KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (9)
<p><strong><u>Velayet ve Keramet:</u></strong> Veli’nin tarifini yukarıda yapmış olmakla beraber, kısaca hatırlayacak olursak Veli: Allah'a (c.c) karşı hep bilinçli ve duyarlı kimseler olması anlamında, Allah’ın (c.c) emirlerine itaat ve yasaklarından sakınmak suretiyle, Allah'a (c.c) yakın olan kimse ifadesiyle aktarılması yerinde olacaktır.</p>
<p>Keramet ise; kerem kökünden gelen ve esas kerem sahibi olan Cenab-i Hakk’ın (c.c) yukarıda tasvif ettiğimiz sevdiği kullarına ikramına “Keramet” denir. Keramet haktır ve Cenab-ı Hakk’ın (c.c) iradesine bağlıdır. Bunda kulun iradesinin ve kesbinin bir tesiri yoktur. Cenab-ı Hakk’ın bu ihsanı ve ikramı, peygamberin eliyle olursa mucize, evliyanın eliyle olursa keramet adını alır.</p>
<p>Sadeddin Mesud bin Ömer bin Abdullah el-<u>Teftezanî</u> (Rh.A) Kerameti şöyle tarif etmektedir: “Keramet; nübüvvet iddiasında bulunmaksızın, evliyalarda zuhur eden harikulâde hallerdir. Bu caizdir. Çünkü mucize cinsindendir. Bunun hem sahabeden, hem tabiinden, hem de birçok Salih kimselerden zuhur ettiği tevatür derecesine varmıştır. (Teftezani, Şerh-i Mekasıd, Âlemü’l- Kütüb, Beyrut,1989, 5/72)</p>
<p>Halk arasında, bahusus sofiler arasında, velayetin yegâne emaresinin keramet olduğu konusu oldukça yaygındır. Bu Sofiler zümresi keramet meselesini neredeyse velayet konusu ile eş değerde görmektedir. Onlara göre manevi kemalatın ölçüsü Veli’nin gösterdiği kerametler ile doğru orantılıdır. Buna göre vuzuha kavuşması gereken soru, velinin velayetini ispat etmesi için keramet göstermesi şart mıdır? Sorusudur. Zira yukarıda değindiğimiz gibi bunun böyle olması gerektiğine kuvvetle inanan zümreler mevcuttur. Tıpkı Peygamberlerin davalarının hak olduğunu mucize ile ispat etmeye çalıştıkları gibi, veliler de keramet göstererek bunu yapmalıdırlar şeklinde düşünebilenler hayli kalabalıktır. Hâlbuki bu konuda yanıldıkları apaçık ortadadır. Zira Peygamberler Allah’ın (c.c) onlara tevdi etmiş olduğu bir görev var ve bu görevi ifa etmekle yükümlüdürler. Yükümlü oldukları bu nübüvvet görevinin doğruluğunu ispat etmek için olağanüstü hallerle mücehhezdirler. Hâlbuki Velinin velayetini ispat etme görevi yoktur. Dolayısıyla Velayetin böyle bariz bir delile gereği olmadığı gibi; tam aksine Veli’nin kerametini kasıtlı olarak ifşa etmesi, riyakârlığa sebebiyet vereceği korkusuyla doğru da değildir kanaatindeyiz.</p>
<p>Evliyaullah’ın kerameti hakkında Kurtubi’nin (Rh.a) Kehf suresinin 77-78 Ayetlerinin 9.Maddesindeki tefsirinde şöyle denmektedir: Sabit haberlerin ve mütevâtir ayetlerin delâleti üzere evliyanın keramet­leri sabittir. Kerametleri ya inkârcı bir bidatçı yahut haktan sapmış bir fasıktan başkası inkâr etmez. Yüce Allah'ın Meryem ile ilgili olarak haber vermiş olduğu yaz ayındaki kış meyveleri, kış ayında yaz meyvelerinin yanında bulunması, kendisinin emir vermesi üzere kuru­muş olan hurma ağacının meyve vermesi gibi -ki Meryem, konu ile ilgi­li görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte peygamber değildir-. Yine Hızır (a.s) vasıtası İle meydana gelen geminin delinmesi, çocuğun öldürülmesi, duvarın onarılıp düzeltilmesi de kerametlere delildir. (Kurtubi, Kehf 77,78)</p>
<p>Kerametin vaki ve hak olduğu Kuran, Hadis ve aklî delillerle sabittir. Bunları sırasıyla ele alalım:</p>
<p><strong><u>A-Kuran’dan deliller</u></strong></p>
<p><strong>1-Kurtubi (Rh.a) tefsirinden yukarıya taşıdığımız <u>Hz.Meryemin</u> kıssasıdır.</strong> Burada bu kıssa ile alakalı bilgilenmemizin faydalı olacağı kanaatindeyiz.</p>
<p>Hz. Meryem İmran bin Masan’ın kızıdır. İmran ailesi İsrail oğullarının sayılan ve sevilen dindar bir ailesidir. Hz. Meryem’in İmran’ın kızı olduğu şu Ayetle açıkça ifade edilmiştir: <strong><u><span dir="RTL">وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرٰنَ </span></u><span dir="RTL">الَّتٖى اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فٖيهِ مِنْ رُوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهٖ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتٖينَ</span> “Ve Irzını korumuş olan, <u>İmran kızı Meryem'i</u> de Allah örnek gösterdi. Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O, gönülden itaat edenlerdendi.” </strong>(Tahrim 12).</p>
<p>İmran ailesinin kökleri hazreti İbrahim’e kadar uzanmaktadır. Şu Ayeti Kerimede de belirtildiği gibi İmran ailesi: <strong><span dir="RTL">اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰٓى اٰدَمَ وَنُوحاً وَاٰلَ اِبْرٰه۪يمَ وَاٰلَ عِمْرٰنَ عَلَى الْعَالَم۪ينَ</span></strong> <strong><span dir="RTL">ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِنْ بَعْضٍۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۚ</span></strong><strong> “Allah, birbirlerinin soyundan gelme bir nesil olarak Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesi ile İmran ailesini seçip âlemlere üstün kıldı. Allah işiten ve bilendir” </strong>(Ali İmran 33,34). Âdem, Nuh ve İbrahim’in (aleyhimusselam) ailesi ile birlikte anılır ve aynı çizgiyi temsil eder. Binaenaleyh, birbirinden gelmiş birer nesil olarak zikredilen bu kişi ve aileler, sadece biyolojik bir soy silsilesi değil, ayni zamanda birbirine manevi olarak da bağlı bulunan zincirin halkası ve devamıdır. Bu maddi ve manevi değerler zincirinin ilk halkasını ifade eden, şüphesiz ki Hz. Âdem (a.s)’dir. Nuh Tufanından sonrada yeniden kurulan insanlık zincirinin ikinci halkası da insanlığın ikinci babası olan Hz. Nuh (a.s) dir. Bu iki atadan sonra gelen Hz. İbrahim ve ailesi ise Sami ırkından gelen tüm peygamberlerin kök atasıdır. Hz. İbrahim’in (a.s) oğlu olan Hz. İshak’ın (a.s) soyundan gelen ve İsrail oğulları olarak bilinen bu peygamberlerin son halkası Hz. İsa (a.s)’dir. İmran Ailesi de, bu ana damarın uzantı halkası olarak Kur’an tabiri ile seçkinler arasında yerini almıştır. Her iki Cihan serveri ve Peygamberlik müessesinin son halkası olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) ise, Hz. İbrahim’in (a.s) oğlu olan Hz. İsmail’in (a.s) soyundandır.</p>
