 172)</p>
<p>Müfessirler, nakillere dayanarak ayetin zahirî manasını almışlar ve Allah Teâlâ'nın, bütün insanları zerrecikler halinde Hz. Âdemin sulbundan çıkarıp akıl verdiğini ve onlara, rableri olduğunu ikrar ettirdiğini, daha sonra beşer olarak dünyaya gelen insanlardan bir kısmının bu sözlerine sadık kaldıklarını bir kısmının da sözlerinden döndüklerini açıklamışlardır. (Taberi tfsr., A’raf 172)</p>
<p> </p>
<p>Konu ile alakalı bir Hadis-i şerifte şunlar zikredilmektedir:</p>
<p><strong><span dir="RTL">عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : " أَخَذَ اللَّهُ الْمِيثَاقَ مِنْ ظَهْرِ آدَمَ بِنَعْمَانَ يَعْنِي عَرَفَةَ فَأَخْرَجَ مَنْ صُلْبِهِ كُلَّ ذُرِّيَّةٍ ذَرَأَهَا ، فَنَثَرَهُمْ بَيْنَ يَدَيْهِ كَالذَّرِّ ، ثُمَّ كَلَّمَهُمْ قُبُلًا فَقَالَ : أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ قَالُوا بَلَى شَهِدْنَا </span></strong>Abdullah b. Abbas Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir;</p>
<p><strong>“Allah, Arafat’ta, Âdemin sulbundaki zerreciklerden söz aldı ve onun sulbundan yarattığı her zürriyeti çıkardı. Onları zerrecikler halinde önüne dizdi sonra hepsiyle yüz yüze konuştu ve onlara bu ayetleri bildirdi: ben Rabbiniz değil miyim? Onlarda: evet şehadet ederiz dediler.” </strong></p>
<p> </p>
<p>Binaenaleyh dikkatimizi celbeden husus; Ayet-i celilede (A’raf 172) “<strong>Âdemoğullarının sulblerinden zürriyetler” </strong>ifadesi geçtiği halde, Hadis-i şerifte “<strong>Âdemin sulbundaki zürriyet” </strong>diye ifade edilmektedir. Bu çelişki gibi görünen ifadeleri imam Fahruddin Razi (Rh.a) tefsirinde şöyle izah etmektedir:</p>
<p>Hz. Peygamber (s.a.v)'den, ayeti bu şekilde tefsir ettiğine dair gelen rivayet sahihtir. Resûtullah'ın yaptığı tefsiri tenkit etmek ise, mümkün değildir. Buna göre biz deriz ki: Ayetin zahiri, Hak Teâlâ'nın, zerreleri, âdemoğullarının sırtlarından çıkardığına delalet eder. Dolayısıyla bu, Allah Teâlâ'nın, falanca şahıstan falancanın, falancadan da falancanın doğup meydana geleceğini bildiği manasına hamledilir. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hakk, onların varlık âlemine gireceklerini, bildiği sıraya göre, onları çıkarmış ve birbirinden ayırt etmiştir. Allah Teâlâ'nın, bütün zürriyeti, Âdem (a.s)'in sulbundan çıkarması meselesine gelince; Ayetin lafzında, bunun şöyle veya böyle olduğuna dair herhangi bir delâlet bulunmamaktadır. Ancak ne var ki Hadis buna delâlet etmektedir. Binâenaleyh, zürriyetlerin âdemoğullarının sırtlarından çıkarıldığı Kur'an ile Âdem’in sırtından çıkarıldığı ise Hadis ile sabit olmuştur. Bunun böyle olması halinde de, bu iki husus arasında ne bir tezat ne de bir çelişki söz konusu değildir. Şu halde mümkün olduğu kadarıyla, hem ayeti, hem de hadisi tenkitten korumak için, bu iki hususun ikisini de birden benimsemek gerekir. (F.Razi Tefsiri, A’raf 172)</p>
<p>Abdullah bin Amr da Resulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Âdemin sulbundan, daha sonra meydana gelecek olan insanlar, tarağın, baştan bir şeyleri alması gibi alınıp çıkarıldılar. Sonra Allah onlara: <strong><span dir="RTL">أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ</span></strong> <strong>"Ben sizin Rab’ınız değil miyim?"</strong> diye sordu. Onlar da: <strong><span dir="RTL">قَالُوا بَلَى</span></strong> "<strong>Evet sen bizim rabbimizsin"</strong> dediler. Melekler de kıyamet gününde "Biz böyle bir şey hatırlamıyoruz" dememeniz için: <strong><span dir="RTL">شَهِدْنَا</span></strong> <strong>bizler şahidiz."</strong> dediler. (Taberi tfsr., A’raf 172) (DEVAM EDECEK İNŞA-ALLAH)</p>
<p> </p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.