<p>Bu <u>seçkin</u> şahsiyet ve aileler hakkında Taberi (Rh.A) tefsirinde şunlar zikredilmektedir:</p>
<p>Allah Teâlâ, Hz. Âdemi balçıktan yarattı, ona ruhundan üfledi, melekleri ona saygı için secde ettirdi. Ona her şeyin ismini öğretti. Onu önce cennetine yerleştirip daha sonra, hikmeti gereği yeryüzüne indirdi. Böylece Hz. Âdem, di­ğer varlıklara karşı <u>seçkin</u> bir kimse oldu.</p>
<p>Allah Teâlâ, Hz. Nuh’u ise, insanların ilk defa putlara tapması ve kendisine ortak koşması zamanında Peygamber olarak gönderdi. Ona uzun ömür verip do­kuz yüz elli sene kadar insanları hak yola davet ettirdi. O insanlar, Nuh’un emri­ni dinlemeyince, ona tabi olanların dışında bütün insanları suda boğdu. Böylece Nuh’u <u>seçkin </u>bir insan kıldı.</p>
<p>Allah Teâlâ Hz. İbrahim’i de diğer insanlardan seçmiş, Hz. Muhammed (s.a.v.) dâhil birçok Peygamberi onun soyundan göndermiştir.</p>
<p>Burada seçilmişlerden olduğu zikredilen İmran ailesinden maksat da Hz. Meryem’in babası İmran’dır. Allah Teâlâ onun soyundan Hz. Meryem’i ve on­dan da insanlığın ilk yaratılışını hatırlatmak üzere, babasız olarak Hz. İsa’yı meydana getirmiş ve böylece İmran ailesini de <u>seçkin</u> kılmıştır. (Taberi, Ali-İmran, 33,34)</p>
<p>Hz. Meryem’in annesi ise, Ali-İmran Suresinin 35. Ayet’inin Taberi (Rh.a) tefsirinde şöyle tanıtılmaktadır; Ayet-i Kerimede zikredilen İmran’ın karısı, Fakuz’un kızı Hanne’dir. Bu kadın Zekeriya’nın (a.s.) karısının kız kardeşidir. Kocası ise Yaşhim oğlu İmran'dır. Hanne’nin karnındaki çocuğu, Allah’ın evine hizmet etmek için adaması­nın sebebi Muhammed b. İshak tarafından şu şekilde rivayet edilmiştir:</p>
<p>Zekeriya ile İmran, iki bacı ile evli idiler. Bu bacılardan biri, Zekeriya’nın oğlu Yahya’nın annesi diğeri ise İmran’ın kızı Mer­yem’in annesidir. (Yani, Yahya ile Meryem teyze çocuklarıdır.) Hanne (bazı rivayetlere göre Hannan; Razi (Rh.a) Ali-İmran suresi 35. Ayetin tefsiri: “Meryemin annesinin adağının mahiyeti” başlığı altında), ileri yaşlarına kadar çocuk doğurmamıştı. O, Allah Teâlâ’nın seçkin kıldığı bir ailedendi. Bir gün, bir ağacın gölgesi altında otururken bir kuşun, yavrularını beslediğini gördü ve kendisinin de çocuğu olmasını arzuladı. Allah Teâlâ’ya, kendisine çocuk vermesi için yal­vardı bundan sonra Meryem’e hamile kaldı. Hamileliği sırasında kocası İmran vefat etti. Hanne de karnında bulunan çocuğu Şu Ayet-i kerimede zikredildiği gibi Allaha adadı. <strong><span dir="RTL">اِذْ قَالَتِ امْرَاَتُ عِمْرٰنَ رَبِّ اِنّ۪ي نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّراً فَتَقَبَّلْ مِنّ۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ</span></strong><strong> “İmran’ın karısı şöyle demişti: «Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz (niyazımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen sensin.” </strong>(Ali-İmran, 35)</p>
<p>Onu adamasının manası şuydu. Adanan çocuk Kiliseye vakfedilmiş oluyordu. Artık o çocuk sa­dece Allaha kulluk ediyor ve ondan dünyevi bir fayda beklenmiyordu.</p>
<p>Âyette zikredilen ve "Sırf sana adadım" diye tercüme edi­len ifadesinden maksat, dünyevi herhangi bir meşgaleden uzak, hür, sırf Allah’a ibadete tahsis edilmiş demektir.</p>
<p>Mücahid, Şa'bi, Sait b. Cübeyr, Katade, Süddi, Rebi b. Enes, Dehhak ve İkrime bu ifadeden maksadın; çocuğun Havra ve Kiliseye hizmet etmeye tahsis edilmesi olduğunu söylemişlerdir. Böy­le bir kimse, dünya işlerinden elini çektiği için "Hürriyetine kavuşturulmuş" manasına gelen vasfı verilmiştir. (Taberi, Kurtubi, Razi, Ali-İmran 35)</p>
<p>Hanne, adadığı çocuğu kız doğrunca şöyle dedi: <strong><span dir="RTL">فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي وَضَعْتُهَٓا اُنْثٰىۜ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْۜ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْاُنْثٰىۚ وَاِنّ۪ي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَاِنّ۪ٓي اُع۪يذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ</strong></span><strong> "Ey rabbim, ben, adadığım çocuğu kız doğurdum. Hâlbuki Allah, her yarattığının ne doğurduğunu çok iyi bilir.”</strong> Hanne, rabbine karşı mazeretini belirterek şöyle devam etti <strong>"Erkek kız gibi değildir</strong>”. Erkek, hizmet etmeye daha elverişlidir. Zira kız, doğum ve hayız gibi durumlardan ötürü, Beytül Makdise yani Kudüsteki mabede bazen giremez. Ayrıca erkek daha güçlü ve daha kararlıdır. <strong>“Ben çocuğa Meryem adını koydum</strong>. <strong>Ben onu ve soyunu, kovulmuş Şeytanın şerrinden sana emanet ediyor ve himayene bırakıyorum”</strong>. (Ali-İmran 36)</p>
<p>Bu Ayet’in sonunda <strong>“Ben onu ve soyunu, kovulmuş Şeytanın şerrinden sana emanet ediyor ve himayene bırakıyorum” </strong>diye dua eden Meryem’in duası hakkında İmam Taberi (Rh.a) tefsirinde şunları zikretmektedir:</p>
<p>Allah, İmran’ın karısının duasını kabul etti. Meryem’i ve oğlu İsa’yı Şey­tanın şerrinden korudu. Bir hadis-i şerifte Peygamber efendimiz (s.a.v.) in şöyle buyurduğu rivayet ediliyor:</p>
<p>"Doğan hiçbir çocuk yoktur ki, anasından doğduğu anda Şeytan ona do­kunmuş olmasın. Çocuk, Şeytan’ın bu dokunmasından dolayı ilk defa ağlar. An­cak Meryem ve oğlu İsa bundan müstesnadır."</p>
<p>Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki: "Bu hususta isterseniz şu âyeti okuyun. "Meryemi ve neslini, kovulmuş Şeytanın şerrinden senin himayene sığındırırım.</p>
<p>Diğer bir hadis-İ şerif de şöyle Buyuruluyor: <strong><em><span dir="RTL">عن أبي هريرة رضي الله عنه أن النبي صلى الله عليه وسلم قال ما من مولود يولد إلا والشيطان يمسه حين يولد فيستهل صارخا من مس الشيطان إياه إلا مريم</span></em></strong><strong><em> "Bütün insanlar analarından doğdukları zaman, Şeytan onların iki böğrü­nü dürter. Meryem oğlu İsa hariç</em></strong>, Şeytan onu da dürtmeye teşebbüs etmiş fakat onu koruyan perdeye çarpmıştır. (Taberi, Ali-İmran 36)</p>
<p>Esas mevzumuz olan keramet konusu şu Ayeti kerimede zikredilmektedir: <strong><span dir="RTL">فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتاً حَسَناًۙ وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّاۜ كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقاًۚ قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ</span> “Rabbi Meryem'e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya'yı da onun bakımı ile görevlendirdi. <u>Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve «Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?» der; o da: Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir, derdi</u>” </strong>(Ali-İmran 37).</p>
<p>Ayeti Kerimede geçtiği gibi Rabbi Meryem’in duasını hüsnü kabul ile karşıladı ve Hz. Zekeriya’yı onun bakımı ile görevlendirdi. Ancak bu görevlendirmenin kura usulü ile kendisine Allah (c.c) tarafından tevdi edildiğine dair Ayet-i kerime ile sabittir. Bu hususta Ali-İmran Suresinin 44. Ayeti mevzuyu Peygamberimiz Hz. Muhammed’e hitaben şöyle dile getirmektedir:</p>
<p> <strong><span dir="RTL">ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۜ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يُلْقُونَ اَقْلَامَهُمْ اَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَۖ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يَخْتَصِمُونَ</span> “(Resulüm!) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye Kur’a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar çekişirken de yanlarında değildin”</strong> (Ali-İmran 44)</p>
<p>Bu Ayet-i kerimede de dile getirildiği gibi, kimin Hz. Meryem’i himayesine alması gerektiğine dair bir anlaşmazlık ve çekişme söz konusudur. Bu sorunun çözüme kavuşması için de gene Ayet-i kerimeden anladığımıza göre, Kura’ ya başvurulmaktadır. Bu Kura’nın oluş biçimi ile alakalı çeşitli rivayetler mevcuttur.</p>
<p>Örneğin:</p>
<p>-Katadeye göre Ayette zikredilen “Kalemlerden” maksat "Oklar" demek­tir. Zira Hz. Meryem, İsrail oğullarının imamlarının ve efendilerinin kızı olduğu için bunu kimin bakıp büyüteceği hususunda tartıştılar. Bunun üzerine oklarını atarak Kur’a çektiler. Kur'a, Hz. Meryem’in teyzesinin kocası olan Zekeriya’ya çıktı. Zekeriya da onu ailesinin içine alıp büyüttü.</p>
<p>-Abdullah b. Abbas ve Dehhak’a göre ise burada zikredilen "Kalemler" den maksat, gerçek kalemlerdir. Çünkü İmran’ın karısı, kızı Meryem’i getirip Mesci­de adadığını belirtince, orada vahiy yazan kâtipler, Meryem’e bakıp büyütme hu­susunda kalemleriyle Kur’a çekmişler ve Kur’a Zekeriya’ya çıkmıştır. İşte Allah Teâlâ, Hz. Muhammed’e, bu Kur’a çekilirken orada bulunmadığını, bu itibarla bu haberleri bilemeyeceğini, bu haberlerin kendisine Allah Teâlâ tarafından bildiril­diği için onun hak Peygamber olduğunu beyan etmiş böylece onu yalanlamaya kalkışan iki kitap ehlini de kınamıştır. (Taberi, Ali-İmran 44)</p>
<p>-Taberi özetle şunları söylemiştir: "Bize erişen haberlere gö­re Hz. Zekeriya ile diğer bir kısım insanlar, Hz. Meryem’e bakıp büyütme hususun­da ihtilaf etmişler, sonra oklarını Ürdün nehrine atmak suretiyle Kur'a çekmiş­ler. Neticede Kur'a Hz. Zekeriya’ya çıkmış ve Meryem’e bakıp büyütmeyi üstlen­miştir. Kuranın nasıl çekildiği hususunda bir kısım ilim ehli şunu söylemişler­dir: "Oklarını Ürdün nehrine atınca Zekeriya’nın oku, nehrin bir kenarında diki­lip kalmış su onu götürememiş, diğer okları ise alıp gitmiştir. Bu durumda diğer tartışanlar içinde Zekeriya’nın, Meryem’in bakımına daha layık olduğunu gös­termiştir. Diğer bir kısım âlimler de, kurada Zekeriya’nın okunun nehirden yu­karı doğru yükseldiğini, diğerlerinin oklarının ise Nehir’e düşüp gittiğini, bunun da Zekeriya’nın Meryem’e bakmaya daha layık olduğunu göstermeye delil oldu­ğunu söylemişlerdir. (Taberi, Ali-İmran 37)</p>
<p>-Süddi, "Rabbi onu güzel bir şekilde kabul etti ve onu güzel bir şekilde ye­tiştirdi." ayetinin izahında şunları söylemiştir: Annesi Meryem’i doğurduktan so­ra onu bir beze sarmış ve Mabedin mihrabına götürmüştür. (Bazı âlimlere göre ise Meryem’i ergenlik çağına eriştikten sonra oraya götürmüştür.) Mabette Tevrat’ı yazanlar, kendilerine bu gibi kimseler getirildiğinde onun kimin bakıp eği­teceğini tespit etmek için aralarında Kur’a çekiyorlardı. O zaman da Tevrat’ı ya­zanların en efdali olan Hz. Zekeriya da onların içinde bulunuyordu, Meryem’in teyzesi, Zekeriya’nın hanımı idi. Meryem’i getirip onun bakımı hususunda ara­larında Kur’a çekmeye teşebbüs edince Zekeriya onlara "Buna bakmaya en la­yık olan kimse benim. Çünkü onun teyzesi benim hanımımdır." dedi. Fakat Kur’a çekenler, onun teklifini kabul etmediler. Ürdün nehrine gittiler. Kendisiyle yazı yazdıkları kalemlerini Ürdün nehrine attılar. Kalemi dikilip kalan kimse Meryem’in bakımını üstlenecekti. Hepsinin kalemi suya kapılıp gitti. Sadece Zekeriya’nın kalemi sanki çamura saplanmış gibi suyun üzerine saplanıp kaldı. Böylece Zekeriya Meryem’in bakımını üzerine aldı. Onu evine götürdü. Ayette zikredilen "Mihrap “tan maksat da onun evidir. (Taberi, Ali-İmran 37)</p>
<p>-İkrime ise, Meryem’in bakımı işini şöyle anlatmaktadır: Meryem’in annesi onu bir beze sararak alıp Hz. Musa’nın kardeşi Harun’un oğlu olan Kâhinin oğul­larına götürdü. Kâhinin oğulları Kâbe’nin hizmetçileri gibi Beytül Makdis’in hiz­metçileri idiler. Meryem onlara "Alın bu adağı, ben bunu buraya hizmete ada­dım. Bu benim kızımdır. Adetli olan, kilise giremez ve ben bunu tekrar evi­me döndürmem." dedi. Onlar da: "Bu bizim İmamımızın kızıdır." dediler. Çün­kü İmamları onların namazlarını kıldıran ve kurbanlarını kesen rehber­leriydi. Orada bulunan Zekeriya "Bunu bana verin. Çünkü onun teyzesi benim hanımımdır." dedi. Onlar ise "Bu bizim İmamımızın kızı, gönlümüz onu sana teslim etmeye razı değil." dediler. İşte o zaman, Tevrat’ı yazdıkları kalemlerle Kur’a çektiler. Kur'a Zekeriya’ya çıktı. O da Meryem’in bakımını üzerine aldı. (Taberi, Ali-İmran 37)</p>
<p>Yukarıya taşıdığımız Ayet-i kerimenin (Ali-İmran 37) devamında; <strong>“<u>Zekeriyya, onun (Meryem’in) yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve «Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?» der; o da: Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir, derdi.” </u></strong></p>
<p>Ayet-i kerimenin bu kısmı, Âlimlerimizce veliyullahın kerametinin hak olduğunun delili olarak gösterilmiştir. Mevzu F.Razi’nin (Rh.a) ilgili Ayet’ in tefsirinde şöyle geçmektedir:</p>
<p> Bu âyet ile: Allah Teâlâ Zekeriya (a.s) her ne zaman, Meryem (a.s)'in yanına mihraba girdiğinde, onun yanında bir rızık bulduğunu, ona "Ey Meryem, bu sana nerden geliyor?" dediğini, onun da "Bu, Allah katındandır" diye cevap verdiğini bildirmiştir. Öyle ise bu rızkın onun yanında bulunması ya harikulade bir olaydır veya değildir. Bunun harikulade (olağanüstü) bir hâdise olmadığını söylersek, bu görüş şu beş bakımdan geçersiz olur:</p>
<p><strong>a) </strong>Bu takdirde, bu rızkın Hz. Meryem'in yanında bulunması, onun sanının yüceliğine, şerefinin derecesine ve bu meziyet ile diğer insanlardan üstün oluşuna bir delil olmazdı. Hâlbuki bu ayetten muradın, bunu ifade etmek olduğu malumdur.</p>
<p><strong>b)</strong> Hak Teâlâ bu ayetten sonra, "Orada Zekeriya Rabbine, "Yarabbi, bana senin tarafından çok temiz bir zürriyet bağışla " diye duâ etti" (Ali imran, 38) buyurmuştur. Kur’an-ı Kerim, Zekeriya (a.s)'ın hem kendisinin hem de hanımının ihtiyarlığı sebebi ile bir çocuk sahibi olmaktan ümidi kesmiş olduklarına delâlet etmektedir. Zekeriya (a.s), Hz. Meryem'deki bu harikulade hadiseyi müşahede edince, kendisinin de bir çocuğu olmasını arzu etti. İşte bu sebeple de, "İşte orada Zekeriya Habibine şöyle dua etti" ayeti yerinde olmuştur. Şayet onun, Meryem (a.s)'de müşahede ettiği şey, harikulade bir hadise olmasaydı, onun bu hadiseyi görmüş olması, yine harikulade bir şekilde yaşlı hanımından bir çocuğu olması arzusunu doğurmazdı.</p>
<p><strong>c)</strong> Ayetteki ''kelimesinin nekire olması, bu rızkın sanının yüceliğine delâlet etmektedir. Sanki şöyle denilmiştir: "Bir rızık, yani, nadide ve hayranlık uyandıran bir rızık..." İşte bu hâdise eğer harikulade bir olay olursa, ancak o zaman bu ayetin siyakına uygun düşen bir mana ifade etmiş olur.</p>
<p><strong>d)</strong> Hak Teâlâ, "Kendisini de oğlunu da âlemlere bir mucize kıldık" (Enbiya, 91) buyurmuştur. Bu gösterir ki, Meryem ve Hz. İsa'da harikulade haller zuhur etmiştir. Aksi halde bu ayetin ifade ettiği mana doğru olmazdı. Eğer, "Bundan Murad, "Allah Teâlâ'nın Meryem (a.s)'e bir erkekten olmaksızın bir oğul vermiş olmasıdır" denilmesi niçin caiz olmasın?" denilir ise deriz ki: Bu, tek başına bir mucize değildir, bilakis bunun doğru olduğunu ortaya koymak için başka bir mucizeye ihtiyaç vardır. O halde, bu ayeti o manaya nasıl hamledebiliriz? Aksine bu ayetten Murad, Meryem (a.s)'in doğru olduğuna ve temizliğine delâlet edecek şeyleri ortaya çıkarmaktır. Bu ise, ancak oğlu İsa (a.s)'ın elinde de tecelli edeceği gibi, onun elinde harikulade şeylerin zuhur etmesiyle mümkündür.</p>
<p><strong>e) </strong>Çok sayıdaki rivayete göre, Zekeriya (a.s), Hz. Meryem'in yanında yazın kış meyvelerini, kışın da yaz meyvelerini buluyordu. Böylece Meryem (a.s) için tecelli eden bu durumun, harikulade bir iş olduğu ortaya çıkmaktadır. Biz deriz ki: Şöyle de denilebilir: Bu hâdise, peygamberlerden birisinin mucizesi idi, veya böyle değildi. Birinci ihtimal bâtıldır. Çünkü o zaman, Zekeriya (a.s) peygamber idi. Şayet bu, onun bir mucizesi olsaydı bu işin halini ve gerçek durumunu bilir, bu mesele ona karışık gelmez ve ona "Bu, sana nerden geliyor?" demezdi. Yine Hak Teâlâ'nın, "İşte orada Zekeriya Rabbine şöyle dua etti.." ifadesi, Hz. Zekeriya (a.s)'ın, Meryem'e bunları sorduğunu, Meryem'in de bunun Allah katından olduğunu söylediğini, bunun üzerine Zekeriya (a.s)'ın da kısır, yaşlı ve doğuramayacak durumda olan karısından harikulade bir şekilde bir çocuk elde etme arzusuna düştüğünü bildirmektedir. Bu ise, Zekeriya (a.s)'ın bu hallere, ancak Meryem'in bildirmesi ile vakıf olduğuna delâlet eder. Durum böyle olunca, bu harikulade hâlin Hz. Zekeriya’nın bir mucizesi olmadığı kesinlik kazanır.</p>
<p>Geriye söylenecek tek şey kalmaktadır. Bu, ya İsa (a.s)'ın, ya da Hz. Meryem'in kerametidir. Hangisi olursa olsun, her iki durumda da maksat hâsıl olmaktadır. İşte velilerin kerametlerinin vaki ve hak olduğuna dair, bu ayetle istidlal şekli böyledir. (F.Razi, Ali-İmran 37) (DEVAM EDECK İNŞA-ALLAH)</p>
<p> </p>
Ekleme
Tarihi: 23 Ocak 2017 - Pazartesi
KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (9)
<p><strong><u>Velayet ve Keramet:</u></strong> Veli’nin tarifini yukarıda yapmış olmakla beraber, kısaca hatırlayacak olursak Veli: Allah'a (c.c) karşı hep bilinçli ve duyarlı kimseler olması anlamında, Allah’ın (c.c) emirlerine itaat ve yasaklarından sakınmak suretiyle, Allah'a (c.c) yakın olan kimse ifadesiyle aktarılması yerinde olacaktır.</p>
<p>Keramet ise; kerem kökünden gelen ve esas kerem sahibi olan Cenab-i Hakk’ın (c.c) yukarıda tasvif ettiğimiz sevdiği kullarına ikramına “Keramet” denir. Keramet haktır ve Cenab-ı Hakk’ın (c.c) iradesine bağlıdır. Bunda kulun iradesinin ve kesbinin bir tesiri yoktur. Cenab-ı Hakk’ın bu ihsanı ve ikramı, peygamberin eliyle olursa mucize, evliyanın eliyle olursa keramet adını alır.</p>
<p>Sadeddin Mesud bin Ömer bin Abdullah el-<u>Teftezanî</u> (Rh.A) Kerameti şöyle tarif etmektedir: “Keramet; nübüvvet iddiasında bulunmaksızın, evliyalarda zuhur eden harikulâde hallerdir. Bu caizdir. Çünkü mucize cinsindendir. Bunun hem sahabeden, hem tabiinden, hem de birçok Salih kimselerden zuhur ettiği tevatür derecesine varmıştır. (Teftezani, Şerh-i Mekasıd, Âlemü’l- Kütüb, Beyrut,1989, 5/72)</p>
<p>Halk arasında, bahusus sofiler arasında, velayetin yegâne emaresinin keramet olduğu konusu oldukça yaygındır. Bu Sofiler zümresi keramet meselesini neredeyse velayet konusu ile eş değerde görmektedir. Onlara göre manevi kemalatın ölçüsü Veli’nin gösterdiği kerametler ile doğru orantılıdır. Buna göre vuzuha kavuşması gereken soru, velinin velayetini ispat etmesi için keramet göstermesi şart mıdır? Sorusudur. Zira yukarıda değindiğimiz gibi bunun böyle olması gerektiğine kuvvetle inanan zümreler mevcuttur. Tıpkı Peygamberlerin davalarının hak olduğunu mucize ile ispat etmeye çalıştıkları gibi, veliler de keramet göstererek bunu yapmalıdırlar şeklinde düşünebilenler hayli kalabalıktır. Hâlbuki bu konuda yanıldıkları apaçık ortadadır. Zira Peygamberler Allah’ın (c.c) onlara tevdi etmiş olduğu bir görev var ve bu görevi ifa etmekle yükümlüdürler. Yükümlü oldukları bu nübüvvet görevinin doğruluğunu ispat etmek için olağanüstü hallerle mücehhezdirler. Hâlbuki Velinin velayetini ispat etme görevi yoktur. Dolayısıyla Velayetin böyle bariz bir delile gereği olmadığı gibi; tam aksine Veli’nin kerametini kasıtlı olarak ifşa etmesi, riyakârlığa sebebiyet vereceği korkusuyla doğru da değildir kanaatindeyiz.</p>
<p>Evliyaullah’ın kerameti hakkında Kurtubi’nin (Rh.a) Kehf suresinin 77-78 Ayetlerinin 9.Maddesindeki tefsirinde şöyle denmektedir: Sabit haberlerin ve mütevâtir ayetlerin delâleti üzere evliyanın keramet­leri sabittir. Kerametleri ya inkârcı bir bidatçı yahut haktan sapmış bir fasıktan başkası inkâr etmez. Yüce Allah'ın Meryem ile ilgili olarak haber vermiş olduğu yaz ayındaki kış meyveleri, kış ayında yaz meyvelerinin yanında bulunması, kendisinin emir vermesi üzere kuru­muş olan hurma ağacının meyve vermesi gibi -ki Meryem, konu ile ilgi­li görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte peygamber değildir-. Yine Hızır (a.s) vasıtası İle meydana gelen geminin delinmesi, çocuğun öldürülmesi, duvarın onarılıp düzeltilmesi de kerametlere delildir. (Kurtubi, Kehf 77,78)</p>
<p>Kerametin vaki ve hak olduğu Kuran, Hadis ve aklî delillerle sabittir. Bunları sırasıyla ele alalım:</p>
<p><strong><u>A-Kuran’dan deliller</u></strong></p>
<p><strong>1-Kurtubi (Rh.a) tefsirinden yukarıya taşıdığımız <u>Hz.Meryemin</u> kıssasıdır.</strong> Burada bu kıssa ile alakalı bilgilenmemizin faydalı olacağı kanaatindeyiz.</p>
<p>Hz. Meryem İmran bin Masan’ın kızıdır. İmran ailesi İsrail oğullarının sayılan ve sevilen dindar bir ailesidir. Hz. Meryem’in İmran’ın kızı olduğu şu Ayetle açıkça ifade edilmiştir: <strong><u><span dir="RTL">وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرٰنَ </span></u><span dir="RTL">الَّتٖى اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فٖيهِ مِنْ رُوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهٖ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتٖينَ</span> “Ve Irzını korumuş olan, <u>İmran kızı Meryem'i</u> de Allah örnek gösterdi. Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O, gönülden itaat edenlerdendi.” </strong>(Tahrim 12).</p>
<p>İmran ailesinin kökleri hazreti İbrahim’e kadar uzanmaktadır. Şu Ayeti Kerimede de belirtildiği gibi İmran ailesi: <strong><span dir="RTL">اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰٓى اٰدَمَ وَنُوحاً وَاٰلَ اِبْرٰه۪يمَ وَاٰلَ عِمْرٰنَ عَلَى الْعَالَم۪ينَ</span></strong> <strong><span dir="RTL">ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِنْ بَعْضٍۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۚ</span></strong><strong> “Allah, birbirlerinin soyundan gelme bir nesil olarak Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesi ile İmran ailesini seçip âlemlere üstün kıldı. Allah işiten ve bilendir” </strong>(Ali İmran 33,34). Âdem, Nuh ve İbrahim’in (aleyhimusselam) ailesi ile birlikte anılır ve aynı çizgiyi temsil eder. Binaenaleyh, birbirinden gelmiş birer nesil olarak zikredilen bu kişi ve aileler, sadece biyolojik bir soy silsilesi değil, ayni zamanda birbirine manevi olarak da bağlı bulunan zincirin halkası ve devamıdır. Bu maddi ve manevi değerler zincirinin ilk halkasını ifade eden, şüphesiz ki Hz. Âdem (a.s)’dir. Nuh Tufanından sonrada yeniden kurulan insanlık zincirinin ikinci halkası da insanlığın ikinci babası olan Hz. Nuh (a.s) dir. Bu iki atadan sonra gelen Hz. İbrahim ve ailesi ise Sami ırkından gelen tüm peygamberlerin kök atasıdır. Hz. İbrahim’in (a.s) oğlu olan Hz. İshak’ın (a.s) soyundan gelen ve İsrail oğulları olarak bilinen bu peygamberlerin son halkası Hz. İsa (a.s)’dir. İmran Ailesi de, bu ana damarın uzantı halkası olarak Kur’an tabiri ile seçkinler arasında yerini almıştır. Her iki Cihan serveri ve Peygamberlik müessesinin son halkası olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) ise, Hz. İbrahim’in (a.s) oğlu olan Hz. İsmail’in (a.s) soyundandır.</p>
<p>Bu <u>seçkin</u> şahsiyet ve aileler hakkında Taberi (Rh.A) tefsirinde şunlar zikredilmektedir:</p>
<p>Allah Teâlâ, Hz. Âdemi balçıktan yarattı, ona ruhundan üfledi, melekleri ona saygı için secde ettirdi. Ona her şeyin ismini öğretti. Onu önce cennetine yerleştirip daha sonra, hikmeti gereği yeryüzüne indirdi. Böylece Hz. Âdem, di­ğer varlıklara karşı <u>seçkin</u> bir kimse oldu.</p>
<p>Allah Teâlâ, Hz. Nuh’u ise, insanların ilk defa putlara tapması ve kendisine ortak koşması zamanında Peygamber olarak gönderdi. Ona uzun ömür verip do­kuz yüz elli sene kadar insanları hak yola davet ettirdi. O insanlar, Nuh’un emri­ni dinlemeyince, ona tabi olanların dışında bütün insanları suda boğdu. Böylece Nuh’u <u>seçkin </u>bir insan kıldı.</p>
<p>Allah Teâlâ Hz. İbrahim’i de diğer insanlardan seçmiş, Hz. Muhammed (s.a.v.) dâhil birçok Peygamberi onun soyundan göndermiştir.</p>
<p>Burada seçilmişlerden olduğu zikredilen İmran ailesinden maksat da Hz. Meryem’in babası İmran’dır. Allah Teâlâ onun soyundan Hz. Meryem’i ve on­dan da insanlığın ilk yaratılışını hatırlatmak üzere, babasız olarak Hz. İsa’yı meydana getirmiş ve böylece İmran ailesini de <u>seçkin</u> kılmıştır. (Taberi, Ali-İmran, 33,34)</p>
<p>Hz. Meryem’in annesi ise, Ali-İmran Suresinin 35. Ayet’inin Taberi (Rh.a) tefsirinde şöyle tanıtılmaktadır; Ayet-i Kerimede zikredilen İmran’ın karısı, Fakuz’un kızı Hanne’dir. Bu kadın Zekeriya’nın (a.s.) karısının kız kardeşidir. Kocası ise Yaşhim oğlu İmran'dır. Hanne’nin karnındaki çocuğu, Allah’ın evine hizmet etmek için adaması­nın sebebi Muhammed b. İshak tarafından şu şekilde rivayet edilmiştir:</p>
<p>Zekeriya ile İmran, iki bacı ile evli idiler. Bu bacılardan biri, Zekeriya’nın oğlu Yahya’nın annesi diğeri ise İmran’ın kızı Mer­yem’in annesidir. (Yani, Yahya ile Meryem teyze çocuklarıdır.) Hanne (bazı rivayetlere göre Hannan; Razi (Rh.a) Ali-İmran suresi 35. Ayetin tefsiri: “Meryemin annesinin adağının mahiyeti” başlığı altında), ileri yaşlarına kadar çocuk doğurmamıştı. O, Allah Teâlâ’nın seçkin kıldığı bir ailedendi. Bir gün, bir ağacın gölgesi altında otururken bir kuşun, yavrularını beslediğini gördü ve kendisinin de çocuğu olmasını arzuladı. Allah Teâlâ’ya, kendisine çocuk vermesi için yal­vardı bundan sonra Meryem’e hamile kaldı. Hamileliği sırasında kocası İmran vefat etti. Hanne de karnında bulunan çocuğu Şu Ayet-i kerimede zikredildiği gibi Allaha adadı. <strong><span dir="RTL">اِذْ قَالَتِ امْرَاَتُ عِمْرٰنَ رَبِّ اِنّ۪ي نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّراً فَتَقَبَّلْ مِنّ۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ</span></strong><strong> “İmran’ın karısı şöyle demişti: «Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz (niyazımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen sensin.” </strong>(Ali-İmran, 35)</p>
<p>Onu adamasının manası şuydu. Adanan çocuk Kiliseye vakfedilmiş oluyordu. Artık o çocuk sa­dece Allaha kulluk ediyor ve ondan dünyevi bir fayda beklenmiyordu.</p>
<p>Âyette zikredilen ve "Sırf sana adadım" diye tercüme edi­len ifadesinden maksat, dünyevi herhangi bir meşgaleden uzak, hür, sırf Allah’a ibadete tahsis edilmiş demektir.</p>
<p>Mücahid, Şa'bi, Sait b. Cübeyr, Katade, Süddi, Rebi b. Enes, Dehhak ve İkrime bu ifadeden maksadın; çocuğun Havra ve Kiliseye hizmet etmeye tahsis edilmesi olduğunu söylemişlerdir. Böy­le bir kimse, dünya işlerinden elini çektiği için "Hürriyetine kavuşturulmuş" manasına gelen vasfı verilmiştir. (Taberi, Kurtubi, Razi, Ali-İmran 35)</p>
<p>Hanne, adadığı çocuğu kız doğrunca şöyle dedi: <strong><span dir="RTL">فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي وَضَعْتُهَٓا اُنْثٰىۜ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْۜ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْاُنْثٰىۚ وَاِنّ۪ي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَاِنّ۪ٓي اُع۪يذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ</strong></span><strong> "Ey rabbim, ben, adadığım çocuğu kız doğurdum. Hâlbuki Allah, her yarattığının ne doğurduğunu çok iyi bilir.”</strong> Hanne, rabbine karşı mazeretini belirterek şöyle devam etti <strong>"Erkek kız gibi değildir</strong>”. Erkek, hizmet etmeye daha elverişlidir. Zira kız, doğum ve hayız gibi durumlardan ötürü, Beytül Makdise yani Kudüsteki mabede bazen giremez. Ayrıca erkek daha güçlü ve daha kararlıdır. <strong>“Ben çocuğa Meryem adını koydum</strong>. <strong>Ben onu ve soyunu, kovulmuş Şeytanın şerrinden sana emanet ediyor ve himayene bırakıyorum”</strong>. (Ali-İmran 36)</p>
<p>Bu Ayet’in sonunda <strong>“Ben onu ve soyunu, kovulmuş Şeytanın şerrinden sana emanet ediyor ve himayene bırakıyorum” </strong>diye dua eden Meryem’in duası hakkında İmam Taberi (Rh.a) tefsirinde şunları zikretmektedir:</p>
<p>Allah, İmran’ın karısının duasını kabul etti. Meryem’i ve oğlu İsa’yı Şey­tanın şerrinden korudu. Bir hadis-i şerifte Peygamber efendimiz (s.a.v.) in şöyle buyurduğu rivayet ediliyor:</p>
<p>"Doğan hiçbir çocuk yoktur ki, anasından doğduğu anda Şeytan ona do­kunmuş olmasın. Çocuk, Şeytan’ın bu dokunmasından dolayı ilk defa ağlar. An­cak Meryem ve oğlu İsa bundan müstesnadır."</p>
<p>Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki: "Bu hususta isterseniz şu âyeti okuyun. "Meryemi ve neslini, kovulmuş Şeytanın şerrinden senin himayene sığındırırım.</p>
<p>Diğer bir hadis-İ şerif de şöyle Buyuruluyor: <strong><em><span dir="RTL">عن أبي هريرة رضي الله عنه أن النبي صلى الله عليه وسلم قال ما من مولود يولد إلا والشيطان يمسه حين يولد فيستهل صارخا من مس الشيطان إياه إلا مريم</span></em></strong><strong><em> "Bütün insanlar analarından doğdukları zaman, Şeytan onların iki böğrü­nü dürter. Meryem oğlu İsa hariç</em></strong>, Şeytan onu da dürtmeye teşebbüs etmiş fakat onu koruyan perdeye çarpmıştır. (Taberi, Ali-İmran 36)</p>
<p>Esas mevzumuz olan keramet konusu şu Ayeti kerimede zikredilmektedir: <strong><span dir="RTL">فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتاً حَسَناًۙ وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّاۜ كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقاًۚ قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ</span> “Rabbi Meryem'e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya'yı da onun bakımı ile görevlendirdi. <u>Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve «Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?» der; o da: Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir, derdi</u>” </strong>(Ali-İmran 37).</p>
<p>Ayeti Kerimede geçtiği gibi Rabbi Meryem’in duasını hüsnü kabul ile karşıladı ve Hz. Zekeriya’yı onun bakımı ile görevlendirdi. Ancak bu görevlendirmenin kura usulü ile kendisine Allah (c.c) tarafından tevdi edildiğine dair Ayet-i kerime ile sabittir. Bu hususta Ali-İmran Suresinin 44. Ayeti mevzuyu Peygamberimiz Hz. Muhammed’e hitaben şöyle dile getirmektedir:</p>
<p> <strong><span dir="RTL">ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۜ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يُلْقُونَ اَقْلَامَهُمْ اَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَۖ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يَخْتَصِمُونَ</span> “(Resulüm!) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye Kur’a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar çekişirken de yanlarında değildin”</strong> (Ali-İmran 44)</p>
<p>Bu Ayet-i kerimede de dile getirildiği gibi, kimin Hz. Meryem’i himayesine alması gerektiğine dair bir anlaşmazlık ve çekişme söz konusudur. Bu sorunun çözüme kavuşması için de gene Ayet-i kerimeden anladığımıza göre, Kura’ ya başvurulmaktadır. Bu Kura’nın oluş biçimi ile alakalı çeşitli rivayetler mevcuttur.</p>
<p>Örneğin:</p>
<p>-Katadeye göre Ayette zikredilen “Kalemlerden” maksat "Oklar" demek­tir. Zira Hz. Meryem, İsrail oğullarının imamlarının ve efendilerinin kızı olduğu için bunu kimin bakıp büyüteceği hususunda tartıştılar. Bunun üzerine oklarını atarak Kur’a çektiler. Kur'a, Hz. Meryem’in teyzesinin kocası olan Zekeriya’ya çıktı. Zekeriya da onu ailesinin içine alıp büyüttü.</p>
<p>-Abdullah b. Abbas ve Dehhak’a göre ise burada zikredilen "Kalemler" den maksat, gerçek kalemlerdir. Çünkü İmran’ın karısı, kızı Meryem’i getirip Mesci­de adadığını belirtince, orada vahiy yazan kâtipler, Meryem’e bakıp büyütme hu­susunda kalemleriyle Kur’a çekmişler ve Kur’a Zekeriya’ya çıkmıştır. İşte Allah Teâlâ, Hz. Muhammed’e, bu Kur’a çekilirken orada bulunmadığını, bu itibarla bu haberleri bilemeyeceğini, bu haberlerin kendisine Allah Teâlâ tarafından bildiril­diği için onun hak Peygamber olduğunu beyan etmiş böylece onu yalanlamaya kalkışan iki kitap ehlini de kınamıştır. (Taberi, Ali-İmran 44)</p>
<p>-Taberi özetle şunları söylemiştir: "Bize erişen haberlere gö­re Hz. Zekeriya ile diğer bir kısım insanlar, Hz. Meryem’e bakıp büyütme hususun­da ihtilaf etmişler, sonra oklarını Ürdün nehrine atmak suretiyle Kur'a çekmiş­ler. Neticede Kur'a Hz. Zekeriya’ya çıkmış ve Meryem’e bakıp büyütmeyi üstlen­miştir. Kuranın nasıl çekildiği hususunda bir kısım ilim ehli şunu söylemişler­dir: "Oklarını Ürdün nehrine atınca Zekeriya’nın oku, nehrin bir kenarında diki­lip kalmış su onu götürememiş, diğer okları ise alıp gitmiştir. Bu durumda diğer tartışanlar içinde Zekeriya’nın, Meryem’in bakımına daha layık olduğunu gös­termiştir. Diğer bir kısım âlimler de, kurada Zekeriya’nın okunun nehirden yu­karı doğru yükseldiğini, diğerlerinin oklarının ise Nehir’e düşüp gittiğini, bunun da Zekeriya’nın Meryem’e bakmaya daha layık olduğunu göstermeye delil oldu­ğunu söylemişlerdir. (Taberi, Ali-İmran 37)</p>
<p>-Süddi, "Rabbi onu güzel bir şekilde kabul etti ve onu güzel bir şekilde ye­tiştirdi." ayetinin izahında şunları söylemiştir: Annesi Meryem’i doğurduktan so­ra onu bir beze sarmış ve Mabedin mihrabına götürmüştür. (Bazı âlimlere göre ise Meryem’i ergenlik çağına eriştikten sonra oraya götürmüştür.) Mabette Tevrat’ı yazanlar, kendilerine bu gibi kimseler getirildiğinde onun kimin bakıp eği­teceğini tespit etmek için aralarında Kur’a çekiyorlardı. O zaman da Tevrat’ı ya­zanların en efdali olan Hz. Zekeriya da onların içinde bulunuyordu, Meryem’in teyzesi, Zekeriya’nın hanımı idi. Meryem’i getirip onun bakımı hususunda ara­larında Kur’a çekmeye teşebbüs edince Zekeriya onlara "Buna bakmaya en la­yık olan kimse benim. Çünkü onun teyzesi benim hanımımdır." dedi. Fakat Kur’a çekenler, onun teklifini kabul etmediler. Ürdün nehrine gittiler. Kendisiyle yazı yazdıkları kalemlerini Ürdün nehrine attılar. Kalemi dikilip kalan kimse Meryem’in bakımını üstlenecekti. Hepsinin kalemi suya kapılıp gitti. Sadece Zekeriya’nın kalemi sanki çamura saplanmış gibi suyun üzerine saplanıp kaldı. Böylece Zekeriya Meryem’in bakımını üzerine aldı. Onu evine götürdü. Ayette zikredilen "Mihrap “tan maksat da onun evidir. (Taberi, Ali-İmran 37)</p>
<p>-İkrime ise, Meryem’in bakımı işini şöyle anlatmaktadır: Meryem’in annesi onu bir beze sararak alıp Hz. Musa’nın kardeşi Harun’un oğlu olan Kâhinin oğul­larına götürdü. Kâhinin oğulları Kâbe’nin hizmetçileri gibi Beytül Makdis’in hiz­metçileri idiler. Meryem onlara "Alın bu adağı, ben bunu buraya hizmete ada­dım. Bu benim kızımdır. Adetli olan, kilise giremez ve ben bunu tekrar evi­me döndürmem." dedi. Onlar da: "Bu bizim İmamımızın kızıdır." dediler. Çün­kü İmamları onların namazlarını kıldıran ve kurbanlarını kesen rehber­leriydi. Orada bulunan Zekeriya "Bunu bana verin. Çünkü onun teyzesi benim hanımımdır." dedi. Onlar ise "Bu bizim İmamımızın kızı, gönlümüz onu sana teslim etmeye razı değil." dediler. İşte o zaman, Tevrat’ı yazdıkları kalemlerle Kur’a çektiler. Kur'a Zekeriya’ya çıktı. O da Meryem’in bakımını üzerine aldı. (Taberi, Ali-İmran 37)</p>
<p>Yukarıya taşıdığımız Ayet-i kerimenin (Ali-İmran 37) devamında; <strong>“<u>Zekeriyya, onun (Meryem’in) yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve «Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?» der; o da: Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir, derdi.” </u></strong></p>
<p>Ayet-i kerimenin bu kısmı, Âlimlerimizce veliyullahın kerametinin hak olduğunun delili olarak gösterilmiştir. Mevzu F.Razi’nin (Rh.a) ilgili Ayet’ in tefsirinde şöyle geçmektedir:</p>
<p> Bu âyet ile: Allah Teâlâ Zekeriya (a.s) her ne zaman, Meryem (a.s)'in yanına mihraba girdiğinde, onun yanında bir rızık bulduğunu, ona "Ey Meryem, bu sana nerden geliyor?" dediğini, onun da "Bu, Allah katındandır" diye cevap verdiğini bildirmiştir. Öyle ise bu rızkın onun yanında bulunması ya harikulade bir olaydır veya değildir. Bunun harikulade (olağanüstü) bir hâdise olmadığını söylersek, bu görüş şu beş bakımdan geçersiz olur:</p>
<p><strong>a) </strong>Bu takdirde, bu rızkın Hz. Meryem'in yanında bulunması, onun sanının yüceliğine, şerefinin derecesine ve bu meziyet ile diğer insanlardan üstün oluşuna bir delil olmazdı. Hâlbuki bu ayetten muradın, bunu ifade etmek olduğu malumdur.</p>
<p><strong>b)</strong> Hak Teâlâ bu ayetten sonra, "Orada Zekeriya Rabbine, "Yarabbi, bana senin tarafından çok temiz bir zürriyet bağışla " diye duâ etti" (Ali imran, 38) buyurmuştur. Kur’an-ı Kerim, Zekeriya (a.s)'ın hem kendisinin hem de hanımının ihtiyarlığı sebebi ile bir çocuk sahibi olmaktan ümidi kesmiş olduklarına delâlet etmektedir. Zekeriya (a.s), Hz. Meryem'deki bu harikulade hadiseyi müşahede edince, kendisinin de bir çocuğu olmasını arzu etti. İşte bu sebeple de, "İşte orada Zekeriya Habibine şöyle dua etti" ayeti yerinde olmuştur. Şayet onun, Meryem (a.s)'de müşahede ettiği şey, harikulade bir hadise olmasaydı, onun bu hadiseyi görmüş olması, yine harikulade bir şekilde yaşlı hanımından bir çocuğu olması arzusunu doğurmazdı.</p>
<p><strong>c)</strong> Ayetteki ''kelimesinin nekire olması, bu rızkın sanının yüceliğine delâlet etmektedir. Sanki şöyle denilmiştir: "Bir rızık, yani, nadide ve hayranlık uyandıran bir rızık..." İşte bu hâdise eğer harikulade bir olay olursa, ancak o zaman bu ayetin siyakına uygun düşen bir mana ifade etmiş olur.</p>
<p><strong>d)</strong> Hak Teâlâ, "Kendisini de oğlunu da âlemlere bir mucize kıldık" (Enbiya, 91) buyurmuştur. Bu gösterir ki, Meryem ve Hz. İsa'da harikulade haller zuhur etmiştir. Aksi halde bu ayetin ifade ettiği mana doğru olmazdı. Eğer, "Bundan Murad, "Allah Teâlâ'nın Meryem (a.s)'e bir erkekten olmaksızın bir oğul vermiş olmasıdır" denilmesi niçin caiz olmasın?" denilir ise deriz ki: Bu, tek başına bir mucize değildir, bilakis bunun doğru olduğunu ortaya koymak için başka bir mucizeye ihtiyaç vardır. O halde, bu ayeti o manaya nasıl hamledebiliriz? Aksine bu ayetten Murad, Meryem (a.s)'in doğru olduğuna ve temizliğine delâlet edecek şeyleri ortaya çıkarmaktır. Bu ise, ancak oğlu İsa (a.s)'ın elinde de tecelli edeceği gibi, onun elinde harikulade şeylerin zuhur etmesiyle mümkündür.</p>
<p><strong>e) </strong>Çok sayıdaki rivayete göre, Zekeriya (a.s), Hz. Meryem'in yanında yazın kış meyvelerini, kışın da yaz meyvelerini buluyordu. Böylece Meryem (a.s) için tecelli eden bu durumun, harikulade bir iş olduğu ortaya çıkmaktadır. Biz deriz ki: Şöyle de denilebilir: Bu hâdise, peygamberlerden birisinin mucizesi idi, veya böyle değildi. Birinci ihtimal bâtıldır. Çünkü o zaman, Zekeriya (a.s) peygamber idi. Şayet bu, onun bir mucizesi olsaydı bu işin halini ve gerçek durumunu bilir, bu mesele ona karışık gelmez ve ona "Bu, sana nerden geliyor?" demezdi. Yine Hak Teâlâ'nın, "İşte orada Zekeriya Rabbine şöyle dua etti.." ifadesi, Hz. Zekeriya (a.s)'ın, Meryem'e bunları sorduğunu, Meryem'in de bunun Allah katından olduğunu söylediğini, bunun üzerine Zekeriya (a.s)'ın da kısır, yaşlı ve doğuramayacak durumda olan karısından harikulade bir şekilde bir çocuk elde etme arzusuna düştüğünü bildirmektedir. Bu ise, Zekeriya (a.s)'ın bu hallere, ancak Meryem'in bildirmesi ile vakıf olduğuna delâlet eder. Durum böyle olunca, bu harikulade hâlin Hz. Zekeriya’nın bir mucizesi olmadığı kesinlik kazanır.</p>
<p>Geriye söylenecek tek şey kalmaktadır. Bu, ya İsa (a.s)'ın, ya da Hz. Meryem'in kerametidir. Hangisi olursa olsun, her iki durumda da maksat hâsıl olmaktadır. İşte velilerin kerametlerinin vaki ve hak olduğuna dair, bu ayetle istidlal şekli böyledir. (F.Razi, Ali-İmran 37) (DEVAM EDECK İNŞA-ALLAH)</p>
<p> </p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.